Romanya Köstence’de 7-8 Eylül 2014 tarihlerinde 8’nci Uluslararası Balkanlarda Sosyal Bilimler Kongresi yapılmıştır. Kongre, Sakarya Üniversitesi, Gazi Üniversitesi, Yıldız Teknik Üniversitesi, Erciyes Üniversitesi, Trakya Üniversitesi, Ovidius Üniversitesi, Nişantaşı Üniversitesi, Ahmet Yesevi Üniversitesi, TİKA, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, Turan Eğitim ve Dayanışma Derneği, Türk Bilim Araştırma Vakfı ve TÜRKSOY tarafından desteklenmiştir.
Babam rahmetli Süleyman Karluk 1912 yılında Köstence’de doğduğu için bu kent benim için önemlidir. Kuzenlerim Köstence’de yaşamaktadır. Kongre’den arta kalan zamanlarda onlarla hasret giderdim. Neden Romanya vatandaşlığına (çifte vatandaşlık) geçmediğim sorusuna muhatap oldum. Çünkü, anne ya da babası Romanya doğumlu olanlar Romanya vatandaşı (AB vatandaşı) olabiliyorlar.
Şimdi, sunumumdan kısa bir özeti paylaşmak istiyorum.
Kırım, Sovyetler Birliği döneminde 1954 yılından 1991’e kadar Ukrayna’ya bağlı bir bölge (oblast) olmuş, bu yıldan sonra Rusya’nın işgaline kadar Ukrayna’ya bağlı Kırım Otonom Cumhuriyeti (Autonomous Republic of Crimea) olarak kalmıştır. Ukrayna Cumhurbaşkanı Viktor Yanukoviç’in 23 Şubat 2014 tarihinde görevden alınması ve Rusçanın ülkenin ana dillerinden biri olmasının kaldırılması sonucunda başlayan Ukrayna krizinde Kırım, Rusya tarafından işgal edilmiştir.
Kiev Uluslararası Sosyolojik Araştırmaları Merkezi’nin yaptığı bir çalışmaya göre Kırım’da halkın yüzde 97’si, Doneski’de yüzde 93’ü, Luganskaya’da yüzde 89’u, Odesa’da yüzde 85’i, Zaporojskaya’da yüzde 81’i, Harkov’da yüzde 74’ü, Dinepropetrovskaya’da yüzde 72’si ve Nikolayevskaya’da da yüzde 66’nın Rusçayı ana dil olarak konuşması, Kırım’ın ilhakı için gerekçelerden biri olmuştur.
Rus yanlısı milisler, Kırım yarımadasındaki stratejik noktaları ele geçirerek 26 Şubat gecesi Kırım’ın tek taraflı ilhak edilme sürecini başlatmıştır. İşgal sonrasında oluşan yeni yönetim, Rusya’ya katılım kararını 6 Mart’ta alarak 16 Mart 2014 tarihinde referanduma götüreceğini açıklamıştır. Aynı tarihte Birleşmiş Milletler Genel Kurulu referandumu hukuk dışı saymıştır.
Almanya Başbakanı Angela Merkel 9 Mart’ta Kırım’da yapılacak referandumu Ukrayna’nın anayasasına ve uluslararası hukuka aykırı bulduğu belirtmesine rağmen yaklaşık 1 milyon 200 bin seçmenin bulunduğu Kırım’da referandum yapılmış, 23 ülkeden 135 gözlemci tarafından izlenmiştir. ABD ve Avrupa Birliği ülkeleri uluslararası hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle referandumu tanımamış ve referandumu ‘kanunsuz etkinlik’ olarak tanımlamıştır.
15 Mart 2014 tarihinde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, sözde referandumun ‘geçersiz’ olarak ilan edilmesini öngören kararı görüşmüştür. Karar Rusya tarafından veto edilmiş, Çin ise çekimser kalmıştır. Venedik Komisyonu, Avrupa Birliği ve ABD, yasa dışı olarak yapılan sözde referanduma karşı çıkmıştır.
Katılanların yüzde 93’nün Rusya ile birleşmekten yana oy kullandığı referandumda Kırım Tatar Türkleri, Ukrayna’nın toprak bütünlüğünden yana olduklarından referandumu boykot etmiştir.
Referandumda halka, “Rusya’ya bağlanmaya razı mısınız?” ve “1992 yılı Kırım Anayasası’nın yeniden yürürlüğe girmesi ve Kırım’ın Ukrayna’nın bir parçası olmasına razı mısınız?” soruları yöneltilmiştir.
