NECDET BULUZ
Türkiye, tarihinde ilk kez 2012 yılında saman ithalatı yapmak zorunda kaldı. Kaldı ki, Türkiye’nin dünyanın yedinci, Avrupa’nın bir numaralı tarım ülkesi olduğu bilindiği halde, tarımda ülkemiz sap ve saman ithal edecek duruma gelmiş bulunuyor.
Bunu son derece üzücü bulduğumuzun altını çizelim.
Bunun için yasal bir düzenleme yapılması gerekiyordu çünkü sap ve saman ithalatı yasaklı ürünler kapsamındaydı.
Hükümet hızla düzenlemeyi hayata geçirdi ve saman ithalatının yolu 5 yıl önce açıldı. Aradan geçen zaman zarfında büyük miktarlarda saman ithal edildi. Saman ithalatını savunan çevreler “Stok yapanlar var. Fiyat çok yüksek, daha da yükselecek. Bu nedenle ithal ediyoruz”savunmasını yapıyor.
Ayrıca da saman ithalatının geçici olduğunu, üretim artığında ithalata gerek kalmayacağını her fırsatta dile getirildi. Ancak, şimdi saman sıkıntısı yeniden başladı. Geçen yıl kilosu 38 kuruştan satılan saman şu anda 60 kuruşa satılıyor. Bu fiyat artışının Dolardaki artışla daha da yukarılara çıkabileceği de ifade ediliyor.
Saman karaborsaya düşmüş ve fiyatları zirve yapmış durumda. İlk akla gelen şey ise her zaman olduğu gibi ithalat yoluna başvurmak.
Binlerce ton ithal saman yolda
Tarımsal üretimin yanı sıra son yıllarda hayvan besiciliğinin hızla artmasıyla, hayvanların beslenmesi için gerekli olan yeme olan talep artmaya başladı. İhtiyacın da artmasıyla fiyatlar da yükseldi ve saman karaborsaya düştü.
Hayvan yetiştirici birlikleri karaborsaya düşen saman konusuna çözüm bulabilmek için ithalat yoluna başvuruyorlar. Bu bağlamda saman ithal etmek için anlaşma yapan birliklerden biri olan İzmir Damızlık Sığır Yetiştiricileri Birliği, Bulgaristan’dan saman ithal etmeye başladı bile.
İzmir Damızlık Sığır Yetiştiricileri Birliği Başkanı Ahmet Kocaağa, “9 bin ton saman anlaşması yaptık. Bu samanlar 3-4 parti halinde İzmir Alsancak Limanına getirilerek, çiftçilerimize dağıtımını yapacağız” dedi.
Oysa Türkiye’nin tarım potansiyelinin çok yüksek olduğunu herkes kabul ediyor. Her yıl yaklaşık 5 milyon hektar tarım arazisi boş kalan Türkiye’nin saman ithal etmesi, tarım politikasının iflas ettiğini gösteriyor. Türkiye gibi tarımda çok iddialı bir ülkenin saman ithalatına gitmesi sanırız son derece düşündürücüdür.
Saman üretiminde bu yıl da kriz yaşandığı söyleniyor. Ülkemizin saman ihtiyacının büyük bölümünü karşılayan Doğu ve Güneydoğu’da çiftçi artık sapı kısa danesi daha çok olan buğday ve arpa tohumları ekiyor. Yeni ürüne uygun hasat tekniği uygulanıyor. Biçerdöver üstten biçerek sapı tarlada bırakıyor.
İşte bu durum da saman kıtlığına yol açıyor.
İthalatın içinde tarım ve hayvancılık sektörlerinde akla gelebilecek hemen her şeyin var olduğunu görüyoruz. Hayvancılık yapmak için hayvan materyali ithal. Süt hayvancılığı için damızlık düve ithal edilirken, besicilik için besilik dana da ithal. Bu ithal anlayışı ile tarımda bir noktaya varabilir miyiz?
Küçükbaş hayvan yetiştirenler de damızlık ithal ediyor. Hayvanlara yedireceğiniz başta soya, mısır ve diğer ürünler olmak üzere yemin yarıya yakını da ithal ediliyor. Kaba yem olarak saman yedireceksiniz, o da ithal.
Bu hayvanlara çoban lazım, bunlar da ithal. Eskiden çobanlar Moldovalı oluyordu şimdi artık Suriyeli. Hayvana aşı mı yapmanız gerekiyor, o da ithal.
Kurban bayramında ülkede yukarıdaki çarkla yetiştirdiğiniz hayvan varlığınız yetmedi mi? Bu kez sıra et ithaline geliyor.
Şimdi bu tablonun iyileştirilmesi kaçınılmazdır. Hastalık belli, tedavi şart.
Girdi maliyetleri çok yüksek. Tohumdan gübreye, yemden ilaca kadar girdi kalemlerinin önemli kısmının ithal edildiği bir ülkede mevcut konjonktürde üreticinin mağduriyeti kaçınılmaz hale geliyor.
Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO), Et ve Süt Kurumu (ESK), Tarım Kredi Kooperatifleri ve Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü (TİGEM) gibi kurumlar olması gereken düzenleyici ve destekleyici etkiyi sağlayamıyor.
Üçlü saç ayağı işlemiyor. Özel sektör-kamu-üniversitelerden oluşan “ortak akıl üçgeni’” oluşturulamadığı için kurumlar arasında etkileşim yok denilecek konumda.
Günlük ya da kısa süreli müdahaleler kalıcı çözüm yaratmıyor. Orta ve uzun vadeli tarım politikalarına ve reformlara ihtiyaç bulunuyor.
Verilen destek ve hibelerin etki analizi yapılmıyor. Geçen yıl tarıma 10 milyar TL destek verildi. Son 12 yılda verilen destekler 78 milyar TL’yi buldu. Ancak bunun tarımsal üretimde verimlilik başta olmak üzere nasıl bir etki yarattığı analiz edilmiyor.
Özetleyecek olursak:
Üretim artışına paralel olarak katma değerli ürünlerin ve alternatif pazarların yaratılmadığı bir ortamda siz ne kadar ucuza üretirseniz üretin, rekolteyi ne kadar yüksek tutarsanız tutun, ürününüzü hak ettiği değerden pazarlayamıyorsanız boşa kürek çekiyorsunuz demektir. Bugün yaşadığımız tablo bunun kanıtı olarak değerlendirilebilir.
Tarım konusunu ve üretimi çok önemsiyoruz. Bu konuda yazmaya ve görüşlerimizi yansıtmaya devam edeceğiz.
necdetbuluz@mail.com
www.facebook.com/necdet.buluz
Bir yanıt yazın