Giriş
Yakın tarihimizde önemli bir yere sahip olan I. Dünya Harbi, Türk milletinin unutmaması gereken ibret sayfaları ile doludur. Çünkü bu harp, Batı dünyası için, Türklüğün yok edilmesini ve Anadolu’dan atılmasını hedef alan bir misyonun; “Şark Meselesinin” tatbik safhalarından biridir. Dolayısıyla bu harbin her anının bilinmesi ve üzerinde uzun uzun düşünülmesi; gerek şimdiki neslin, gerekse gelecek nesillerin üzerlerine düşen bir vazifedir. Ancak bu harbin, günümüze kadar yapılan araştırmalarda göz ardı edilen önemli safhaları da vardır. Nitekim, bu makaleye konu olarak seçilen “Kop Savunması”[1] bu cümledendir. Biz de bu çalışmayla böyle bir eksikliği gidermeyi amaçladık.
Bilindiği üzere, I. Dünya Savaşı, zaman bakımından çok uzun bir süreyi, mekân bakımından ise çok geniş bir coğrafyayı etkisi altına alan, askerî, siyâsî ve sosyal açıdan büyük bir hâdisedir. Osmanlı Devleti de bir oldu bitti ile Kasım 1914’te bu savaşa girmek mecburiyetinde bırakılmıştı. Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesiyle, birçok yeni cepheler de açılmış oldu.[2] Bu da savaşın seyrini değiştirmiş ve İtilâf Devletleri’nin birçok plân ve hayâllerinin akamete uğramasına sebep olmuştur. Bu meyanda itilaf devletlerinin ve özellikle Rusya’nın hayal kırıklığına uğramasının nedenlerinden biri de “Kop Savunması” olmuştur. Gerçekten Kafkas Cephesi’nde bir mevzi savunması gibi görünen “Kop Savunması” incelendiği zaman, bunun sıradan bir savunma olmayıp, Kafkas cephesinin ve dolayısıyla Osmanlı-Rus harbinin seyrini değiştirecek kadar önemli bir savunma olduğu ortaya çıkacaktır.
I. Kop Geçidi’nin Jeo-Stratejik Önemi
Coğrafyanın, savaşların gerek seyri, gerekse neticesi üzerindeki etkileri bilinen bir gerçektir. Zira “Kop Savunmasının önemli kılan faktör de onun coğrafi konumudur. Bu nedenle bölgenin jeo-stratejik açıdan kısa bir tasvirini yapmak yerinde olacaktır.
“Kop Savunması” Bayburt ili sınırları dâhilinde bulunan Bahtlı (Rakım 2980)-Kop (2600) dağlarının bulunduğu bölgede cereyan etmiştir. Bilindiği üzere bu mıntıka Doğu Anadolu’nun kuzey kısmını Karadeniz’e bağlayan Erzurum-Trabzon karayolu güzergâhında bulunmaktadır. Eski çağlardan beri Doğu-Batı ticaretinde önemli bir yere sahip olan ve Tebriz’e kadar uzandığı için “İran Transit Yolu’ da denilen tarihî “İpek Yolu” buradan geçmekteydi.[3] Bu güzergâhın en stratejik mevkii ise Kop geçidiydi. Bu geçit, ATAŞE arşivinde bulunan bir belgede;[4] “Kop Köyü’nden Altuntaşı aşan yolun geçtiği geçit” olarak tarif edilmekte ve “buraya Kop Geçidi derler. …” denilerek, bölgenin stratejisi belirlenmekte ve aynı zamanda tahkim edilmesi istenmektedir. Bir başka belgede[5] ise: “… menzil hudud-ı asliyesine hakimiyeti itibariyle gerek sevkü’l-ceyş ve gerek tabiyece ehemmiyet-i azimeyi hâizdir” denilerek, geçidin askerî açıdan önemi üzerinde durulmaktadır. Ayrıca, Kafkas cephesinde görev yapan Mareşal Fevzi (Çakmak) da hatıratında bölgenin stratejik önemine dikkat çekmektedir.[6]
Zira bölgenin stratejik önemini yakinen bilen Rus orduları da ilk fırsatta Kop geçidine yöneleceklerdir. Mamafih Erzurum’u ele geçiren Rusların, burada güvenli bir şekilde kalabilmeleri için mutlaka Tercan ile Bayburt’u ele geçirmeleri gerekiyordu. Bayburt dışında Trabzon ve Rize’yi zapt eden Ruslar için artık hedefe ulaşabilmek; Gümüşhane-Kelkit-Erzincan hattını ele geçirmeye bağlıydı. Bu hattın en stratejik mevkiinin Bayburt olduğunu çok iyi bilen Ruslar, burayı bir an evvel işgal etmek için büyük çaba sarf etmekteydiler. Bu merkezi de zapt ettikleri takdirde Trabzon’a ulaşacaklar ve böylece Trabzon limanından da istifade ile II. Türkistan kolordusuna destek vererek, Karadeniz sahil şeridine hâkim olup, stratejik üstünlüğü ele geçireceklerdi[7].
