Latinler diğer bir deyişle Hıristiyan dünyası “Bu gidiş nereye” derler. İslam dünyasındaki karşılığı “Fe eyne tezhebun” dur. Barzani’nin onayı ile 25 Eylül’de yapılan referanduma Kırım’da üç yıl önce yapılan referandum örnek olmuştur. Kırım’daki referandumda halka, “Kırım Özerk Cumhuriyeti’nin bağımsız devlet olarak Ukrayna sınırları içinde ikili anlaşmalar uyarınca varlığını sürdürmesini onaylıyor musunuz?” sorusu sorulmuştur.
Barzani’nin referandum sorusu da aynıdır: “Kürdistan Bölgesi ve Kürdistan Bölgesi dışında kalan Kürt yerleşimlerinin bağımsız bir devlet olmasını istiyor musunuz?“ Bu soru Kırım’da yapılan referandum sorusunun kopyasıdır.
Kırım’ın Rusya tarafından işgali sonrasında oluşan yeni yönetim, Rusya’ya katılım kararını 6 Mart’ta almış, 16 Mart 2014 tarihinde de referanduma götüreceğini açıklamıştır. Aynı tarihte Birleşmiş Milletler Genel Kurulu referandumu hukuk dışı saymıştır. Almanya Başbakanı Angela Merkel 9 Mart’ta Kırım’da yapılacak referandumu Ukrayna’nın anayasasına ve uluslararası hukuka aykırı bulduğu belirtmesine rağmen yaklaşık 1 milyon 200 bin seçmenin bulunduğu Kırım’da referandum yapılmış, 23 ülkeden 135 gözlemci tarafından izlenmiştir.
ABD ve Avrupa Birliği ülkeleri uluslararası hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle referandumu tanımamış ve referandumu ‘kanunsuz etkinlik’ olarak tanımlamıştır.
15 Mart 2014 tarihinde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, sözde referandumun ‘geçersiz’ olarak ilan edilmesini öngören kararı görüşmüştür. Karar Rusya tarafından veto edilmiş, Çin çekimser kalmıştır. Venedik Komisyonu, Avrupa Birliği ve ABD, yasa dışı olarak yapılan sözde referanduma karşı çıkmıştır.
Katılanların yüzde 93’nün Rusya ile birleşmekten yana oy kullandığı referandumda Kırım Tatar Türkleri, tıpkı Iraklı Türkmenler gibi Ukrayna’nın toprak bütünlüğünden yana olduklarından referandumu boykot etmiştir. Referandumdan iki gün sonra 18 Mart 2014 tarihinde Kırım Rusya tarafından ilhak edilmiştir.
Kırım’da Sadece Rus kökenli milletvekillerinin çağrıldığı, Kırım Türklerinin ve Ukraynalı temsilcilerinin katılmadığı Parlamento’nun almış olduğu karar sonucunda Ukrayna’nın bölünebileceğini 4 Mart 2014 tarihinde Turkish Forum’da yazmıştım. Soli Özel 23 Şubat tarihli yazısında, İlber Ortaylı da 27 Şubat’ta NTV’de aynı görüşü paylaşmıştı.
4 Mart 2014’de Ukrayna bölünebilir ve bundan hem Türkiye ve hem de Kırım Türkleri zarar görür demiş, bu durumun BM Sözleşmesine aykırı oluğunu, kararın iptali için BM Uluslararası Adalet Divanı Sözleşmesi’nin 36’ncı maddesi gerdiğince konunun Divan’a götürülebileceğini açıklamıştım.
