BÖLGESEL AÇIDAN KUZEY IRAK BAĞIMSIZLIK REFERANDUMU VE TÜRKİYE

Dr Hasan Oktay Uzman ve Çağatay Balcı, Kafkas Stratejik Araştırmalar Merkezi ,Ankara - 10561802 10153265574507375 3178343235061588344 nDr Hasan Oktay Uzman ve Çağatay Balcı, Kafkas Stratejik Araştırmalar Merkezi ,Ankara - 18582311 10155311194811382 8551675478851541201 n

Dr Hasan Oktay Uzman ve Çağatay Balcı, Kafkas Stratejik Araştırmalar Merkezi ,Ankara

Makale   ABD-Türk forumu “Turkishnews.com” (Amerika Birleşik Devletleri)  ve Uluslararası analiz merkezi “Etnoglobus»un (ethnoglobus.az) (Azerbaycan) düzenlediyi ” Irak Kürt Özerk bölgesinde referandum: Gerçeklik ve Yarın ” onlayn konferansı platformunda yazılmış.

Ortadoğu’da son yıllarda yaşanan gelişmeler, bütünsel anlamda bölgenin yapısına ve kaderine etki edecek niteliğe sahip olmuştur. Siyasal, dini/mezhepsel ve kültürel alanlarda yaşanan çatışmalar bölgedeki kırılgan yapıyı daha zayıf bir hale getirmiş, bölge ülkelerinin yaşadıkları güvenlik boşluğu ve istikrarsızlığın pekişmesine yol açmıştır. Bu bağlamda, Kuzey Irak bölgesel yönetimi tarafından Eylül ayında gerçekleştirileceği deklare edilen bağımsızlık referandumu, bölge yapısını derinden etkileme potansiyeline sahip konulardan bir tanesidir. Bu durum, bölgedeki siyasal ve etnik karmaşa açısından son derece kritik sonuçlara gebedir. Bu sonuçlar, tüm bölgede yaratacağı etkilerin yanında Türkiye açısından da siyasi, güvenlik ve ekonomik boyutlarda bir çok yeni parametrenin oluşumunu mümkün kılacaktır. Söz konusu sonuçları, bölgesel bağlam ve Türkiye düzleminde birkaç başlık altında toplamak mümkündür.
1-)Enerji Boyutu Kuzey Irak bölgesel yönetiminin bağımsızlık referandumu kararı, bölgedeki tüm denklemi bütün hatları ile etkilediği gibi, sahip olduğu kaynaklar sebebiyle özellikle enerji alanında büyük sorunların yaşanmasını tetikleme olasılığı barındırmaktadır. Kerkük’ü fiili olarak otoritesi altında bulunduran ve bu sebeple Irak merkezi hükümeti ile ihtilaf halinde olan Kuzey Irak bölgesel yönetiminin bağımsızlık kararı, Kerkük petrolleri üzerinde mutlak hakimiyet sağlamasını kolaylaştıracaktır. Bu itibarla, bölgede enerji güvenliği ve enerji tekeli konumuna ciddi derecede hassasiyet gösteren İran, bu girişimi sınırlandırabilecek hamleler gerçekleştirmektedir.
İran ve Irak arasında geçtiğimiz ay gündeme gelen Kerkük-İran petrol hattı anlaşması, bölgede, İran rejiminin en önemli müttefiki olan Irak merkezi yönetiminin sahip olduğu meşruiyeti pekiştirici ve Irak topraklarının tümünde tek otorite olarak algılanmasını sağlayacak bir niteliğe sahiptir. Söz konusu anlaşma, İran’ın bölgesel nüfuzunu sınırlandıracak bir gelişme, Irak merkezi yönetiminin ise Irak’ın toprak bütünlüğünü sarsacak bir gelişme olarak Kürdistan referandumunu ölü doğacak bir projeye çevirebilme gücüne sahiptir. İran ve Irak’ın, enerji işbirliği zemininde geliştirecekleri siyasal ittifak, Barzani’nin referandum projesinin meşruiyetinin bölgesel ve küresel alanda sorgulanmasına ve ihtiyatla karşılanmasına yol açabilecektir.
Bu durum, Kürt bölgesel yönetiminin İran ve Irak merkezi yönetimi tarafından çevrelenmesi, enerji ve petrol işbirliği açısından Irak merkezi yönetiminin uluslararası muhatap alınması sonucunu ortaya çıkaracaktır. Bu sonucu Barzani’nin bypass edilmesi olarak okumak mümkündür. Bu tabloda kilit ülke olarak Türkiye’nin ön plana çıktığı yadsınamaz bir realitedir. Bu bağlamda Türkiye hem bölge politikaları genelinde hem de söz konusu referandum-Irak-İran üçgeninde belirleyici aktördür.
