Las Vegas Saldırısında Gözden Kaçanlar
Alaeddin Yalçınkaya
2 Ekim’de ABD’nin eğlence merkezlerinden Las Vegas’de meydan konserini izleyen halka açılan ateş sonucu 50 kişi hayatını kaybetti. Olaydan hemen sonra katliamın failinin Mandalay Bay otelinde kalan 64 yaşındaki Setphen Paddock olduğu tespit edildi. Emekli ve maddi sorunu olmayan kâtilin silah ve avcılık merakı olduğu, herhangi bir sabıka kaydı veya böyle bir katliamı yapabileceğinden şüphelenilecek bir takıntısı olmadığı ortaya çıktı. Soruşturma devam etmekle birlikte karşımızda batı toplumun ürettiği, elde edemediği hiçbir tatmin aracı kalmayan, önemli ölçüde uyuşturucu ve benzeri maceralarla arzularını kesebilen, kendi hevesleri dışında herşeye duyarsız tipik bir modernite ürünü bulunmaktadır. Kentin en iyi otelinin 22. katında oda kiraladığı halde muhtemelen meydandaki kalabalığın gürültüsünden bunalarak kafasının estiği şekilde elindeki silahları meydana doğrultan son mermiyi de kendisine sıkan bir cinnet eylemi.
Olayın duyulmasından birkaç saat sonra İngiliz Reuters Ajansı, saldırıyı IŞİD’in üstlendiğini duyurdu. Aslında olayın hemen akabinde güvenlik güçleri ateş açılan odaya ulaşarak kimlik tespiti yapmışlardı. Bu süre içinde Reuters’in neye dayanarak bu açıklamayı yaptığı, hiçbir dayanağı olmayan bu bilgileri dünya kamuoyuna duyurmadaki asıl amacının ne olduğunu sorgulamak gerek.
Öncelikle Reuters’in Las Vegas katliamını IŞİD’in üstlendiği bilgisine nasıl ulaştığı merak konusudur. Çünkü bugünlerde terör örgütü birçok cephede savaş vermekte ve hergün bir kasabayı terketmektedir. Dünyanın düşman ilan ettiği bu örgüt yetkililerinin katliamın hemen arkasından “katilin bir kaç ay önce Müslüman olup IŞİD’in talimatlarıyla bu olayı düzenlediği” bilgisine Reuters nasıl ulaşmıştı? Elbette çatışma bölgesinde önde gelen bu ajansın muhabirleri vardı. Ancak bu muhabirler hiçbir dayanağı olmayan “yıkılmadık, ayaktayız” mesajının (eğer örgüt yetkilileri yayınladıysa) niçin fuzuli acentalığını yapmaktadır? Güvenlik birimlerinin kısa bir müddet içinde ayrıntılı açıklamalarına karşın Reuters’in bu kumpas haberini dünya medyasının (Türkiye’dekilerden de var) haberi verirken alt manşette “IŞİD Şüphesi”ni eklemelerinin anlamını da tartışmamız lazım.
Propaganda veya sesini duyurma, terör örgütlerinin temel hedeflerindendir. Ünlü siyaset, fikir veya iş adamlarına suikast düzenlemede olduğu gibi insanların yoğun olduğu yerlerdeki saldırılar, terör örgütlerinin en kolay sesini duyurabildikleri araçlardır. Bu bağlamda yaşanan olay ile terör örgütü arasındaki ilişki kesinleştikten sonra “niçin bu hedef?” sorusunun cevabı genellikle “daha etkin sesini duyurmak”tır. İlgili kitapların tespit ettiği bu gerçeğe karşın sözkonusu örgüt ile yaşanan olay arasında ilişki olmadığı halde bu olayı o örgüte yıkmak, en azından böyle bir şüphe oluşturmak aynı zamanda bunu yapan medya kuruluşlarının terör örgütüne bedavadan destek vermesi anlamına gelmektedir.