Birleşmiş Milletler 72’nci Genel Kurulu için New York’a gelen Cumhurbaşkanı Erdoğan, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin 25 Eylül’de gerçekleşmesi beklenen bağımsızlık referendumuna ilişkin kararı “Kuzey Irak’ın tek başına veremeyeceğini” söyleyerek önemli bir tespitte bulunmuştur. Gazeteci Judy Woodruff’un sorusuna verdiği cevapta, “Siz Kuzey Irak olarak tek başınıza böyle bir kararı nasıl verebilirsiniz?… Orada Arap, Türkmen, Kürt hep beraber yaşıyorlar… Türkiye olarak böyle bir referandumu nasıl kabul edebiliriz?” derken haklıdır.
Fakat nedense Kırım’daki referandum için “Orada (Kırım) Rus, Ukraynalı, Tatar, Yahudi, Alman hep beraber yaşıyorlar. Türkiye olarak böyle bir referandumu nasıl kabul edebiliriz?” denmemiş, sadece referandumu tanımadığımız yumuşak bir tonla açıklanmıştır.
Kırım’da 2014 yılında yapılan referandumda katılanların yüzde 93’ü (Kuzey Irak’ta %92,7 nedense hemen hemen aynı oran) Rusya ile birleşmekten yana oy kullanmış, Kırım Tatar Türkleri, tıpkı Irak Türkmenleri gibi Ukrayna’nın toprak bütünlüğünden yana olduklarından referandumu boykot etmiştir.
Referandumdan iki gün sonra Kırım’ın yeni yönetimi ile Kırım ve Sivastopol’un Rusya’ya Bağlanması ve Yeni Federal Bölgeler Oluşturulması Anlaşması imzalanmış, Anlaşma Duma’da 442’ye karşı 1 oyla ve Federal Konsey’de oybirliğiyle onaylanmış ve Rusya tarafından Kırım ilhak edilmiştir. Bu süreçte Kuzey Irak’ta yapılan referandumdaki benzer sert tepkiler Türkiye’den gelmemiştir.
Turkish Forum’da 28 Ağustos 2017’de yayınlanan Barzani’ye Kırım Referandumu Yol Göstermiştir başlıklı yazımda da değindiğim gibi, Kırım referandumu Irak Kürt Bölgesindeki referanduma örnek olmuştur. Türkiye’de yaşayan yüzbinlerce Tatar Türkü Kırım’ın Rusya’ya bağlanmasından rahatsız olmuş ve Ankara Anadolu (Tandoğan) Meydanı’nda 13 Mayıs 2017 tarihinde bir miting düzenlenerek referandum sonucunda Kırım’ın Rusya’ya bağlanması protesto edilmiştir.
11 Haziran 2017 tarihli Mesut Barzani Kırım’daki Hukuk Dışı Referandumu Örnek mi Aldı? başlıklı yazımdaki tespitim şöyledir: “Kırım örneği Irak Kürt Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesut Barzani’yi heyecanlandırmış olsa gerek ki, Kırım’da olduğu gibi 25 Eylül 2017 tarihinde bağımsızlık için referandum yapılacağını açıklamıştır.”
Barzani’nin niyetini sezen Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın’ın tepkisi şöyle olmuştur: “Biz bu konuyu daha önce Kürt Bölgesel Yönetimiyle konuştuk. Biz bunun yanlış adım olacağını düşünüyoruz. Güvenlik risklerinin hat safhada olduğu bir döneme bunun gündeme getirilmesini doğru bulmuyoruz. Ayrıca Irak’ın parçalanması adımı başka bölgelere de yayılır, bunun bedelini de herkes öder.” Fakat Barzani ABD’de bağımsızlık referandumundan söz ettiğinde “Bu Irak’ın içişleridir” (23 Mayıs 2015) açıklamasının yapılması Barzani’yi cesaretlendirmiş olabilir. Çünkü Barzani, 22 Ocak 2016’da BBC’ye referanduma Türkiye’nin karşı çıkmayacağı umudunu açıklamıştır.
