Suriye Ürdün sınırında, Guta ve Humus kuzeyinde kurulan gerilim azaltma bölgelerinden sonra Perşembe günü Astana görüşmelerinin 6.turunda;
Türkiye, Rusya ve İran dördüncüsünün İdlib’te olmasını planladıkları gerilimi azaltma bölgesi anlaşmasını imzaladılar.
İdlib gerilimi azaltma bölgesinde Türkiye muhaliflerin bulunduğu alanı, Rusya ve İran ise hükümet güçlerinin bulunduğu alanı kontrol edecektir.
Buna göre İdlib’indış kesimini Rusya ve İran, kentin iç kesimlerini ise Türkiye denetleyecektir…
*
İdlib, El Nusra liderliğindeki radikal grupların buradaki mevcudiyeti nedeniyle Suriye krizinin çözümünde kilit bölgelerden biridir.
Türkiye’nin İdlib gerilim azaltma bölgesindeki rolü;
1- Suriye yönetimiyle işbirliği yolu çizerek Suriye’deki çatışmaların bitmesine çaba göstermek,
2- İdlib’teki yönetimi silahlı gruplardan alarak sivil idareye devretmek, radikal unsurları elimine etmek, kentteki çatışmasızlığı denetlemek, güvenliği Fırat Kalkanı bölgesinde olduğu gibi yerel polis güçlerine bırakmaktır.
*
Türkiye bu görevi, öngördüğü Suriye toprak bütünlüğü ve bölgedeki nufusunun artacak olmasıyla sağlayabileceğine inanıyor.
Bu Türkiye’nin bölgeye çok sayıda Sünni Arap taşıması ve yeni bir demografik yapı oluşturması anlamına geliyor…
Elbette görev bunlarla sınırlı değildir.
O halde duruma daha geniş bir açıdan bakmak gerekiyor…
*
İdlib gerilim azaltma bölgesinin kurulması ile beraber Beşar Esad ordusunun Suriye’de stratejik açıdan önemli batı bölgelerinde askeri kayıpları geri çevirdiği,
Böylece Suriye iç savaşının sona ermekte olduğu,
Ve Beşar Esad’ın, Rusya, İran ve Hizbullah koalisyonunun savaşı kazandığı anlaşılıyor.
Bugün Esad ve müttefikleri Suriye’nin dört büyük şehrini ve Akdeniz kıyılarını kontrol ediyor, enerji açısından zengin Homs eyaletinde Fırat nehri vadisine yayılıyor…
*
Şam’da rejim değişikliğini gerçekleştirmek isteyen Batılı ülkeler ve yerel asi güçler ise artık ittifaklarını değiştiriyor.
Esad’a istifa çağrıları son bulmuştur.
Suriye hükümeti şu anda nufusun yoğun olduğu bölgelerde batılıları kontrol altında tutarken,
İŞİD militanları ve El Kaide’ye bağlı gruplar, ABD destekli Kürtler ve Türkiye destekli isyancı gruplar arasında kalmayı sürdürüyor…
Kurulan gerilim düşürme bölgeleri şiddeti önemli ölçüde azaltmıştır, Suriye’de ki çatışmalar birbirinden ayrı ve ilgisiz cephelerde dar alanlara sıkışmıştır…
*
Şimdi Astana süreci, gerilim düşürme bölgelerinde gözlemci ülkelerin sayısını artırmaya yönelmiştir.
Suriye konulu yeni bir toplantı Ekim ayı sonunda planlanıyor.
Ardından yeniden BM’in Cenevre barış görüşmeleriyle Suriye İç Savaşına siyasi çözüm bulunması yoluna gidilecektir.
Çünkü Suriye ve Irak alanında temel çıkarlar üzerinde iki kamp belirlenmiş; İsrail ve İran ortaya çıkmıştır.
Bu konuda çok yoğun diplomatik görüşmeler yapılıyor…
*
İsrail, Suriye’deki bu zaferin Esad rejimini istikrara götürmeyeceğini, çünkü İran’ın savaşa yaptığı katkının karşılığını almanın peşinde olduğunu,
Lübnan Hizbullah’ının fiili egemeni olarak Suriye’de kendisine bir güç dinamiği oluşturmaya çalıştığını,
Üstelik HAMAS’ın da Hizbullah eliyle Lübnan’a yerleşmekte olduğunu iddia ediyor…
*
ABD’nin; İsrail’in tehlikeli gördüğü bu olasılığa tepkisi sınırlı görünüyor.
Bu yüzden İsrail; İran’ın Akdeniz’e kadar olan genişlemesinin kötü bir seçenek olduğunu Rusya yönetimine anlatmanın derdindedir.
