Hz. Ömer Kızını Diri Diri Toprağa Gömdü mü?

Dün (11.10.2017) “Dünya Kız Çocukları Günü” çerçevesinde sosyal medyada bir sürü paylaşım oldu. Ancak bunların çoğu, bilimsel bilgiden uzak kulaktan dolma paylaşımlardı. Bu paylaşımlardan birisi de bizim mahalleden bir hanıma aitti. Bana oldukça ilginç gelen paylaşım şöyleydi: “6’cı asırdan Hz. Ömer’i, kız çocuğunu diri diri toprağa gömdüğü için hâlâ affetmiyorum! Affetmeyeceğim!”

Bu hanım kardeşimize “Sen kimsin de adaletiyle 1400 senedir insanlığı aydınlatan bir insanı affetmiyorsun, affetmeyeceksin..” deme seviyesizliğine düşmeyeceğim elbette. Üstelik bu hanım kardeşimiz sonuna kadar haklıdır da. Çünkü temel kaynaklarda olmasa bile pek çok kaynakta, özellikle Eyüp Sultan ve Hacı Bayram Camii çevrelerinde satılan uyduruk kitaplarda Hz. Ömer’in cahiliye döneminde kızını diri diri toprağa gömecek derecede merhametsiz birisi olduğu yazılıdır.

Oysa bize göre ve aşağıda kaynaklarıyla dile getireceğimiz üzere bu tür rivayetler, Hz. Ömer’e yapılmış büyük bir iftira, büyük bir bühtandır. Gelin görün ki; Hz. Peygamber’e “Okuma yazma bilmiyordu” deyip bir anlamda “Hz. Muhammed cahil geldi cahil gitti” şeklinde iftira atmaktan bile sakınmayan Müslümanlar, Hz. Ömer’e de, sözüm ona İslam Dini’nin bir insanı nasıl değiştirdiğini anlatabilmek için böyle bir iftirada bulunmuşlardır.

Öncelikle belirtelim ki; Kur’an’da:

– Tekvîr Suresi’nin 8 ve 9. ayetlerinde “Diri diri toprağa gömülen kıza, hangi günah sebebiyle öldürüldüğü sorulduğunda..”;

  • Nahl Suresi’nin 58. ve 59. ayetlerinde “Onlardan birine kız müjdelendiği zaman öfkelenmiş olarak yüzü kapkara kesilir. Kendisine verilen müjdenin kötülüğünden dolayı kavminden gizlenir. Onu, aşağılık duygusu içinde yanında mı tutsun, yoksa toprağa mı gömsün! Bakın ki, verdikleri hüküm ne kadar kötüdür!”;

  • Zuhruf/17’de “Onlardan biri, Rahmân’a isnat ettiği kız çocuğuyla müjdelenince, hiddetlenerek yüzü simsiyah kesilir.”; En’âm/137’de “Bunun gibi ortakları, müşriklerden çoğuna çocuklarını (kızlarını) öldürmeyi hoş gösterdi ki, hem kendilerini mahvetsinler hem de dinlerini karıştırıp bozsunlar! Allah dileseydi bunu yapamazlardı. Öyle ise onları uydurdukları ile baş başa bırak!”;

  • En’âm/151’de “De ki: Gelin Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım: O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın, ana-babaya iyilik edin, fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin -sizin de onların da rızkını biz veririz-; kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşmayın ve Allah’ın yasakladığı cana haksız yere kıymayın! İşte bunlar Allah’ın size emrettikleridir. Umulur ki düşünüp anlarsınız.”;

  • İsrâ/31’de “Geçim endişesi ile çocuklarınızın canına kıymayın. Biz, onların da sizin de rızkınızı veririz. Onları öldürmek gerçekten büyük bir suçtur.”(1)

Denildiğine göre, cahiliye dönemi Araplarında böyle insanlık dışı bir uygulama vardı ve Araplar, gerek kız çocukları olmalarından dolayı duydukları utanç sebebiyle, gerekse onları büyütüp besleme sıkıntısına katlanmamak için onları diri diri toprağa gömmek de dahil(2) çeşitli yöntemlerle katlediyorlardı. Bu katletme uygulaması, sadece kız çocuklarını değil, bazen erkek çocuklarını da kapsıyordu. Prof. Dr. Adnan Demircan bu konuda diyor ki: “Geçim kaygısı ve açlık korkusuyla sadece kızların değil, zaman zaman erkek çocukların da öldürüldüğü görülür. Nitekim Kebîre bt. Ebî Süfyân, Hz. Muhammed’e (sas) Cahiliye döneminde dört oğlunu gömerek öldürdüğünü söylemiş, bunun üzerine Peygamber Efendimiz kendisine dört köle azat etmesini tavsiye etmiş, o da etmiştir (İbnü’l-Esîr, V, 538; İbn Hacer, VIII, 93).”(3)

Hz. Ömer Kızını Diri Diri Toprağa Gömdü mü?