2-) Siyasal Boyut Kuzey Irak bağımsızlık referandumu, bölgedeki siyasal yapının temelden değişmesi anlamını taşımaktadır. Bağımsızlık referandumunun gerçekleşmesi ve başarı sağlaması, Irak’ın yaşadığı fiili ayrışmanın resmileşmesini, Irak’ın toprak bütünlüğü ve siyasal bütünlüğünün bozulmasını beraberinde getirecektir. Diğer yandan, bağımsızlık referandumu, bölgedeki halklar üzerinde ayrılıkçılık eğiliminin güç kazanması etkisine sahip olacak ve bölgedeki devletlerin toprak bütünlüklerini ve siyasal yapılarını tehdit edecektir. Kuzey Irak bağımsızlık referandumu, 20.y.y.’ın en tartışmalı konularından bir tanesi olan self-determinasyon ilkesinin günümüzde Ortadoğu’da yeniden canlanma trendi yakalamasını, sosyo-psikolojik açıdan bölge halklarında “Kuzey Irak Örneği” ile kendi kaderlerini tayin motivasyonu doğrultusunda ayrılıkçı faaliyetlerinin ve düşüncelerinin pekişmesini sağlayacaktır.
Bununla birlikte, bağımsız bir Kürdistan devletinin bölge siyasal denklemine eklenmesi, bölgedeki ilişki ağının yeni boyutlar kazanmasına, küresel aktörlerin bölgede yeni stratejik vizyonlar belirlemesine zemin hazırlayacaktır. Bu bağlamda, bölgede toprak bütünlüğü ve siyasal bütünlük açısından en fazla sorun yaşayan ve bu anlamda en büyük hassasiyet düzeyine sahip olan bölge ülkeleri İran ve Türkiye, Kuzey Irak referandumunun yaratacağı bu sonuçları öngörmekte ve bu olumsuz sonuçlara karşı ortak bir vizyon belirleyerek önlemler geliştirme yolunu seçmektedir.
İran ve Türkiye bu tutumları ile, Irak’ın toprak bütünlüğünün ve siyasal birliğinin korunmasını ve böylece bölgesel istikrarın muhafaza edilmesi ya da bölgede halihazırda var olan gerilim alanlarına bir yenisinin daha eklenmemesini amaçlamaktadır. Diğer yandan, Suriye’nin içinden geçmekte olduğu siyasal, mezhepsel ve etnik çatışma ortamı göz önüne alındığında, Kuzey Irak referandumunun bu açıdan da ciddi sonuçlara yol açabileceği göz ardı edilmemelidir.
Zira, Suriye’nin Kuzeyindeki YPG/PYD terör örgütlerinin varlığı ve otonom siyasal birimler oluşturma girişimlerinin Kuzey Irak referandumundan olumlu açıdan etkileneceği ve bu girişimleri ivme kazandıracağı şüphesizdir. Bu bağlamda, Suriye’nin Kuzeyinde, Kuzey Irak referandumundan ilham alan bir “birleşik bağımsız kantonlar” referandum projesinin gündeme gelmesi kaçınılmaz olabilecektir. Bu süreçte Irak ve Suriye’de doğrudan kontrolü altında tuttuğu paramiliter yapılara sahip olan İran ve sınırlı otorite sahibi olan Suriye rejiminin alacağı konum belirleyici olacaktır. Rusya ve ABD’nin PYD/YPG terör örgütüyle temasları da bu anlamda belirleyiciliğe sahiptir. DAEŞ ile mücadele adına desteklenmekte olan YPG/PYD yapısının devletleşme projesinin desteklenip desteklenmeyeceği yönündeki karar bu belirleyiciliğin en kritik tarafıdır.
Son gelişmelere bakıldığında, DAEŞ’in, Kuzey Suriye’de büyük oranda alan ve güç kaybetmesine rağmen ABD’nin YPG/PYD’ye yönelik yoğun silah desteğinin artarak devam ediyor olması bu anlamda uzun vadeli bir devletleşme projesine ilişkin bakış hakkında ipucu vermektedir.
3-)Etnik Boyut Kuzey Irak’da kurulması amaçlanan bağımsız Kürdistan devleti, şüphesiz, bölgedeki etnik gerilimlerin alevlenmesine yol açacaktır. Bu durum hem Irak için hem de bölgedeki diğer devletlerde yaşayan halklar için olumsuz sonuçlara ve istikrarsızlığa sebep olacaktır.
Özellikle, Irak’da yaşayan Türkmen toplumunun söz konusu referandum kararına karşı sert tepkisi ve referandumun gerçekleşmesi halinde kendilerinin de kendi kaderlerini tayin ve kendi devletlerini kurma mücadelesine girişeceklerini açıklamaları, bölgede ortaya çıkması muhtemel büyük gerilim ve çatışmasının habercisi niteliğindedir. Böyle bir siyasal ve etnik çatışma iklimi, bölgede telafisi zor bir kaos ortamının oluşmasına neden olacaktır. Bağımsız Kürdistan devleti, bölgesel yönetim bayrağı, Kürtçe resmi dili ve Kürt kimliğinin temel esaslar olarak öngören bir yapıda oluşturulmak istenmekte ve bu esaslar bizzat Barzani tarafından defalarca dile getirilmiştir. Barzani, tarih boyunca Kürtlerin bir devlete sahip olamadıklar ama artık kendi kaderlerini tayin ve öz egemenlik hakları doğrultusunda bağımsız bir devlete kavuşacakları yönünde yaptığı açıklamalar ile aslında bağımsız Kürt devletine ilişkin tasavvurunu da ortaya koymuş oluyordu.
Bunun yanı sıra, bölgesel yönetim bünyesinde, Kürt kimliğinden başka toplumsal ve etnik kimliklere yönelik tutumun yok etmeye dönük bir nitelik alması, özellikle Türkmen toplumuna uygulanan baskılar ve nihayet son dönemde büyük tartışmalara yol açan kamu binalarına Kürt bölgesel yönetim bayrağı asılması tartışmaları, bu tasavvurun homojen, Kürt etnik kimliğine dayalı bir Kürt devleti idealini yansıttığını açıkça göstermektedir. Fakat, söz konusu referandum kararının özellikle bölgesel anlamda yarattığı tartışmalar, Barzani yönetimini bu anlamda bu tasavvuru söylemsel bazda yumuşatmaya sevk etmiştir. Barzani son açıklamalarında, kurulacak olan bağımsız Kürt devletinin bir ulus-devlet olmayacağını, çoğulculuğu esas alan demokratik bir devlet olacağını iddia etmiştir. Bu iddiaların, referanduma yönelik tepkilerin azaltılması amacı taşıdığı ve aynı zamanda bir tutarsızlığı temsil ettiği açıktır.
Zira, bugüne kadar homojen ve Kürt kimliğine dayalı bir devlet tasavvurunu her fırsatta ifade eden Barzani, bugün ulus-devlet gibi bir amacının olmadığını savunmaktadır. Ulus-devlet ve homojen Kürt kimliğine dayalı bir devlet tasavvuru mevcut değil ise neden halihazırda özerk bir yapıya sahip olan bölgesel yönetim statüsü sürdürülmek istenmemekte veya yeni devletin ulus-devlet temelinde değil çoğulcu-eşitlikçi demokratik bir temele dayanacağı iddia ediliyorsa neden bütünsel bir yaklaşımla Irak ülkesinin bu niteliklere kavuşup tüm Irak’ın çoğulcu ve eşitlikçi bir toplumsal ve siyasal ortama kavuşturulmaya çalışılmadığı soruları tutarsızlığı ve bu durumun yalnızca söylemsel meşruiyet amacı taşıdığını kanıtlamaktadır. Kuzey Irak referandumunun bölgede etnik bağlamda yaratacağı Balkanlaşma ortamı birçok devletin bütünlüğü, istikrarı ve güvenliği için büyük riskleri taşımaktadır. Şüphesiz, bu ortamda en büyük riski, sınırlarında Kürt toplumu barındıran devletler yaşayacaktır.
Türkiye, İran ve Suriye bu risk muhataplarının başında gelmektedir. Kuzey Irak referandumu, Türkiye ve İran’da faaliyet gösteren terör örgütlerinin propaganda kabiliyetini artıracak, önemli bir argüman elde etmelerini sağlayacak ve etnik milliyetçiliği güçlendirecektir. Diğer yandan, ülkesinin kuzey coğrafyasında otorite boşluğu yaşayan Suriye rejimi için de riskli bir atmosfer söz konusudur. Zira, Suriye’nin kuzeyinde büyük oradan fiili hakimiyet gösteren PYD/YPG terör örgütünün, 2014-2015 yıllarında olduğu gibi Kuzey Irak yönetimi ile ittifakı mümkün olabilecek; bu kez ittifakın hedefi DAEŞ’den korunma ve ortak mücadele değil birleşme veya Kuzey Suriye Kürt yönetiminin tesisi ve tanınması olabilecektir. Bölgede, Balkanlaşma sürecine yol açabilecek bu gelişmelerin diğer boyutlarında, Türkmen ve Arap toplumlarının ve farklı mezhepsel grupların, Kürt yönetiminin bu girişimine tepki olarak Suriye ve Irak’da benzer bir mücadele içine girme ihtimalidir. Bu durum bölgede mutlak bir kaosun yaşanmasını kaçınılmaz hale getirecektir.