Referandumdan 2 gün sonra 18 Mart 2014 tarihinde Kırım Rusya tarafından ilhak edilmiştir. Böylece Rusya, 1994 yılında Budapeşte Mutabakatı ile kabul ettiği Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü Kırım’ı işgal ederek ortadan kaldırmıştır. İlhak, Rusya dışında Afganistan, Nikaragua, Venezüella ve Suriye tarafından tanınmıştır. Bir anlamda Suriye Rusya’nın doğal müttefiki olduğunu bu şekilde göstermiştir.
Bu devletlerin yanında de facto devletler Abhazya, Dağlık Karabağ ve Güney Osetya ilhakı uygun bulmuştur. Ukrayna devletinin toprağı olan Kırım’ın Rusya tarafından ilhakı, başta Türkiye olmak üzere Avrupa Konseyi ve Batı dünyası tarafından tanınmamıştır.
Kırım’ın Rusya’ya bağlanması sonrasında Tatarca Kırım’daki üç resmi dilinden biri sayılmış ve Tatarlara parlamento, hükümet ve yerel yönetimlerde belli oranda temsil hakkı sağlanması öngörülmüştür. Fakat buna rağmen gelişmeler bu yönde olmamıştır.
Tarihte Rus Çarlığı ile Osmanlı, Rusya ile Türkiye hiçbir dönemde gerçek anlamda dost olmamıştır. Türkiye ve Rusya arasında 500 yılı aşkın ilişkilerde onlarca savaş gerçekleşmiştir. Rusya ve Osmanlı Devleti arasındaki 11 savaşın sadece dördünde Osmanlılar galip gelebilmiş, yedi savaş ağır mağlubiyetle sonuçlanmıştır.
Rus Çarı 1’nci Nikolay’ın St. Petersburg’da 9 Ocak 1853 tarihinde söylediği “Kollarımız arasında hasta, ağır hasta bir adam var” ifadesindeki hasta adam, Osmanlı Devleti’dir. Terim ilk defa 12 Mayıs 1860 tarihinde The New York Times’ta yer almıştır.
Osmanlı Devleti ile Rus Çarlığı arasındaki 93 Harbi (1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı) sonrasında Tatar Türklerinin vatan Kırım’dan ayrılarak Türkiye’ye göç etme süreci hızlanmıştır. Kırım’ın Rusya tarafından işgali sonrasında göç, bu defa Ukrayna’ya yönelik olarak devam etmektedir.
Kırım Tatar Türkleri, 1420 yılında Altın Orda (Altın Ordu) Devleti’nden (1240-1443) ayrılarak Kırım Hanlığı olarak bağımsızlık kazanmıştır. Bu devletin yıkılışından sonra kurulan Kırım Hanlığı, 1774 Küçük Kaynarca Anlaşması’na kadar Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı kalmıştır. Anlaşma ile Kırım Hanlığı bağımsız bir bölge (oblast) olarak Osmanlı Devleti ve Rusya tarafından kabul edilmiştir. Bunu fırsat bilen Rusya, Kırım Hanlığını yok etmek için girişime başlamıştır.
Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet isimli kitabında bu duruma dikkati çekmiştir. Cevdet Paşa, bağımsızlık kurularak Rusya’nın Kırım Tatarları üzerine sağlamış olduğu himaye hakkı ile Kırım’ı manen istila ettiğini yazmıştır. Rus Çariçesi 2’nci Katerina’nın Hanlık tahtından Devlet Giray’ı indirip yerine himaye ettiği Şahin Giray’ı getirmesi üzerine Osmanlı Padişahı 1’nci Sultan Hamit, “Rusların asıl amacının Kırım’ı ilhak etmek olduğunu” açıklayarak bir tarihi gerçeğin altını çizmiştir.
Kırım’ın Rusya tarafından 1783 yılında işgal edilmesinden sonra Kırım’dan büyük göç başlamış, 10 Ocak 1792 Yaş Anlaşması ile Kırım Rus Çarlığının himayesine girmiş, Anlaşma sonrasında Osmanlılar Dinyester’e kadar tüm tartışmalı bölgelerden çekilmek zorunda kalmıştır. 1812 Bükreş Anlaşması sonrasında da Kırım Hanlarına ait olan tüm bölge Rus egemenliği altına girmiştir. Anlaşma, 28 Mayıs 1812 tarihinde Osmanlı Devleti ve Rusya arasında imzalanmış, 5 Temmuz’da onaylanmış ve 1806-1812 Osmanlı-Rus Savaşı’nı sona erdirmiştir.