Dedik ki; Hz. Ömer’e “Cahiliye döneminde kızını diri diri toprağa gömecek kadar merhametsiz ve taş kalplinin biriydi..” demek, adaletiyle 1400 senedir insanlığı aydınlatan bir insana yapılmış en büyük iftira ve bühtandır. İlahiyat profesörü Adnan Demircan şöyle diyor bu konuda:

“Hz. Ömer’in bir kız çocuğunu gömerek öldürdüğü anlatılırsa da, temel kaynaklarda herhangi bir bilgi mevcut değil. Bunun geç dönem kıssacılarının eseri olduğu anlaşılıyor.
Hz. Ömer Müslüman olduğunda 26 yaşındaydı. Kızı Hafsa ise Cahiliye döneminde Kabe’nin tamir edildiği yıl, yani nübüvvetten beş yıl önce dünyaya gelmişti. Buna göre Hafsa doğduğunda Hz. Ömer’in 15 yaşında olması gerekir. Sormak gerek: Bu yaştaki bir insan kızını öldürmemişse olgunluk çağında mı öldürür? Hz. Hafsa’nın okuma-yazma bilen nadir kadınlardan biri olduğu hesaba katılırsa ailesinin kadınlar hakkındaki kanaatlerinin bedevîlerle bir tutulamayacağı, bu sebeple kızlarını gömerek öldürdüklerine dair anlatılanların doğru olmaması gerektiği anlaşılır. Öte yandan Hz. Ömer İslam’dan önce Mekke’nin saygın şahsiyetlerinden biriydi. Amcazadesi olan haniflerden Zeyd b. Amr’ın kızların öldürülmesine karşı çıkanlardan olduğu da unutulmamalı. Bu menkıbenin, Hz. Ömer tarafından aktarılan, Hz. Peygamber’le Kays b. Âsım arasında geçen diyalogla ilişkili olması mümkündür. Buna göre Temîmli Kays b. Âsım, Resûlullah’a gelerek ‘Cahiliye döneminde sekiz kızımı diri diri toprağa gömdüm’ dedi. Hz. Peygamber (sas) ‘Her birine karşılık bir köle azad et’ buyurdu. Kays ‘Develerim var’ deyince ‘O halde her birine karşılık bir deve kes’ buyurdu. Hz. Ömer’in naklettiği bu rivayet muhtemelen daha sonra kişiliğine uygun görüldüğü için kendisine yakıştırılmış olmalı! Tarihte bu tür karışıklıkların hiç de az olmadığını biliyoruz.”(4)

Prof.Dr. Muhammed Hamidullah’ın şu sözleri de bu konuya oldukça ışık tutucudur:

“İslam öncesi Arabistan’ında yazının pek nâdir kullanıldığı muhakkaktır. Klasik İslam tarihçileri, İslâmın henüz ortaya çıkmakta olduğu bir sırada, o devirdeki en gelişmiş bir şehir olan Mekke’de onbeş yirmi kişiden başka kimsenin okuma-yazma bilmediğini ısrarla belirtmektedirler. Buna rağmen bu ifadeyi kelimesi kelimesine kabul etmemiz gerekmez. Hattâ o sırada Mekke’de okuma-yazması olan kadınlar bile vardı. Ömer’in ailesi mensupları özellikle okuma-yazma konusunda diğerlerinden ayrı bir üstünlüğe sahiptir. Onun pek yakın akrabalarından biri olan Şifa, kendi kızı Hafsa’ya okuma-yazma öğretmişti. Aynı Ömer’in kız kardeşinin de okuma-yazmayı bilmesi imkânsız karşılanmamalıdır. Zîra kendisi Hicretten önce henüz Mekke’de oturuyorken Kur’ân-ı Kerîm’in bazı sûrelerinin üzerinde yazılı bulunduğu yapraklara sahipti.

Kitâbeleriyle meşhur Lihyân adlı bir kabile koluna sahip Huzeyl kabilesi, şairleri ve bunların şiirlerini hâvi divanlarıyla ün salmıştı. Bu kabile Mekke yakınında otururdu. Aynı kabileye mensup Zilme adlı bir fâhişenin küçük bir kız iken kabilenin okuluna gittiğini ve burada, öğrencilere ait ‘kalem’ ve ‘mürekkep kapları’yla oynadığına dair bir kaydın İbn Kuteybe’de bulunuşu bizi hayrete boğmaktadır. Bu kız da çağı gelince, ne derece basit seviyede bir kuruluş olursa olsun, bu okula gitmiş olabilir.