Barzani referandumdan sonrasında, Kırım örneğinden hareket ederek ama bu defa bir ülkeye bağlanmak yerine bağımsız Kürdistan Devletini ilan ederse, Türkiye Cumhuriyeti Devlet Bahçeli’nin açıkladığı gibi bunu bir savaş sebebi sayacak mıdır? Başbakan Binali Yıldırım “Bu savaş nedeni olamaz. Hukuki zemin olması lazım” demiştir.
Ankara’da gerçekleşen Türkiye Rusya zirve görüşmelerinin ardından yapılan basın toplantısında Putin, Kuzey Irak’taki referandumla ilgili tutumlarını Dışişleri Bakanlığı’nın açıklamasında belirttiklerini hatırlatmıştır. Rusya Dışişleri Bakanlığı, Kuzey Irak’taki halkın isteğine saygı duyduklarını, ancak Irak’ın toprak bütünlüğünü desteklediklerini açıklamıştı.
Putin’den zaten başka bir açıklama gelemezdi.
Çünkü, Kırım Türklerinin ve Ukraynalıların oy kullanmadıkları Kırım’daki düzmece ve uluslararası hukuka aykırı referandumundan Rusya’ya bağlanma kararı çıkmış, Rusya’da Kırım’daki halkın isteğine saygı duyarak Kırım’ı ilhak etmiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan “Referandumun Irak anayasası ve uluslararası alanda hiçbir meşruiyeti yoktur. Kuzey Irak’ın daha vahim hatalar yapması engellenmeli” demiştir ama bu meşrutiyet sorununun uluslararasında tartışma konusu olduğu unutulmuştur.
Rusya, referandum konusunda samimi değildir.
Vladimir Putin’in baş stratejisti Aleksander Dugin, Ortadoğu’daki son gelişmeleri Star gazetesine 2 Haziran 2017’de değerlendirirken “Kürtler bölgede devlet sahibi olmak istiyor” diyerek bir gerçeği açıklamıştır. Putin, geçen yılki son basın toplantısında Kürt Halkı’nın bağımsızlık talebine ilişkin soruyu şöyle cevaplamıştır: “Rusya’nın Kürt halkıyla her zaman özel ve sıcak ilişkileri oldu. Kürt Peşmerge güçleri terörizmle mücadelede olağanüstü derecede cesur ve etkili davrandı. Egemenliğe gelince, uluslararası hukuk çerçevesinde hareket edilmesi gerekiyor. Kürt halkının hakları korunacak fakat spesifik meseleler Irak ve Kürt halkı tarafından belirlenecek. Irak’ın iç işlerine karışmayacağız.”
Cumhurbaşkanı Erdoğan eğer “Türkiye’nin Kırım Türk halkıyla her zaman özel ve sıcak ilişkileri oldu” diyerek Kırım’da “Türk halkının hakları korunacak” deseydi, acaba Putin buna nasıl tepki gösterirdi?
Putin, Türklerden çok Kürtlere sıcak bakan bir liderdir.
Türkiye’nin ısrarlı taleplerine rağmen Moskova’daki PKK ve PYD temsilciliklerini kapatmamıştır. Batı dünyası PKK’yı terör örgütü olarak tanımasına rağmen Rusya bu konuda adım atmamıştır. Buna karşılık Kırım Tatarlarının temsil organı Kırım Tatar Milli Meclisi 26 Nisan 2016 tarihinde kapatılmıştır.
Kırım’da Moskova yönetiminin görevlendirdiği mahkeme, Kırım Tatar Milli Meclisi’ni aşırıcı örgüt (?) kapsamına alarak faaliyetlerini yasaklarken, Türkiye’nin düşmanı PKK ve PYD Moskova’da faaliyet göstermeye devam etmektedir. Acaba Türkiye Rusya’nın düşmanı olan bir örgüte Ankara’da temsilcilik açma izni verse, Rusya bunu hoşgörü ile karşılar mıydı?
Türkiye ve Rusya’nın dünyaya bakışları tam olarak örtüşmemektedir.
Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Kırım dahil Orta Asya’daki Türk Cumhuriyetleri, Rusya ve Türkiye arasında bir rekabet alanı olmuştur. Taraflar arasında PKK ve PYD, Yukarı Karabağ, Kosova, Suriye, Kıbrıs, sözde Ermeni soykırımı ve Ermenistan konularında temel görüş ayrılıklarının varlığı yok sayılamaz. Rusya, S-400 füzeleri için beklenen teknoloji transferine de sıcak bakmamaktadır. Halep’te ateşkes için BM Güvenlik Konseyi’nde yapılan oylamada Rusya ve Çin’in veto kullandığı da unutulmamalıdır.
Dün yapılan Erdoğan-Putin görüşmesinde Kırım’daki insan hakları ihlali muhtemelen gündeme gelmemiştir. Kırım Cumhuriyeti Yüksek Mahkemesi tarafından yargılanan Kırım Tatar Milli Meclisi Başkan Yardımcısı Ahtem Çiygöz, parlamento önündeki kargaşayı organize etmekten 11 Eylül’de 8 yıl hapis cezasına çarptırılmıştır ama bundan liderlerin haberi olmamıştır. Çiygöz 26 Şubat 2014 tarihinde Kırım Parlamentosu binasının önünde gerçekleşen mitingi düzenleyenlerden biri olarak suçlanıyordu.
Demek ki Kırım’daki insan hakları, Rusya’ya domates ihracatı kadar önem taşımamaktadır.
Demokrasi ve insan haklarının çağdaş ve uygar ülkelerde büyük önem kazandığı günümüz dünyasında insan haklarına saygı göstermeyen rejimlerin çağdaş dünyadan soyutlanması kaçınılmazdır. 4 Kasım 1950 tarihli Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Ukrayna vatandaşı olan Kırım Tatarlarını da koruyan temel bir hukuk normudur. Haksız bir şekilde Kırım’dan sürgüne gönderilen Kırım Tatarlarının anavatanları olan Kırım’da yeniden iskan edilmeleri en temel insan hakkıdır.
Merhum Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel 23 Mayıs 1998’de Kırım’ı ziyaretinde bu duruma dikkat çekerek şöyle demiştir: “Tarihin karanlık bir döneminde zorla, yaşadıkları topraklardan koparılmış olan Kırım Tatarlarının yeniden anayurtlarına dönmeleri, demokrasi ve hukukun üstünlüğünün küresel bir mutabakata dönüştüğü zamanımızın ruhuna uygun bir tarihi gelişmedir.”
Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Putin arasında 3 Mayıs 2017 tarihindeki görüşmeden sonra yapılan basın toplantısında öne çıkan başlıklardan biri, domates olmuştur. Rusya’nın Karadeniz kıyısındaki olimpiyat şehri Soçi’de Putin ile görüşmesinin ardından basın toplantısında konuşan Erdoğan, “Domates dışında her konuda mutabık kalındı” derken, Putin şu açıklamayı yapmıştır: “Domates dışında kısıtlamaların kaldırılması için anlaştık.”
Bu konu gazeteci Ahmet Hakan‘ın da dikkatini çektiği için 4 Mayıs 2017 tarihli yazısında, “Rusya ile aramızda bütün krizler çözüldü. Domates krizi hariç…Öyle bir yürütülüyor ki domates müzakerelerini gören, nükleer füze başlıkları müzakeresi yürütülüyor sanır” ifadesiyle konuyu magazinleştirmiştir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan geçen yıl Orman ve Su İşleri Bakanlığı toplu açılış töreninde yaptığı konuşmada “Dünyanın ve bölgemizin yeniden yapılandırılmaya çalışıldığı şu kritik dönemde, eğer durmaya kalkarsak kendimizi bulacağımız yer, SEVR ŞARTLARIDIR” diyerek önemli bir tespitte bulunmuştur. Erdoğan 14 Aralık 2016 tarihinde de,”Yaşadığımız bu dönem en az İstiklal harbi kadar zordur. Bugün adı konulmamış bir Sevr tehdidi ile karşı karşıyayız” diyerek Sevr Anlaşması’na (Le Traité de Sèvres), atıfta bulunmuştur.