II. “Kop Savunması” Muharebeleri
Kop cephesindeki muharebelerin seyrine gelince: 15 Şubat 1916 tarihinde Erzurum’u işgal eden Rus orduları, bir taraftan Doğu Anadolu’da muhtelif istikametlerde taarruzlarına devam ederken, 19 Nisanda da Trabzon’u işgal etti. Rus orduları Başkomutanı General Yudenich, Erzurum’u işgalden sonra, 250.000 kişilik ordusuna hitaben yaptığı konuşmada: “Artık karşımızda Türk ordusu diye bir şey kalmamıştır. Çar’ın emri gereğince, Haziran ayında İstanbul önlerinde olacağız. İleri!” demekteydi. Yudenich’in bu hedefe ulaşabilmesi ve sözünü yerine getirebilmesi için Trabzon-Erzurum yolunu bir an evvel kontrolü altına alması gerekiyordu. Bu ise ancak Kop dağını ele geçirmesi ile mümkündü.
Kop muharebeleriyle ilgili anıları derleyen yerel gazeteci merhum Osman Okutmuş, “Kop Savunmasının Şubat 1916 senesinde nasıl başladığını derlediği kitapta şöyle ifade etmektedir.:
“Erzurum’un Ruslar tarafından işgal edildiğini ve düşmanın Aşkale Bayburt istikametinde ilerlediğini haber alan bir cami imamı, cemaatı camiide toplayarak etkileyici bir konuşma yaptıktan sonra “düşmanın Bayburt’u işgal edebilmesi için tek yolun Kop dağı olduğunu ve öncelikle bu engeli geçmesi gerektiğini” belirterek halkı bu bölgenin savunulması için harbe davet etmiştir. Bunun üzerine bölgede oluşturulan milis kuvvetleri Kop Dağı’na hareket ederek oradaki Halid Bey komutasındaki kuvvetlerle birleşip bu savunmadaki yerlerini aldılar[8].
5 Şubat 1916 günü Türk kuvvetlerinin bir kısmı, dağda müdafaa hattını hazırlarken diğer kısmının Aşkale kanadında çarpışan kuvvetlere katılması için hareket etmeleri emredilmişti.
Öte yandan Rus kuvvetleri komutanı karşılarında mukavemet gösterecek Türk kuvveti bulunmadığına kani olacak ki, bütün birliklerini Aşkale’ye yerleştirmişti. Diğer bir tabura da Bayburt istikametinde ilerlemek üzere emir verilmişti (8 Şubat 1916). Bu taburu, Paşadağı sırtlarına yerleştirilmiş olan, Yüzbaşı Reşit Bey komutasındaki Türk kuvvetleri karşıladılar. İki gün süren şiddetli muharebeler sonunda Rus taburunun büyük bir kısmı imha edildi. Geriye kalan kısmı ise ağırlığını bırakarak Aşkale istikametinde kaçmağa mecbur kaldı. Bu toprakların bir karışının dahi kolayca alınamayacağını anlayan düşman kuvvetleri komutanı karargâhını Aşkale’de kurdu.
Türk kuvvetleri de Kop dağlarını müdafaa emrini aldı. Yüzbaşı Reşit Bey, ön mevzilerimizi iyice kuvvetlendirdikten sonra düşman kuvvetlerinin bütün taarruzlarını sonuçsuz bırakarak onlara ağır kayıplar verdirdi. Bu azimli müdafaa beş gün sürdü. Yüzbaşı Reşit Bey de Kop dağlarının müdafaasını kuvvetlerine mükemmel olarak tatbik ettirdi (3 Mart 1916).