Bu arada konu açılmışken belirtelim ki; Mekkelilerin atalarından tevarüs ettikleri ve Rasûlullah’ın da inen Kur’ânı Kerîm âyetlerini tespit ettirmek için kullandığı yazı şekli ve tarzı, ihtiyaçları tam mânasıyla karşılamaktan uzaktı. O sırada, esâsen 28 ses kalıbına sahip Arapçanın 22 harflik bir alfabesi bulunuyordu ve hatta bu 22 harf de, topu topuna 15 harf şekline indirilebilirdi.”(5)

M. Hamidullah’ın sözlerinde özellikle üzerinde durmamız gereken bir husus vardır. O da, kadınların hor görüldüğü, kız çocuğu sahibi olmanın aşağılanmaya vesile yapıldığı ve kız çocuklarının diri diri toprağa gömüldüğü bir toplum düzeninde, aynı zamanda bırakın erkek çocuklarını, kız çocuklarının bile okuma-yazma öğrenebilmekte olduklarıdır. Yukarıdaki örnek çok güzel ve anlamlıdır. Zira o Hattap Oğlu Ömer ki; bir rivayete göre cahiliyye devrinde merhametsizliği ile ün salmış iken ve göre kendi öz çocuğunu bile, kız olduğu gerekçesiyle diri diri toprağa gömmüş birisi iken, hem öz kızı Hafsa’nın, hem de kız kardeşi Fatıma’nın okuma-yazma öğrenmelerine karşı çıkmamıştır!

Hatta elbette yine oldukça ciddi kaynaklarda bulunan rivayetlere göre; Hz. Peygamberi öldürmek kastıyla yola çıkmış ve yolda eniştesi Said b. Zeyd ile kız kardeşi Fatıma’nın da Müslüman olduklarını öğrenince önce onların işlerini bitirmek için evlerine gittiğinde onların içeride sesli sesli Kur’an okuduklarını duymuş, içeriye girince de onların okudukları şeyin ne olduğunu sorduktan sonra ısrarla getirmelerini istemiş ve bunların yazılı Kur’an sayfalarını görmüştür.

Birçok kaynakta, Ömer’in merhametsizliğini anlatmak için, kardeşi Fatıma’nın evine girdikten sonra hiddetle eniştesinin ve kız kardeşinin üzerine saldırdığı, onları döverek yüzlerini, gözlerini kan içinde bıraktığı ve sonunda da “Sizi, acıdığım için değil, yorulduğum için bırakıyorum” dediği ifade edilmektedir(6).

Bu durum da gösteriyor ki; Ömer’in eniştesi Said ve kız kardeşi Fatıma okuma yazma biliyorlardı. Eğer okuma-yazma bilmeselerdi, evlerinde Kur’an sayfası bulunmazdı. Hatta bir kaynakta Hz. Peygamber’in, bu Fatıma’yı Müslüman kadınlara okuma yazma öğretmek için öğretmen tayin ettiğini okumuştum vaktiyle.

M.Hamidullah’ın “…Bu arada konu açılmışken belirtelim ki; Mekkelilerin atalarından tevarüs ettikleri ve Rasûlullah’ın da inen Kur’ânı Kerîm âyetlerini tespit ettirmek için kullandığı yazı şekli ve tarzı, ihtiyaçları tam mânasıyla karşılamaktan uzaktı. O sırada, esâsen 28 ses kalıbına sahip Arapçanın 22 harflik bir alfabesi bulunuyordu ve hatta bu 22 harf de, topu topuna 15 harf şekline indirilebilirdi.” şeklindeki ifadelerini de ihtiyatla karşılamakta fayda vardır.

Zira, İslam’dan önce de Araplar’da hitabet ve şiir sanatı bir hayli gelişmişti ve her sene hac mevsimlerinde düzenlenen Ukaz panayırlarında şiir ve hitabet yarışmaları düzenleniyor, dereceye giren yedi şiir “Muallaka-i Seb’a=Yedi Askı” adıyla Kâbe’nin duvarına asılıyordu. Demek ki; o günkü Arap alfabesi ve yazı geleneği bir hayli gelişmişti ki; şiir metinleri, Kâbe duvarına asılabiliyordu. Öte yandan biz biliyoruz ki; sonraki yıllarda, özellikle Araplar dışındaki milletlerin İslam’a girmesiyle Kur’an’ın yanlış okunma ihtimalini ortadan kaldırmak için Arap alfabesine ilave edilenler, sesleri karşılayan harfler değil, hareke adı verilen bazı noktalama işaretleridir. Bu iş de Miladi 7. yüzyılın sonlarında (688) başlamış 8. yüzyılın sonunda (791) ancak tamamlanabilmiştir. Yani İslam Devleti’nin kurulmasından yaklaşık 170 yıl sonra. Peki İslam Devleti, bunca süre yazışmalarını hangi dille yaptı? Bu süre boyunca Kur’an nüshaları nasıl yazıldı ve çoğaltıldı? Bu durumda Kur’an’ın nazil olduğu dönemdeki Arapçaya en azından Araplar açısından asla “yetersizdi” denilemez.