Kırım kökenli tarihçi Prof. Dr. Halil İnalcık Kırım’ın Ruslar tarafından işgalini şöyle açıklamıştır: “Rus kuvvetleri ilk defa 1736’da Münnich kumandasında Kırım yarımadasını istila etti. Bahçesaray zapt edilerek yakıldı; 2000 ev ile hanların sarayı kül oldu. Bu arada Selim Giray’ın kurduğu zengin kütüphane mahvoldu. Kalgayların merkezi Akmescit aynı akıbete uğradı. Ruslar, Lascy idaresinde 1737 ve 1738 yıllarında da gelerek tahribatı sürdürdüler.”
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin arasında 3 Mayıs 2017 tarihindeki görüşmeden sonra yapılan basın toplantısında öne çıkan başlıklardan biri domates krizi olmuştur.
Rusya’nın Karadeniz kıyısındaki Soçi’de Putin ile görüşmesinin ardından basın toplantısında konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Domates dışında her konuda mutabık kalındı” derken, Putin de şu açıklamayı yapmıştır: “Domates dışında kısıtlamaların kaldırılması için anlaştık.”
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da Filipinler’in başkenti Manila’da Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ile görüşmesinde “…Yine domates başta olmak üzere daha da ekonomik ilişkilerimizi nasıl geliştiririz, bunları değerlendirdik” demiştir. Rusya Tarım Bakanı Aleksandr Tkachev, ise Rus televizyonu Rossiya 24 Kanalına yaptığı açıklamada kendisine yöneltilen Türkiye’ye yönelik domates yasağı ile ilgili soruya şu cevabı vermiştir: “Türkiye’den domates ithal etmeye hazır değiliz, bunu yapmayacağız.”
Bu açıklamalar, Türkiye ve Rusya arasında domates sorunundan başka sorun kalmadığı anlamına gelmektedir, Oysa gerçek öyle değildir. Tarafların dünyaya bakışları örtüşmemektedir. Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Kırım dahil Orta Asya’daki Türk Cumhuriyetleri, Rusya ve Türkiye arasında bir rekabet alanı olmuştur.
Taraflar arasında PKK ve PYD, Yukarı Karabağ, Kosova, Suriye, Kıbrıs ve sözde Ermeni soykırımı konularında temel görüş ayrılıklarının varlığı yok sayılamaz. Halep’te ateşkes için BM Güvenlik Konseyi’nde yapılan oylamada Rusya ve Çin’in veto kullandığı da unutulmamalıdır.
Kırım Tatar Türkleri, Almanlarla işbirliği yaptıkları şeklinde haksız bir gerekçeyle bir gecede Sovyet lider Stalin tarafından trenlere bindirilerek başta Özbekistan olmak üzere Orta Asya’ya sürülmüştür. Bu sürgün unutulamaz. 1944 sonrasında sürgünden dönen ve Kırım’a yerleşenler üzerinde Rusya’nın ağır baskısı devam etmektedir. Kırım Tatarlarına anayasal hakları verilmiş olmasına rağmen Sovyetler Birliği’nin son günlerine kadar yurtlarına geri dönmeleri yasaklanmıştır.
Rusya Adalet Bakanlığı 18 Nisan 2016 tarihinde, Kırım Tatar Milli Meclisi’ni aşırı faaliyetler sebebiyle çalışmaları durdurulan dini ve sivil toplum örgütleri listesine almıştır ama Moskova’da bürosu olan PKK için böyle bir karar yoktur. Karar üzerine Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Thorbjorn Jagland 26 Nisan’da, Türk Dışişleri Bakanlığı ise 27 Nisan’da yasaklama kararını kınamıştır. Rusya, Kırım Tatar Türklerinin lideri Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu’nun Rusya’ya girişini yasaklamıştır.
Kırım Tatarları; vatanları Kırım’da kendi özyönetiminde, insan haklarına saygı, hukukun ve demokrasinin üstünlüğü, ırk, milliyet, din, dil, cinsiyet ve diğer diğer her türlü ayrımcılığa karşı olma ilkeleri çerçevesinde barış, huzur ve refah içinde yaşama hakkına sahiptir.