4 Mart 1916 günü Bölük Komutanı Reşit Bey, bölüğünü, gösterilen mevzilere yerleştirdikten sonra Kop savunması komutanı Halit Bey[9] ile görüşmüş ve Halit Bey de Reşit Beye; bundan sonra Çoruh müfrezesine katılmış olduğunu, almış olduğu emirler gereği, Kop dağlarından Soğanlı dağlarına kadar cephenin uzun müddet müdafaasına devam edileceğini söyledi.
Halit Bey, Reşit Bey ve emri altındaki diğer subaylarla yapmış olduğu bu görüşmeden sonra artık “Kop Savunması” başlamış oluyordu[10].
“Kop Savunması”nın başlamasından sonraki gelişmeler hakkında 32. fırka (tümen)’ya tabi 95. Alay Kumandanlığının muharebe tutanağında; Rus ordusunun iki aydan beri taarruza devam ettiği ve en ciddi taarruzlarının da Karasu ve Çoruh havzaları ve bu havzaların ihtiva ettiği Erzincan, Bayburt mıntıkalarıyla, stratejik bakımdan büyük önem taşıyan Kop dağı ve çevresi olduğu, saldırılarını bu tarafa yönelten Rus kuvvetlerinin her saldırışında, cephede adetâ insan yığınlarından bir kale oluşturduğu ifade edilmektedir[11] . Nitekim 96. Alay’a bağlı 1. ve 3. Taburların kaydettikleri harp cerideleri[12] 95. Alay’ın bu hususta vermiş oldukları bilgiyi teyit etmektedir. Zira bu durum cephedeki diğer yazışmalardan da gözlenmektedir[13].
Bu yazışmalardan mart ve nisan aylarındaki muharebelerin çok şiddetli geçtiği, bir çok subay ve erin şehit olduğu, buna karşılık Ruslara da ağır zayiat verdirildiği ve Rus askerlerinden esirler alındığı anlaşılmaktadır. Bu esirler içerisinde Türkçe bilenlerin bulunduğu kaydedilmektedir[14]. Rus ordusu içerisinde Türkçe bilen askerlerin bulunması, bizde, bu askerlerin Türk asıllı (Azerbaycan veya Türkistanlı) olabileceği kanaatini uyandırmaktadır.
“Kop Savunması” sırasında cereyan eden muharebelerde Türk askerinin fevkalâde şartlarda gösterdiği kahramanlık, yine O’nun kahraman kumandanları tarafından taltif edildi. Nitekim, 3.Ordu Kumandanlığınca Kolordu ve fırka kumandanlıklarına tebliğ edilen telgrafta üstün hizmet gösteren erkân ve zâbitânın ödüllendirilmesi istenmektedir[15]. Subay ve erler, müte’addit muharebâtdaki fedâkârlığından dolayı 3.Ordu Kumandanlığının emri gereğince ordu, mıntıka ve cephe kumandanlıkları tarafından “kordela” ve “takdirnameler” verilmek suretiyle taltif edildiler[16]. Ayrıca 3.Ordu komutanı Vehip Paşa, gönderdiği telgrafta Kop muhariplerini başarılarından dolayı kutlamaktaydı[17].
Nisan ayında yoğun bir şekilde devam eden Kop taarruzlarının mayıs ayında biraz hafiflediği anlaşılmaktadır. Bununla beraber, Vehip Paşa’nın emri üzerine haziranda tekrar Kop taarruzları başladı. 2-5 Haziran tarihleri arasındaki muharebelerde, Ruslara binlerce kayıp verdirildi[18]. Mütemadiyen devam eden karşılıklı taarruzlar, temmuz ayında da devam etti. Neticede 12 Temmuz 1916 akşamı, Rus 4. avcı fırkasının topçu himayesinde bütün kuvvetiyle gelişen taarruzlarına karşı (imalı-2100- Kanlı kaya) hattında mukavemete çalışan Kop cephesi sarsılmağa başladı. Bunun üzerine cephe kumandanı Bahaeddin Bey[19] Kop cephesinde daha fazla tutunamayacağını anlayarak ricat emri verdi. Bu da bütün taarruzları kanlı bir şekilde püskürten Çoruh cephesinin çekilmesini zorunlu kıldı.