Şu ayrıntıyı da belirtmekte fayda var: Hz. Ömer; Cahiliye döneminde Mekke Şehir Devleti’nin hariciye işlerini yürüten bir diplomat veya Hariciye Nazırı idi ki; bu görevini Müslüman olduktan sonra da devam ettirmiş, başta yabancı ülkelerle olan ikili ilişkiler olmak üzere devlet işlerinde Hz. Peygamber’e önemli danışmalarda bulunmuş ve kendisine tavsiyelerde bulunmuştur. On yıllık halifeliği sırasında ise adaletiyle nam salmıştır.

Ömer’in bir özelliği de, uygulanmasında sorun çıkaran veya meseleleri çözmekte yetersiz kalan bazı ayetlerin hükmünü geçici olarak uygulamadan kaldırarak, onların yerine bizzat hüküm koymasıdır. Bize göre bu, ayet hükümlerinin tamamıyla kaldırılması değil, olsa olsa Hz. Ömer’in söz konusu ayetlere kendine göre yorum getirmesi ve ayetlerin bir nevi tefsirini yaparak onlardan yeni hükümler çıkarması şeklinde uygulanmış olmalıdır. Aynı şeyi muhtemelen Hz. Peygamber de yapıyordu. Yoksa Hz. Ömer, Hz. Peygamber’in yapmadığı bir şeyi yapmaya asla cesaret edemezdi ki; sahabe mescitte kendisine; “Ya Ömer eğer bir yanlış yaparsan seni kılıçlarımızla doğru yola getiririz” diyebiliyordu. Hz. Peygamber’in hadis ve sünnetleri de aslında Kur’an ayetlerine getirilmiş yeni bir yorum ve tefsir değil midir? Bu anlamda Kur’an’ın ilk tefsirini, yani ilk Kur’an yorumunu bizzat Hz. Peygamber yapmış, Hz. Ömer de O’nu örnek alarak bazı ayetlere yeni yorumlar getirmiştir diyebiliriz.

Özetle; Hz. Ömer’in Müslüman oluşunu anlatan birçok yayında, onun, cahiliye döneminde kendi öz kızını bile diri diri toprağa gömecek derecede merhametsiz ve insafsız birisi olduğu anlatılmaktadır. Oysa yukarıdaki bilgilerden de öğreniyoruz ki; Hz. Ömer, kızının ve kız kardeşinin okuma-yazma öğrenmelerine fırsat verecek derecede müşvik ve ileri görüşlü bir baba ve ağabeydir.

Dolayısıyla Hz. Ömer hakkında anlatılan rivayetlerde önemli çelişkiler bulunmaktadır. Bu durumda biz, cahiliye dönemi Arapları için söylenen ve Kur’an’da da bulunan “Kız çocukları diri diri toprağa gömme” azgınlığının, en azından Hz. Ömer’i ve ailesini kapsamadığını düşünüyoruz.

Allah Ömer’den razı olsun, onun adını taşıyan bu âcizi de cennette onunla komşu kılsın. AMİN.

Ömer Sağlam
12.10.2017


1-Ayet mealleri, linkinden alınmıştır.
2- Kur’an Yolu Türkçe Meâl ve Tefsir, c,5, DİB Yayını, Ankara, 2008, s, 563.
3-
4-Aynı kaynak.
5- Prof. Dr. Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, c.2, Çev. Prof. Dr. Salih Tuğ, İrfan Yayımcılık, 6. Baskı, İst. 2003, s. 760-1.
6- Hz. Ömer’in Müslüman oluşu ile ilgili olarak daha geniş bilgi için bkz. Ahmed Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiyâ ve Tevarih-i Hulefâ İslam Tarihi, c. 1, Arslan Yayınları, İstanbul, 1981, s, 60 ve devamı,

Dün (11.10.2017) "Dünya Kız Çocukları Günü" çerçevesinde sosyal medyada bir sürü paylaşım oldu. Ancak bunların çoğu, bilimsel bilgiden uzak kulaktan dolma paylaşımlardı. Bu paylaşımlardan birisi de bizim mahalleden bir hanıma aitti. Bana oldukça ilginç gelen paylaşım şöyleydi: "6'cı asırdan Hz. Ömer'i, kız çocuğunu diri diri toprağa gömdüğü için hâlâ affetmiyorum! Affetmeyeceğim!" - oemer

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir