Sol, 1950’den bu yana iktidar yüzü görmedi. Ülkemiz, 1950’den bu yana, emperyalizmle işbirliği yapan sağcı, tutucu hükümetler tarafından yönetildi.
Bir arpa boyu yol alamadık.
AKP ise 15 yıllık iktidarı döneminde uyguladığı iç ve dış politikalarla gelmiş geçmiş tüm sağcı yönetimlere rahmet okuttu. Ulusal zenginliklerimiz, birikimlerimiz, kültür değerlerimiz talan edildi. Yağmalandı. Yabancılara peşkeş çekildi.
1923 Devrimi ve Kemalist Cumhuriyet yoğun bir saldırı ile karşı karşıyadır bugün. Ülkemiz ABD, AB ve yerli uşakları tarafından kuşatılmıştır.
Bugüne değin ulusalcılara, ulusal düşünceye, Atatürk devrimlerine bu denli pervasızca, açıktan dil uzatılmadı. Bu denli yüksek perdeden sövülüp sayılmadı. Bağımsızlık düşüncesi bu denli aşağılanmadı.
Yasama, yürütme, yargı erklerini tekeline alan AKP iktidarı, Türkiye’yi dilediği gibi yönetme sevdasına düşmüştür.
Dinci faşizm kol gezmektedir… İşbirlikçi, taraf basın “Mütareke Basını”na dönüşmüştür. Emperyalizmin ve zalimlerin sözcüsü durumundadır bugün. Giderek daha da saldırganlaşmaktadır.
Bütün bu baskıcı uygulamalar, programlar Amerika’nın yeryüzüne egemen olma ve ülkelerin enerji kaynaklarını talan etme planının bir parçasıdır. Ortadoğu haritası ve Türkiye yeniden biçimlendirilmeye çalışılmaktadır.
Bin yıldır bir arada yaşayan insanların arasına etnik, dinsel düşmanlık tohumları ekilerek, uluslar yapay ayrılıklar temelinde bölünmek istenmektedir. Bütün bu sinsi, karanlık planlar “özgürlük, demokrasi” perdesinin arkasına sığınılarak yapılmaktadır.
Kuran kursları, imam hatipler, çarşaflı, türbanlı, takkeli, şalvarlı, sakallı insanlar giderek artıyor sokaklarımızda, caddelerimizde… Devletin açtığı sınavlara kızlar, kara çarşaflarla giriyorlar artık.
Sınıflarımızda cübbeli, sarıklı imamlar ders vermeye başladı bile…
Yakında tekkeler, zaviyeler, medreseler yeniden açılırsa hiç şaşmayalım. Hilafet ve saltanat ise kapıda bekliyor.
Ne var ki şeriat ve şeriatçılık Ortaçağ ürünüdür.
Zamanını doldurmuştur.
Kullanım tarihi geçmiştir.
Çağdaş, uygar toplumlarda dine dayalı iktidarlar, kurumlar yoktur artık.
Oralarda Din gönüllere, vicdanlara yerleşmiştir. Din, kulla Allah arasındadır.
Kimse din alıp satmaz. Din ticareti yapmaz. Kimse Allah’la aldatmaz…
Dini kullanarak, saf, inanmış dindar vatandaşlarından bağış adı altında trilyonları toplayıp iç etmez.
Yurttaşlarını dolandırmaz.
Yeryüzündeki şeriatçı ülkelerin varlığı, o ülkelerdeki ağa, bey, ulema, molla, aşiret ve tarikat reisi gibi Ortaçağ kalıntılarının varlığından kaynaklanmaktadır. Bu ülkelerde bilimin, fennin yerini inanç almıştır.
DİNCİ YÖNETİMLERİN VE BU ORTAÇAĞ ARTIKLARININ EN BÜYÜK DESTEKÇİSİ İSE EMPERYALİZMDİR…
Din sömürüsü yapan, Ortaçağ kalıntıları ile ortaklık kuran, özgür düşünceyi yasaklayan, gazetecileri hapishanelere dolduran bir devlet adamı emperyalizmle asla mücadele yapamaz…
Bağımsızlık savaşı veremez…
Kim ki bu adamları emperyalizme karşı savaş veriyor diye göklere çıkarıyor, kim ki icraatı, yaptıkları ortada olan bu adamları “milliyetçi, tam bağımsızlıkçı” diye övüyor, o egemen güçlerin değirmenine su taşıyor demektir…
Çünkü vatan savunmasını yapabilmek için her şeyden önce ulusal niteliklere sahip olmak, yurtsever olmak gerekir.
Atatürk’e, ANT’a, TC’ye, Lozan’a karşı çıkarak, “Ne mutlu Türk’üm Diyene” sözünü kitaplardan, meydanlardan, duvarlardan silerek, emperyalizmle mücadele yapılmaz.
- Yüzyılın başında emperyalizme ve yerli uşaklarına karşı nasıl bir mücadele verilmişse bugün de aynı yol ve yöntem izlenmelidir… Her şeyden önce her alanda ulusalcılık baş politikamız olmalıdır.
Toprak satarak, fabrika satarak, adalarımızı yabancılara peşkeş çekerek ULUSAL OLUNMAZ… Ancak ulusalcılık oyunu oynanır.
Bu konuda Mustafa Kemal şunları söylemişti:
“Bizim aydın ve uygulanır gördüğümüz siyasal meslek ulusal politikadır. Ulusal politika dediğim zaman:
- Ulusal sınırlarımız içinde,
- Her şeyden önce kendi gücümüze dayanarak politika yapılmalıdır…”
Zaman, “Gökten ne yağarsa yağsın, yerin kabul etmesi” zamanı değildir. Zaman parti önderlerini ve yöneticilerini ilahlaştırıp, her dediğine baş sallama, “evet” deme zamanı değildir.
Kıvırtmanın, soytarılığın, particilik oyunları oynamanın zamanı hiç değildir. Zaman mücadele zamanıdır. Eleştirme, gerçekleri söyleme, Atatürk çizgisinden sapanları, saptıranları, ihanetleri ortaya dökme zamanıdır…
Bir yanıt yazın