Bunun sağlanmasında büyük sorumluluk Türkiye Cumhuriyeti’ne düşer. Karşılıklı ekonomik çıkarlar önemli olmakla beraber, Kırım Tatarları ile olan tarihsel ve kültürel bağın gözetilmesi gereken bir unsur olduğu unutulmamalıdır. Türkiye, kısa vadeli değil, uzun vadeli çıkarlarını düşünerek bir strateji geliştirilmelidir.
Türkiye’nin Kırım Tatarlarının kültürel ve dini değerlerini korumaya yönelik adımlar atması, bunun için de Rusya ile ikili ilişkilerini kullanması gerekir. Kırım Tatar halkının lideri, Ukrayna Milletvekili Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu’nun Şubat 2017’de yapılan Kırım Tatar Platformu toplantısındaki konuşmasındaki tespiti, izlenmesi gereken stratejiye örnek oluşturmalıdır:
“Biz Kırım’ı silah zoruyla değil, diplomasi ve yaptırımların baskısıyla kurtarmayı istiyoruz. Şimdi dünyada bize soruyorlar, Türkiye size bu kadar yakın, en kalabalık diasporanız da orada. Türkiye niye böyle davranıyor diye. Biz elimizden geldiğince Türkiye’yi savunuyoruz. Ama bunlar çok tesirli, çok inandırıcı olmuyor. Diyorlar ki, akrabalık böyle olmaz.”
Türkiye-Rusya ilişkilerinin düşürülen Rus uçağı sonrasında düzelmesi olumlu bir gelişmedir. Tarafların yakınlaşması her iki ülkenin lehinedir. Türkiye Kırım’da Rusya aleyhine bir faaliyet içinde değildir.
Kırım’ın hukuk dışı işgalini Türkiye’nin tanımaması uluslararası hukukun gereğidir. Çünkü, Avrupa Konseyi üyesi Rusya’nın Kırım’ı işgali uluslararası hukuku yok saymaktır. Kırım, Kırım Tatarlarının anavatanıdır, onların yeniden bir sürgün yaşamaması için tüm Avrupa Konseyi üyesi ülkelerin desteği alınarak Kırım’ın eski statüsüne dönülmesi için gerekli her türlü girişim yapılmalıdır.
Kırım’ın Çarlık Rusya’sı eline düşmesinden sonra başlayan Kırım Tatar Türklerinin Milli İstiklal Mücadelesine Türkiye gerekli desteği vermeli, işgalden sonra Kırım’da yaşanan insan hakları ihlallerinin önlenmesi için daha çok çaba harcamalıdır.
Türkiye ile Rusya arasında düşürülen Rus uçağından sonra gelişen ekonomik ilişkiler, Kırım Tatar Türklerinin anavatanlarında insan haklarından yoksun olarak yaşamalarına feda edilmemelidir. Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci’nin ekonomik konular için “Aramızda bazı ufak tefek problemler yok değil, var” tespiti doğrudur. Ekonomik konuların dışında Rusya ile Türkiye arasında başta Kırım olmak üzere sorunların olduğu yadsınamaz bir gerçektir.
Kırım Tatarlarının 1783 yılında Kırım’ın Çarlık Rusya’sının kontrolüne geçtikten sonra başlayan Milli İstiklal Mücadelesi, günümüzde İsmail Gaspıralı’nın ‘Dilde Fikirde İşte Birlik’ görüşü çizgisinde devam etmektedir.
Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Faruk Özlü’ nün “Ankara-Moskova arasındaki mesafe, Ankara-Brüksel arasındaki mesafeden daha yakındır” açıklaması, fiziki km uzaklığı olarak anlaşılmalıdır. Çünkü Ankara-Moskova 2,406 km, Ankara -Brüksel ise 3,121 km’dir. Bunu başka bir şekilde anlamak mümkün değildir.
Sayın Bakan’ın mantığıyla hareket edersek çok farklı bir sonuçla karşılaşırız: “Ankara-Kırım Bahçesaray arasındaki mesafe, Ankara-Moskova arasındaki mesafeden daha yakındır.” Çünkü bu mesafe 1,577 km’dir. Aradaki fark 829’dir. Diğer bir deyişle Bahçesaray Ankara’ya Moskova’dan 829 km daha yakın olup 2,406 rakamı 1,577’den daha büyüktür.
Bir yanıt yazın