Türk birlikleri hızla çekilmeye devam ederken, Fevzi Paşa (Çakmak) 15 Temmuz 1916 gecesi Bayburt’taki karargâhından ayrılarak, 16 Temmuz sabahı Trabzon yolu üzerindeki Balahor’a geldi. Öte yandan aynı gün, Bayburt, Rus birlikleri tarafından işgal edildi (16 Temmuz 1916). Vehip Paşa, verdiği direktifte: “3. ordu mecburiyet hâlinde (Cebice-Mans Şarkı-Lori Deresi Şarkı, Zülfe Dağı) hattına çekilerek Ziyaret dağında Lazistan Cephesi ile birleşecek” diyordu[20].
“Kop Savunması” ile Rusların yaklaşık 6 ay gibi uzun bir süre oyalanması ve durdurulması sağlandı. Emekli General Sadri Karakoyunlu, hâdiseyi şöyle değerlendirmektedir:
“Kop Dağı Bloku, düşman tarafından ele geçirilince, Türk 5. Kolordu’sunun savunması çözüldü. Bundan anlaşılıyor ki 5,5 ay devam eden “Bay hurt Savunması”nın kilidi Kop Dağı idi. Bu kilidin anahtarı düşman eline geçince, Türk askeri, kanını ve canını bu savunmanın devamı için oluk oluk dökmüş olmasına rağmen, bu dağlarda bir kâbe kutsallığı ile cesetlerinden âbideler bırakarak geri çekildi”[21].
Böylece Erzurum’u aldıktan sonra “istikâmet Batı Anadolu” diyerek “Haziran’da İstanbul önlerinde olmayı hayâl eden(!)” Rus orduları başkomutanı General Yudenich; bu ayda Kop dağlarını bile aşamadı. Dolayısıyla Rus plânı, daha Kop’ta akamete uğramış oldu.
Kop cephesindeki iki tarafın zayiatı hakkında kesin bir rakam söylemek bizce, oldukça güçtür. Zira o günün fevkalâde şartları göz önünde bulundurulursa bu hususun açık bir şekilde tespitinin mümkün olamayacağı anlaşılır.
Bununla beraber, Fevzi Paşa (Çakmak), bu hususta genel bir değerlendirme yaparak, Rusların sadece Bayburt ve Erzincan’ı almak için beş ayda en az 33.000 zayiat verdiklerini, bu rakama Trabzon’u almak için verdikleri zayiat da eklendiği zaman Rus kaybının toplam 40.000’e ulaştığını bildirir. 3.Türk ordusunun ise 9.700 şehit, 15.000 yaralı olmak üzere toplam 24.700 zayiatı olduğunu ifade eder[22]. Yine Fevzi Paşa: “yalnız 3.mıntıkada bizzat mahallinde tuttuğum kuyudata (kayıtlara) nazaran Ruslardan beş ay zarfında alınan üsera yekûnu 3237 nefere baliğ olmaktadır. Bunlarla beraber 14 top, 29 mitralyöz de iğtinam olmuştur”[23] diyerek, 3.mıntıka bölgesindeki Bayburt müdafaasının ve muharebelerinin şiddet ve ehemmiyetini vurgular.
Yine Şark cephesinde yedek subay olarak görev yapmış merhum gazi Halil Ataman da hatıratında “Kop Savunması” ile ilgili önemli tespitlerde bulunmuştur. Ataman, Kop dağlarındaki muharebelerin cereyan ettiği esnada kaleme aldığı bu hatıratında; “…Asıl kıyamet, Kop Dağı’nın yükseklerinde kopuyordu. Ve mukadderatımızı da o yerdeki boğuşma tayin edecek gibi görünüyordu”[24] diyerek Kop’taki çarpışmaların önemine dair çok isabetli tespitler yapmıştır. Bu da “Kop Savunması”nın ehemmiyetini ortaya koyması bakımından dikkate değer bir diğer kayıttır.
Kanaatimizce Türk ordusu ve milletinin “Kop Savunması”nı hangi şartlarda yaptığının bilinmesi de muharebelerin mukadderatı kadar kıymete haizdir. Zira bu muharebeler fevkalâde şartlarda ve çok büyük bir özveriyle yapılmıştır. Savunma esnasında karşılaşılan güçlükler bu durumu ortaya koymaktadır.