Kürt sorununun da Cenevre Görüşmeleri kapsamında çözümlenmesi öngörülüyor…
*
Bu noktada Astana sürecine dönüldüğünde; Türkiye’nin rolü, Suriye yönetimiyle işbirliği yolu çizerek Suriye’deki çatışmaların bitmesine çaba göstermektir.
Doğrusu çapraz amaçlarla yıllarca Esad rejimi ile savaşan Türkiye, Suriye ile barışmanın ortak bir zeminini de bulmuş görünüyor:
*
Suriyeli Kürtler Türkiye’nin tehdit algısını arttırmış ve Ankara’yı Suriye politikasını terörle mücadeleye yöneltmeye zorlamıştır.
Ankara bir U dönüşü yaparak, Suriye’deki rejim değişikliği talebini sessizce bırakmış, muhalefet desteğini kademeli olarak azaltmış ve Suriye’deki Kürt gelişmelerini engelleme çabalarında alternatifler aramaya başlamıştır.
Peki, bu durum Ankara ve Şam arasında yeni köprüler kurulmasına yol açabilir mi?
*
Daha önce de uluslararası alanda, işlenen insanlık ve savaş suçları ile ilgili olarak,
Mesela II. Dünya Savaşı sonrasında Nürnberg ve Tokyo Uluslararası Askeri Ceza Mahkemeleri,
Ya da Eski Yugoslavya’nın Topraklarında İnsan Haklarını Çiğnemekle Sorumlu Kişilerin Cezalandırılması İçin Kurulmuş Uluslararası Mahkeme gibi,
Suriye İç Savaşının siyasal çözümünün mutlaka kurulacak bir uluslararası mahkemede uluslararası hukukla bağlanması ve taçlandırılması gerekiyor…
*
Bunun için Suriye iç savaşında işlenen hukuk ihlallerinden Esad rejimi kadar muhalif taraflar, teröristler varsa bunları destekleyen ülkeler paylarını üstlenmelidirler.
Suriye de savaş suçları işleyerek hukuku ihlâl eden bireyleri cezalandırmak, söz konusu suçların detaylı ve esaslı bir biçimde kategorize edilmesi açısından önemlidir.
Savaş suçu işlenmesini planlayan, kışkırtan, emreden, işleyen veya planlanmasına, hazırlanmasına ya da gerçekleştirilmesine herhangi bir şekilde yardım ve yataklık eden bir kimse, o suç için bireysel olarak sorumludur.
Hem hukukun üstünlüğü, hem de savaş hukukunun geçerliliği ve gelişmesini açısından yargılanmaları ve cezalandırılmaları gerekiyor.
Yeni Suriye’nin kurulmasına ilişkin bağlayıcı kararın bu bileşkeden çıkarılması, bu sistematik hukukun BM merkezinde yeni bir statünün oluşmasına yol açması gerekiyor ki;
Suriye krizinin siyasal çözümünün başkaca bir yolu da bulunmuyor…
*
Ne yazık ki; Suriye iç savaşında işlenen hukuk ihlalleriyle ilgili olarak Recep Tayyip Erdoğan’ın ismi ön plandadır.
Bu durum Ankara ve Şam arasında yeni köprüler kurulmasına geçit vermiyor…
*
İşte, ABD’de yargılanan Rıza Zarraf dosyasına eski bakan Zafer Çağlayan ve HalkBank eski yöneticilerinin eklenmesi,
Almanya’da Milli İstihbarat görevlisi Fatih Sayan’ın yargılanması;
Recep Tayyip Erdoğan şahsında Türkiye Devleti’nin;
ABD’de yolsuzluk ve terörizm suçlarıyla,
Almanya’da ise farklı bir devlet sınırları içinde o ülkenin yasalarını ihlal etmek ve kontrespiyonaj faaliyetleri yürütmekle itham edilmesi anlamına geliyor.
Ve Türkiye’nin mevcut durumunun anlaşılması için önemli veriler sunuyor.
*
Bu durumda Erdoğan;
İran’ın İsrail’in coğrafyasında siyasi ve askeri potansiyelini maksimize etmek üzere bölgeyi tek bir çatışma alanı haline getirmeye çalışması karşısında;
İsrail ve partneri Suudi Arabistan’ın önlerindeki Sünni Arap bir bloğun bulunmadığın gösterir stratejik bölge haritasında; Sünni bir blok oluşturmanın görevlisidir.
Belki kendine bir umud oluşturur diye İdlip’dedir, bu kez de Astana’dakileri şaşırttığını zannediyor…
*
Allah kurtarsın, Efendim…
17. 9 . 2017
Bir yanıt yazın