Bir kişi hem savcı, hem yargıç, hem polis olur mu?
Olabilir mi?
Olur… Olur…
Neden olmasın?
Üstelik karşısında sessiz, sakin, kaderine razı olan, her uğradığı felakete şükreden, üstelik o felaketleri kendisine yaşatan insanı ermiş gibi gören bir insan topluluğu bulunursa elbette olur…
Elbette o kişi ne hak, ne hukuk ne adalet tanır…
Canı nasıl isterse, neyi arzu ederse öyle hareket eder… Ne makam ne mevki, ne adalet ne de seçilmiş kişi dinler… Dilerse, bir dakika içinde onu makamından alır, dilerse bir dakika içinde aynı makama başkasını atar…
Ya da örneğin Danıştay’ın “Yaz saati uygulaması”nı durdurmasına rağmen, “Yaz saati uygulamasına devam edeceğiz” der.
Bu yüzden bacak kadar çocuklar, ana kuzuları sabahın köründe yollara düşerler…
Hele bir de önünüz kışsa… Yandı gülüm keten helva…
Günler kısalır, sıkıntılar uzar, karanlıklar çileye dönüşür…
Çocuk anaları, çocuk babaları, dedeler, nineler istedikleri kadar feryat etsinler… “Yapmayın, etmeyin, bu yavrulara çile çektirmeyin” desinler…
Kim dinler, kim duyar…
Bu önlemin kime ne yararı varsa!!!… Bu işe bir türlü akıl erdiremedim ben…
Daha buna benzer yüzlerce uygulama sonucunda “Adalet mülkün temeli olmaktan çıkar…” Siyasallaşır, iktidarın emrine girer. Ondan sonra “Otur, otur… Kalk, kalk… Şunu yap, bunu yapma…” dönemi başlar…
Oysa tüm mahkeme duvarlarında “Adalet mülkün temelidir” yazar.
“Adalet mülkün temelidir” özdeyişini ilk kez Hz. Ömer’in kullandığı söylenir. “Atatürk’ün sözüdür” diyenler de var.
Burada “mülk” devlet anlamına gelmektedir. Mülk sözcüğünü “yönetim” olarak da alabiliriz. Yani “Adalet, devletin temelidir ya da “Adalet, yönetimin temelidir” diyebiliriz. Ama bu sözde “mülk” kesinlikle mal, zenginlik anlamını taşımamaktadır.
Nasıl çevrilirse çevrilsin, nasıl yorumlanırsa yorumlansın, bu özdeyişte asıl vurgulanmak istenilen gerçek, devletin ve yargının vatandaşlarına adaletli davranması; hak hukuk sınırları içerisinde kalarak ona destek vermesi, arka çıkmasıdır.
Devletin ve iktidarların kalıcılığı, yüceliği buna bağlıdır.
Peki, Türkiye’nin bugünkü ortamında adalet mülkün temeli olabilir mi?
Bu mümkün müdür?
Ya da şöyle soralım:
Günümüzde adalet mi mülkün temelidir, yoksa mülk mü, yani iktidar mı adaletin temelidir?
Bu soruları sormak en doğal hakkımızdır bizim.
Çünkü nereye baksak, hangi yana dönsek “adalet”i değil, “adale”yi, kas gücünü, yani varlıklı ve makam sahibi olmayı görüyoruz.
Sevgili yurdumuzda orman kanunları yürürlüktedir şu anda, hem de cangıl ormanı kanunları…
Örneğin, “Kimsesizlerin kimsesi olmak” İktidarın anayasal bir görevidir…
Ama onlar bu görevi yapacağı yerde, ülkesinden kaçan, ülkesinin ortak düşmanlarına karşı savaşmayı reddeden mültecileri vatanına kabul ederek, onlara, milyarlarca para harcamakta; emeklinin, yoksulun hakkına el uzatmakta, onu daha da fakirleştirmektedir…
Bileği güçlü olan, varlıklı olan, suyun başını tutanlar hakkını fazlasıyla alıyorlar. Kendi hukukunu işleterek canını, malını, mülkünü koruyor, korumak bir yana, durmadan artırıyor, çoğaltıyorlar…
Yazlık, kışlık saraylarda oturuyorlar. Kendilerine çeşit çeşit uçaklar, helikopterler, makam araçları alıyorlar.
Peki ya emekliler? Emeği ile geçinenler… Memur, köylü, işçi, esnaf…
Rahat mı? Yaşantısından memnun mu? Çoluğunu, çocuğunu geçindirebiliyor mu, okutabiliyor mu? Evine et götürebiliyor mu? Kirasını ödeyebiliyor mu?
Adalet onlara da işliyor mu?
İnsanlar, adaletin koruyucu kanatları altında mı yaşıyorlar?
Hani değerli ozan Özdemir Asaf demiş ya:
“İnsansız adalet olmaz / Adaletsiz insan olur mu? / Olur, olmaz olur mu? / Ama, olmaz olsun.”
EVET, OLMAZ OLSUN…
Bir yanıt yazın