Gerek hâdiseyi yaşayanların hatıralarında gerekse arşiv belgelerinde, yaşanan bu güçlükler hakkında önemli bilgiler bulunmaktadır. Buna göre soğuk, açlık, bit salgını, salgın hastalık; haberleşme ve istihbarat eksikliği belli başlı güçlüklerdir. Nitekim Everek (Örence) köyü ahâlîsinden olan Ahmet Aybaba, Kop muharebelerinde bulunmuş, müdafaa hattındaki çeşitli zorluklara cephede bizzat şahit olmuştur. Ayrıca Gazi Ahmet Aybaba, Rusların altı ay Kop dağlarında kaldığını, Türk askerinin bu dağlarda teçhizatsız, aç ve perişan bir vaziyette harp ettiğini ifade etmektedir[25].
Kop gazilerinden, Bayburt’lu Arifoğlu Mahmut Canmemiş[26] de; Kop’ta sadece düşmanla değil; aynı zamanda, açlık, bit ve soğukla da savaştıklarını anlatmıştır. Yine adı geçen gaziden rivayet edildiğine göre cephede açlık hâdisesi karşısında atların dışkılarından çıkan arpa taneleri temizlenerek kavrulup yenmiş, yine atın sağ tarafını keserek yedikleri bile vâkî olmuştur.
Soğuk ve kar, muharebe esnasında karşılaşılan güçlüklerin başında gelir. Zira bu iki faktör, hem askerin sıhhati açısından hem de ikmâl faaliyetleri bakımından, harbin seyrini etkileyen önemli problemlere sebep olmuştur. Nitekim bir belgede; Altuntaş-Kop yolunun tamamen karla kaplı olması sebebiyle askerin güçlükle hareket edebildiği ve bu yolun yük arabalarının geçişine müsait bir hâle getirilemediğin[27]‘den bahsedilmekte, başka bir belgede[28] ise; kar yığınlarından oluşmuş setlerden söz edilerek harp mahallinin fevkalâde şartları gözler önüne serilmektedir.
Bu imkânsızlıklar ve zorluklar yanında askerde, kolera tehlikesi de baş göstermiştir. Bu mesele 3. ordu Kumandanı Vehib’in Çoruh Müfreze Komutanlığına gönderdiği mesajdan anlaşılmaktadır. Buna göre; Vehib Paşa, ordunun sıhhati açısından önemli bir tehlike olan kolera hastalığına karşı, askere aşı yapılması ve bu hastalığa karşı gerekli tedbirlerin derhal alınmasını istemektedir[29].
Cephede haberleşme ve istihbaratla ilgili bazı sıkıntıların da yaşandığı görülmektedir. Nitekim muharebeler devam ederken, 46.Alaya bağlı 1. Tabur’un, 96. Piyade Alayına tabi 3. Tabura düşman zannederek ateş etmesi… Daha sonra gönderilen irtibat neferleriyle bu ateşin kestirilmesi, haberleşmede doğan aksaklıklardan kaynaklanmaktadır[30]. Cephede, birlikler arasındaki bu irtibatsızlıkların yanı sıra haberleşmede arıza ve malzeme (telefon makinesi, tel) sıkıntısının da çekildiği anlaşılmaktadır[31].
“Kop Savunması”nda şehit olan Zabıtan ve Eratın durumuna baktığımızda bazı değerlendirmelerde bulunabiliriz. Arşiv kayıtlarına göre[32]; şehâdet tarihlerinin daha çok Mart-Nisan 1332′ (1916) de yoğunlaştığını görüyoruz. Bu durum, çarpışmaların bu günlerde daha şiddetli bir şekilde cereyan ettiğini gösteriyor.
Öte yandan, şehit olanları memleketleri açısından değerlendirdiğimizde, Şarkışla, Balıkesir, Aziziye, Tokat, Yozgat bölgeleri başta olmak üzere, Anadolu’nun her bucağından bu muharebelere iştirak edildiği görülmektedir. Ayrıca bugünkü milli sınırlarımız dışında kalan Kudüs ve Halep bölgelerinden de şehit olanlar vardır.
Subay kadrolarından da, (Yüzbaşı, Üsteğmen, Teğmen ve Asteğmen) çok sayıda şehit verildiği dikkatimizi çekmektedir.
Diğer bir önemli husus da şehitlerin yaş durumlarıdır. Belgelerde, doğum tarihi itibariyle bu muharebelere katılanların en yaşlısının 1290 (1873), en gencinin ise 1314 (1896) doğumlu olduğu görülmektedir. Bu durum, 20-40 yaş arasında eli silah tutan herkesin cepheye sevk edildiğini göstermesi bakımından fevkalâde ilgi çekicidir.
III. “Kop Savunması”nın Askerî Siyasî ve Sosyal Açıdan Sonuçları
I. Dünya Savaşında Kafkas Cephesinde cereyan eden “Kop Savunması”, askerî, siyasî ve sosyal açıdan önemli sonuçları da beraberinde getirmiştir. Nitekim bu sonuçlar, Türkler için olduğu kadar, Ruslar için de büyük bir önem taşımaktadır. Zira I. Dünya Savaşı’nda İtilaf devletleri Çanakkale’yi aşamazken doğuda ise Ruslar Kop dağlarında önemli bir süre durduruldu. İşte bu gelişmeler İtilaf devletlerinin birçok plân ve hayallerinin istedikleri şekilde gerçekleşmesini engellemiştir.
Doğuda Ruslara karşı, “Bayburt Savunması”nın kilidi sayılan Kop dağlarında verilen destansı mücadele sonunda, her ne kadar Bayburt’un işgaline engel olunamamışsa da, bu bölgede cereyan eden savunmanın ve muharebelerin Türk harp tarihindeki yeri ve önemi oldukça büyüktür. Zira, adı geçen mıntıkada düşman, azımsanamayacak bir süre oyalanmış, aynı zamanda kuvvetlerinin büyük bir kısmı da yok edilmiştir.
Bu muharebede başta müdâfaa olmak üzere taarruz, karşı taarruz, takip, geri çekilme gibi her türlü strateji ve taktik kullanılmış; araziden de büyük ölçüde istifade edilmiştir. Mareşal Fevzi Çakmak; “Bayburt müdafaası muvaffak olmuş bir Plevne sayılmalıdır”[33] diyerek bu savunmanın önemini çok açık bir şekilde ortaya koyar.
Türk Milleti, burada da, Kanije, Akkâ, Plevne ve Çanakkale’de olduğu gibi, bir kez daha fevkalâde bir duyarlılıkla, vatan, millet ve hürriyet aşkıyla düşmana karşı tek yürek olarak mücadele etmiştir.
“Kop Savunması”nın diğer savunmalardan farklı bir yönü olduğu da söylenebilir. Çünkü Türk tarihinde adı geçen savunma savaşlarının hepsi daha evvel hazırlanmış tahkîmatlı mevzilerde yapılmıştır. Halbuki “Kop Savunması” tamamen sahra tahkimatı ile kuvvetlendirilmiş mevzilerden yapılmış ve hareket faktörü bu savunma savaşında birinci rolü oynamıştır. Bir diğer önemli husus da, Bayburt’ta Türk kuvvetleri Plevne’de olduğu gibi Ruslara teslim olmamıştır. [34]
“Kop Savunması”nın askerî tarihimiz açısından öneminin yanı sıra, Türk-Rus ve Türk-Ermeni münasebetlerinin bazı yönleriyle aydınlığa kavuşturulması bakımından da ayrı bir yeri vardır. Çünkü Ruslar, Anadolu üzerindeki geleneksel siyâsetlerini (sıcak denizlere inmek) bu dönemde tekrar icraata dökmek isterken, Ermeniler de bu cephede Ruslarla işbirliği yaparak “Büyük Ermenistan” hayallerini gerçekleştirmek istiyorlardı. Bu cümleden olarak daha önce ifade edildiği üzere Rus orduları Başkomutanı General Yudenich’in, İstanbul’u ele geçirmeyi hedefleyen konuşması söz konusu olan tarihî misyonu gerçekleştirmeye yöneliktir.
Öte yandan Ermenilerin, Doğu Anadolu’da Ruslarla birlikte hareket ederek Türk köy, kasaba ve şehirlerini ele geçirmeye çalıştıkları, tarihte eşine ender rastlanılan katliamlar yaptıkları bilinmektedir. Nitekim bu bölgede Rusların askerî harekâtlarının başlangıcından itibaren Ermeni desteğinin artarak devam etmesi bu durumu teyit etmektedir[35]. Ermeniler Türk kültürüne ve dolayısıyla Türk isimlerine yabancı olmadıkları için bunu değerlendirme yoluna gittiler. Cephede boş durmayarak, “Ahmet, Mehmet ateş etme” hilesiyle Türk askerini aldatmaya çalışarak, Rus birliklerinin Türk müfrezelerine baskın yapmalarını sağlamışlardır[36].
