Bazı kelimeler yanlış kullanıldığı zaman yanlış bir algı bırakırlar. Yanlış kullanılan terimlerden bir tanesi de “istihbarat teşkilatı” kelimesidir.
Ülkelerin gizli servislerini “istihbarat teşkilatı” diye tanımlamak oldukça eski ve safça bir yorumdur çünkü istihbarat toplamak bu servislerin görevlerinden sadece bir tanesidir.
Genel olarak “istihbarat teşkilatları” iki tip ajan kullanırlar.
Bunlar ilk olarak herkesin bildiği istihbaratçılardır. İstihbarat unsurları hedef ülkeye sızarak o ülkede kendilerine haber kaynakları “devşirirler”. Bu haber kaynakları her yerde olabilir. Bir kafede ayak üstü sohet ettiğiniz yaşlı beyden tutun,magazin gazetecisi kimliği altında tüm gün paparazzilik peşinde koşan acar bir gazeteci bile olabilir.
Bunlar hedef ülke hakkında toplumun her alanından önemli veya önemsiz her tür dedikodu,yorum veya bilgiyi toparlar.
Gizlilik seviyesi yüksek,teknolojik gelişmelerden tutun (mesela Çin bu alanda çok iyidir bir çok teknolojiyi bu şekilde çalıp sahiplenmişlerdir) son derece basit kahve muhabbetlerine kadar yüz binlerce bilgi notu ilgili teşkilatın ana veritabanlarına gönderilir.
Tüm bu toplanan irili ufaklı bilgi hedef ülkenin “profilini” oluşturur.
Ancak esas tehlikeli olanlar “istihbarat ajanları” değildir.
Esas tehlikeli olanlar “etki ajanlarıdır.”
Bunlar hedef toplumun içine zamanla sızdırılır ve o toplumu etkileyecek önemli noktalara yerleştirilir.
Mesela gazeteciler,köşe yazarları,sosyal medya fenomenleri veya trolleri,televizyon tartışma programlarında sürekli arzı endam eden konuklar,akademisyenler vs vs.. Kısaca olaylar hakkında bilgi almak ve görüş oluşturmak için baktığınız her yerde bu etki ajanlarından bulunabilir.
Sızdırma işi zamanla ve dikkat çekmeden yapılır. Örneğin önemsiz bir gazeteci aniden köşeler yazmaya ve televizyonlara çıkmaya başlar. Ya da doğru dürüst bilimsel çalışması olmayan ve yurtdışında sıradan eğitim görmüş bir “akademisyen” bir anda her konuda fikrine danışılan bir “alim” görüntüsüne büründülür.
FETÖ dediğimiz adi terör örgütü temel olarak bir “etki organizasyonudur”.
Bunların uzmanlık alanı toplumu yönlendirmek ve algılarını değiştirmektir.
Etki ajanlarının tehlikeli olmasının sebebi her tür görüş veya ideoloji adı altında karşınıza çıkabilmeleridir.
Mesela bir televizyon tartışma programında birbirlerinin boğazına sarılacak denli kavga ederek tartışan görünüşte farklı görüşe sahip “uzmanların” her ikisi de aynı örgütün üyesi olabilir ve zaten amaçları belki de bir karmaşa görüntüsü verip insanları bıktırarak “üçüncü” bir seçeneğe yönlendirmektir.
Bunlara karşı mücadelenin en etkin yolu doğru gözlem ve analiz yapan kontr-espiyonaj birimlerinizin doğru çalışmasıdır.
Örneğin daha önceden kim olduğu bilinmeyen bir insanın hızlı bir yükselişe geçtiği zaman bunu takip etmeniz ve bu yükselişin ardını araştırmanız gerekir. Bu yükseliş her alanda olabilir. Kısacası her tür başarının altını acaba ne kadar gerçek “başarı” ne kadar “dizayndır” diyerek dikkatlice incelemeniz lazımdır.
Türkiyede bu alanda çok büyük hatalar yapılmıştır. Yıllarca FETÖ üyesi yüzlerce farklı tipte “etki ajanının” toplumun karşısına çıkarak istedikleri her türlü “algı operasyonunu” yapmalarına göz yumulmuştur ve bu sadece bugünün işi değildir özellikle 1980’ler sonrası neredeyse hiç bir önlem alınmamıştır.
Etki ajanları dünyanın pek çok yerinde kullanılmıştır.
Örneğin Amerikada 1950 ve 60’lı yıllardaki “ırkçılık karşıtı” ve “zenci haklarını” savunan hareketlerin içinde KGB etki ajanlarının olduğu Soğuk Savaş sonrası ele geçirilen KGB arşiv belgelerinde ortaya çıkmıştır. Aynı şekilde İngilterenin başına yıllarca bela olan IRA gibi örgütlerin içinde de Rus KGB ve Doğu Alman STASI elemanlarının olduğu öğrenilmiştir.
Bunun tam tersi olarak Sovyetler Birliğini Afganistana müdahele etmeye zorlayan “aşırı dinci fanatik” hareketlerin veya Doğu Avrupada Sovyetler birliği karşıtı halk hareketlerinin arkasında CIA etki ajanlarının olduğu da bilinmektedir.
Kısacası her baktığınız olay veya karşınıza çıkıp her konuşan insan “göründüğü gibi” olmayabilir.
Burada önemli olan husus her konuda soğukkanlı bir şekilde “acaba bu söylenenle bende ne gibi bir etki üretilmek isteniyor” sorusunu kendinize sormanızdır. Özellikle Sosyal Medya üzerinden veya son zamanların modası “Whats App” mesajları sayesinde birilerinin yaptığı propagandalara da dikkat etmek lazımdır.
Bizim gibi az gelişmiş,eğitim seviyesi düşük ve “kabilecilik” güdüleri yüksek ülkelerde etki ajanlarının işi çok daha kolaydır çünkü kurcalayıp kaşıyabilecekleri çok fazla fay hattı ve bölünmüşlük bulunur.
Bu tür operasyonlar bazen çok basit bile olsa etki eder. Örneğin 28 şubat günlerini hatırlayın. O zaman amaç toplumun “laik” kısmını “gericiler” geliyor korkusuna sokarak olası bir “askeri müdahaleye” zemin hazırlamaktı.
O dönem televizyon ve gazetelerden her gün ya “korkutucu cüppeli sakallı elleri asalı” tipler veya “fanatik tiplerin saçma sapan nefret dolu konuşma kasetleri” önümüze konurdu. Internet yaygın olmadığı için tüm operasyon dört beş ana akım gazete ve televizyonlar üzerinden yapılmıştı.
Gene benzer bir şekilde 27 Mayıs darbesi öncesi halkın dönemin başbakanı Adnan Menderes’e karşı kışkırtılması da bir kısım gazete ve dergiler üzerinden ardı arkası gelmeyen iftiralarla başarılmıştı.
Menderes’in kendi aleyhine gösteri yapan öğrencileri dev kıyma makinelerinde paramparça ettirdiği türünden “dezinformasyonlar” bile yayılmıştı.
Bu işleri yapan etki ajanları sonradan hepsi de “saygın gazeteci” olarak önümüze konuldu.
Kısacası ricam, lütfen önünüze konan her bilginin üzerine oltadaki yemi görmüş sazan balığı gibi atlamayın ve “şüpheci” olun.
Sevgilerimle
Aydın Serdar Kuru
Bir yanıt yazın