Bana kalırsa, Barzani’nin kafasında bağımsız bir Kürdistan devleti kurarak uzun dönemde ve uygun konjonktürde Kürt kökenli nüfusun yaşadığı bölgeleri de içine alacak bir Kürdistan yaratmak geçmektedir. Lozan Anlaşması ile Kürdistan tarih olmuştur ama Lozan’dan önceki Sevr Anlaşması’nda Kürdistan’ın kurulması için konulmuş maddeler vardır.
Günümüzde bazıları Demokratik Özerklik ve Referandum adı altında Sevr’i geri getirmek istemektedir. Demokrasi, özerklik, Avrupa Özerklik Şartı gibi kulağa hoş gelen ama altında gizli emellerin bulunduğu sözlere kanmayalım, bazı aydın geçinen ama bir türlü aydın olamayanların sözlerine de inanmayalım.
Birinci Dünya Savaşı sonrasında Osmanlı Devleti ile 10 Ağustos 1920 tarihinde imzalanan Sevr Anlaşması, büyük ölçüde Skyes-Picot’da belirlenen sınırlara dayanır. Sykes-Picot, 29 Nisan 1916 tarihinde Kut’ül Ammare Kuşatması sonrasında İngiliz kuvvetlerinin Osmanlı Devleti’nin 6’ncı Ordusu karşısında yenilmesinden 17 gün sonra, 16 Mayıs 1916 tarihinde İngiltere ve Fransa arasında yapılan ve aynı yılın Ekim ayında Rusya tarafından onaylanan, Osmanlı Devleti’nin Orta Doğu’daki topraklarının paylaşılmasını öngören gizli anlaşmadır. Gerçekleşmemiştir ama Sevr Anlaşması’nın temelini oluşturur.
Sevr’de de büyük Kürdistan vardır.
Geçmişte Diyarbakır Silvan’da 13 şehidin verildiği günde Demokratik Toplum Kongresi demokratik özerklik ilan etmiştir. Kongre’de BDP’yi temsil eden Batman milletvekili Bengi Yıldız, Taraf Gazetesi’nden Neşe Düzel‘e demokratik özerkliğin ne anlama geldiğini kendine göre açıklamıştır. Yıldız, Demokratik Özerklik (Sevr Anlaşması’ndaki ifadesiyle muhtariyet-i mahalliye) ilan edilen bölgenin Kürdistan olduğunu belirterek bu bölgenin Sivas Koçgiri, Maraş’ın bir kısmı, Erzincan, Malatya, Elazığ tarihsel olarak Erzurum, Van, Ağrı, Batman, Diyarbakır ve Doğu ve Güneydoğu’nun tamamı olduğunu söylemiştir.
Sevr Anlaşması’nda da bu iller Türkiye’nin sınırları dışında tutulmuştu.
Sevr paylaşımını hazırlayan ABD Başkanı Woodrow Wilson‘dur. ABD Planın kabul edilmemesine bozulmuş, Lozan’ı onaylamamıştı. Türk düşmanı İngiltere Başbakanı David Lloyd George da 29 Ekim 1919 tarihinde Avam Kamarası’nda yaptığı konuşmada şunları söylemişti: “Dünyanın en zengin topraklarından biri olan geniş bir ülkeyi Türk’ün mahvedici nüfuzundan azad eyledik. Medeniyet yüzlerce yıl bu yolda başarısızlığa uğradıktan sonra İngiltere bunu gerçekleştirdi.” (Taha Akyol, Bilinmeyen Lozan, 2014, s. 23).