Savaş sırasında bütün bu hâdiseler cereyan ederken, toplumsal boyutu olan ve halkı derinden etkileyen bazı trajik olaylar da yaşanmaktaydı. Savunma bölgesinde bulunan bazı Türk köyleri boşaltılmış, Rus istilasıyla beraber göç kaçınılmaz hâle gelmiştir[37]. Bununla birlikte ne zaman ve hangi şartlarda olursa olsun bir insanın doğup büyüdüğü, hâtıralarını paylaştığı toprakları terk etmek mecburiyetinde kalması hiç de kolay bir hadise değildir. Bu bakımdan savunma bölgesinde bulunan bazı yerleşim birimleri halkının savaş sebebiyle hükümetçe göç etmeye zorunlu bırakılmaları, o bölgelerde bazı problemlerin çıkmasına sebep olmuştur. Ancak halk, yurt edindiği o yerleri terk etmek niyetinde değildir. Nitekim olayın tipik bir örneği, harp sahasında yer alan Orta Çimağıl köyünde yaşanmıştır. Halk, hükümet emrine uymayarak yerini yurdunu bırakmak istememiştir. Neticede zorla göçe tabi tutulan Orta Çimağıl ahâlîsi[38] nin bu tavrının sebeplerini yöre halkının kendi özel sebeplerinin yanı sıra toprağa bağlılıklarında ve vatan sevgisinin yüceliğinde aramak gerekir. Zira, Kop dağında şehit olan bir erin üzerinden çıkan yavuklusuna yazmış olduğu şu mektup Türk milletindeki vatan sevgisinin en samimi bir ifadesi değil midir? Mektupta şöyle denilmektedir:
“Sevgili Ayşe,
Sana bu satırları cepheden, Kop dağlarından yazıyorum. Seni dünyada her şeyden çok sevdiğimi zannederdim. Lakin yanılmışım. Beni affet… Kalbimi bilirsin doğruyu söylemekten zevk alırım. Dünyada meğer senden ziyade sevdiğim vatanım varmış. Vatan aşkı yanında senin aşkın, evet senin ateşli aşkın söndü… Sönük kaldı… Fakat yine seni unutmadım, yine seviyorum. Bak, karşımda kanlı kanatları ile ölümü gördüğüm halde vakit buluyor, acele sana bu mektubu yazıyorum… Allah’a çok dua ettim. İnşallah eline geçer. Beni unutma. Lakin benim için ıstırap çekme. Çünkü ben mesudum… MEHMET[39]”.
Kop dağlarında şehit düşen Mehmetleri tarih boyunca yetiştiren bir milletin elbette kendi tarihinden alacağı pek çok ibretler olmalıdır. Onun için “Kop Savunması” bir ibret nişanesidir. Bu sebepledir ki, Bayburtlu’nun gözünde adeta bir şehitler abidesi[40] olan Kop dağı ve bu bölgede Türk insanının verdiği destansı mücadele türkülerde, şiirlerde yaşatılarak ebedileştirilmiştir[41]. Ancak ne hazindir ki, bugün tarih kitaplarında adı bile geçmeyen, “Kop Savunması” şüphesiz ki Türk askeri ile Bayburtlu mücahitlerin ortaya koyduğu topyekün bir mücadelenin mahsulüdür. Nitekim bu mücadelede şehit düşenlerin künyelerine baktığımızda Edirnelisinden Konyalısına, Şarkışlalısından Harputlusuna; hasılı bugünkü ulusal sınırlar dahilindeki hemen her vilayetimizden şehitlerin olduğunu görürüz. Hatta bugünkü ulusal sınırlarımızın dışında kalan vatan parçalarından da şehitlerin bulunması; bize Türk milletinin hangi şartlarda olursa olsun ulusal birlik ve bütünlüğünü korumak için her türlü fedakârlığı ortaya koyabileceğini göstermektedir.
Unutulmamalıdır ki; şehit kanlarıyla yazılmış olan bu destanın ve II. Plevne olarak tasvir edilen bu müdâfaanın Türk tarihinin bütünlüğü içerisinde lâyık olduğu yeri tespit edilerek, Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığı ve bekası bakımından yeni nesillere aktarılması zarureti vardır.
(*) Niğde Üniversitesi Eğitim Fakültesi Sosyal Bilgiler Eğitimi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi –
Kaynak: ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ, Sayı 57, Cilt: XIX, Kasım 2003
Bir yanıt yazın