Terör uzmanlarından Mahir Kaynak hocamızın tespit ettiği gibi “eğer bir terör örgütünün adını akşam sabah medya organlarından duyuyorsanız mutlaka bunun arkasında büyük bir istihbarat gücü (devlet) bulunmaktadır”. IŞİD’in, başta İsrail olmak üzere küresel güçlerin bölgede İsrail uydusu devletçiklerin kurulması için bir bakıma “hafriyat operasyonu” olduğunu herkes bilmektedir. Örgütün bugünlerde önemli mevziler kaybetmekte veya yok olma sürecine girdiği haberleri gelmektedir. Belirtmek gerekir ki IŞİD tarihi misyonunu yerine getirmiştir. Bunlar arasında Barzani ve PYD’nin adım adım devletleşme sürecine girmelerini sayabiliriz. Ekim 2017 itibariyle IŞİD’in yok olmasını (en azından böyle bir algı oluşturulmasını), patronlarının talimatı ile El-Nusra veya Tahrirüşşam elbisesi giyerek mevsimlik ihtiyaçlara güre cephe aldıklarını, bu kapsamda Türkiye, Rusya, İran’ın ortak hareketine karşı yeni strateji zeminleri oluşturduğunu ekleyelim.
Astana sürecinin merkezinde Suriye’nin toprak bütünlüğü, dolayısıyla Şam yönetimini korumak olduğu halde Türkiye’nin en uzun sınıra sahip olduğu bu komşusunu tanımaması, temaslarını Rusya üzerinden sağlama yanlışı ayrı bir konudur. IŞİD’in bu gücüne erişmede Ankara’nın bu temel hatası (aldatılması olarak da okunabilir) son derece önemli olduğu halde, harita yeniden çizilirken kendi sınır komşumuzla doğrudan (resmen) temas kurmama stratejisinin tekrar gözden geçirilmesi gereğini de hatırlatalım.
Şüphesiz IŞİD konusundaki son gelişmeleri binlerce uzman istihdam eden Reuters veya haber mutfağına göz attığınızda olayları dakikası dakikasına takip edip değerlendiren haber ordularına sahip diğer medya kuruluşları da çok iyi bilmektedir. Bu durumda sorulması gereken soru neden olayın başında bu palavranın dünya kamuoyuna servis edildiğidir.
İsrail’in çevresindeki ülkeler ile enerji zengini bölgeler konusunda ABD ve İngiltere’nin tarihi stratejileri bilinmekte olup bugünkü aşamada hedef bölge istikrarsızlaştırılarak yeni devletçiklerin kuruluş ortamı hazırlanmaktadır. Bununla beraber batının başa çıkamadığı bir mülteci sorunu bulunmakta olup insancıl saiklerle kamuoyu baskısı altında tıkanma sözkonusudur. Öte yandan genellikle entellüktüel kesimden İslam’a ilginin önü alınamamakta, batıda Müslümanlığı seçenlerin sayısı her geçen gün artmaktadır. Bu durumda Müslümanlıktan nefret ettimek ve mültecilerin girişini engellemek üzere her türlü zoru kullanma, insan hakları çerçevesindeki taahhütleri çiğneme konusunda kamuoyunu ikna etme ihtiyacı gündemdedir.
Hemen her terör saldırısının arkasında başında bir şekilde “İslam” sıfatı bulunan örgütün adının zikredilmesi, teröristlerin batı kökenli dahi olsa genellikle İslamın Peygamberi veya onun seçkin eshabının isimleriyle manşetlere taşınmasının altında İslam’dan nefret ettirme, İslam’a ilginin önünü kesme stratejileri bulunmaktadır. Les Vegas saldırısından sonra da “IŞİD Şüphesi”ni bir şekilde bilinçaltına eklemeyi ihmal etmeyenlerin diğer temel hedefler yanında İslamofobiyi tahkim etme ve mültecilere karşı insanlık dışı uygulamaları meşrulaştırma amacı açıkça görülmektedir.
Öncevatan, 09.10.2017
Bir yanıt yazın