Sevr Anlaşması, Birinci Dünya Savaşı sonrasında İtilaf Devletleri ile Osmanlı İmparatorluğu arasında 10 Ağustos 1920 tarihinde Paris’in batı banliyösü Sevr kasabasındaki Seramik Müzesi’nde (Musée National de Céramique) imzalanmıştır. Bu müze, Türkiye için Anlaşma’nın imzalandığı yer olması bakımından önemlidir. Bir diğer önemi de, Ermenilerin müzenin önüne 8 Mart 2001 tarihinde sözde Ermeni Soykırım Anıtı dikmesidir. Anıtın üzerinde “1915’te Jön Türk Hükümeti tarafından Birinci Dünya Savaşı’nda soykırıma uğratılan 1,5 milyon Ermenin anısına” yazılıdır.
Sevr Anlaşması’nın 62-64’ncü maddeleri Kürdistan ile ilgilidir. İngiliz, Fransız ve İtalyan temsilcilerinden oluşan bir Komisyon Fırat’ın doğusundaki Kürt vilayetlerinde bir yerel yönetim düzeni kuracak, bir yıl sonra Kürtler dilerse Milletler Cemiyeti’ne bağımsızlık için başvurabilecektir.
Madde 64 şöyledir: “İşbu muahedenin mevki-i meriyete vaazından bir sene sonra 62 inci maddede zikredilen havalideki Kürtler, bu havali Kürtlerinin ekseriyeti Türkiye’den ayrılarak müstakil olmak arzu ettiğini ispat ederek Cemiyet-i Akvam Meclisine müracaat ederler ve Meclis de ahali-i mezkûreyi bu istiklâle lâyık görür ve onlara istiklâl bahşetmesini Türkiye’ye tavsiye eyler ise Türkiye işbu tavsiyeye muvafakat ve bu havali üzerindeki bilcümle hukukundan feragat etmeği şimdiden taahhüt eder.”
Sykes-Picot ve Sevr Anlaşması’nın 64’ncü maddesi kağıt üzerinde kalmıştır ama, PKK’nın Kandil’deki yöneticilerinden Murat Karayılan’ın “Kürt inkarı üzerinde şekillenen Lozan Anlaşması artık ortadan kalkıyor” açıklamasını, Barzani’nin referandum kararını, Türkiye’nin terör örgütü olarak tanımladığı YPG’ye ABD’nin ağır silahlar vermesiyle birlikte düşündüğümüzde, acaba yeni bir Sykes Picot mu gündeme geliyor sorusu akla gelmektedir. Sevr paylaşımını hazırlayan Woodrow Wilson’un da ABD Başkanı olduğunu unutmayalım.
Irak’taki referanduma tepki gösterirken. Erdoğan-Barzani ikilisinin 2013 yılında Diyarbakır’da buluştuğu, “Kürdistanı selamlıyorum” sözcüğünün ağızdan çıktığı, Şıvan Perver ile İbrahim Tatlıses’in Megri megri (Ağlama ağlama) diye düet yaptığı gözden uzak tutulmamalıdır.(http://odatv.com/vid_video.php?id=8F184)
Barzani’ye yurt içinden az sayıda da olsa destek gelmiştir. Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu, “Kürdistan’da yaşayan halk buna karar verir. Herkese de düşen buna saygı göstermektir” derken, Cumhurbaşkanı Başdanışmanı İlnur Çevik Haziran ayında Ankara’da SETA’nın düzenlediği bir etkinlikte “Referanduma, Irak’ta istikrarsızlık olabileceği endişesiyle karşı olduklarını, ama referandum yapılması halinde hiçbir yaptırım uygulamayacaklarını” açıklamıştır. Bunun anlamı şudur: Referanduma karşıyız, ama referandum yapılsa bile petrol anlaşmasını sürdüreceğiz.
Son söz: Referanduma tepki gösterirken kendi içimizde bir kopuş yaşamamaya dikkat edilmelidir
Bir yanıt yazın