4-) Türkiye Açısından Projeksiyonlar Türkiye, bölgenin en etkin güçlerinden bir tanesi olarak, herhangi bir bölgesel gelişmede alacağı pozisyon, sergileyeceği tavır ve gerçekleştireceği hamlelerin sürekli biçimde gözlendiği bir konuma sahiptir. Bölgede, Türkiye’nin gerçekleştireceği hamleler, bütünsel açıdan büyük bir etki potansiyeline sahiptir. Tabi ki, Kuzey Irak referandumu konusu da bu etki alanlarından bir tanesidir. Türkiye ve Kuzey Irak bölgesel yönetimi arasında, bazı dönemlerde sorunların yaşanmasına rağmen özellikle ekonomik-ticari ilişkiler bağlamında kayda değer bir ilişki hacmi söz konusudur.
Bu ilişki yoğunluğu hem Türkiye ekonomisi açısından hem de Kuzey Irak bölgesel yönetiminin altyapısal, ekonomik durumu ve kalkınmasını doğrudan ilgilendirmektedir. Bununla birlikte, Başika kampında Türkiye tarafında üstlenilen eğitim misyonu ile ilişkiler askeri-güvenlik alanında da yoğunlaşmıştır. Türkiye’nin Kuzey Irak bölgesel yönetimine ilişkin tutumu, Irak’ın toprak bütünlüğü ve bölgedeki Türkmen halkının selameti öncelikleri ile iyi ilişkilerin geliştirilmesinden yanadır.
Fakat, Kuzey Irak bölgesel yönetiminin aldığı referandum kararı, Türkiye’nin söz konusu iki önceliğine de halel getirecek mahiyettedir. Etnik boyut ve siyasal boyut başlıklarında değinildiği üzere Türkiye, bu referandum sonucunda, bölgede oluşacak olan Arap, Türkmen ve Kürt halkları arasındaki etnik gerilim ve çatışmalardan en fazla etkilenecek olan ülkelerin başında gelmektedir. Bu durum Türkiye’nin güvenliğine ve istikrarına olumsuz ve doğrudan bir biçimde yansıyacak, Türkiye’nin bu çatışma ortamından steril kalması mümkün olmayacaktır. Türkiye’nin resmi tutumu olarak deklare edilen bağımsızlık referandumuna karşı olunduğu yönündeki söylemler bölgede bu gelişmeden rahatsızlık duyan bir diğer devlet olan İran’ın tutumu ile paralellik göstermektedir.
Söz konusu söylemsel ortaklık ve yakın dönemde İran Genelkurmay Başkanı başkanlığındaki bir heyetin Türkiye’ye gerçekleştirmiş oldukları ziyaret, Türkiye ve İran’ın, Kuzey Irak bağımsızlık referandumunun kendileri ve bölge açısından taşıdığı riskler dolayısıyla ortak anlayış ve ortak hareket niyeti olarak yorumlanmıştır. Ziyaret sonrası yapılan açıklamalarda mutabakat yönünde söylemler ortaya konsa da, bir süre sonra İran medyasında özellikle ortak askeri operasyon gibi bir durumun kesinlikle söz konusu olamayacağı ve Devrim Muhafızlarının bu konuda net ve karşıt bir tutuma sahip olduğu vurgulanmıştır. Bu durum Türkiye açısından hayal kırıklığı yaratmış ve şüphelerin doğmasına sebep olmuştur.
Bununla birlikte, Kuzey Irak kökenli uzmanların “İran Türkiye’yi Tuzağa Çekmek İstiyor” yönündeki beyanları da bu konu üzerinde daha fazla düşünülmesin gerektirmektedir. Zira, bahsi geçen uzmanların söz konusu söylemi, yalnızca Türkiye’nin Kuzey Irak referandumuna karşı tutumunu yumuşatması ve değiştirmesi amacını taşımamakta, gerçeklik payı da barındırmaktadır. İran, her ne kadar Kuzey Irak bağımsızlık referandumuna karşı bir tutum benimsemiş ve Türkiye ile aynı safta yer alan bir görünüme sahipmiş gibi algılansa da, İran’ın Irak’daki nüfuzu bu açıdan göz ardı edilemeyecek bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır.
DAEŞ’in Irak’da ilerlemesine karşı Şii toplumun korunması argümanı ile kendi askeri personelleri ve bölgedeki Şii paramiliter gruplar vasıtasıyla Irak’da önemli bir alan kazanan İran, Irak’daki Şii toplum üzerinde bu açıdan etkiye sahiptir. Kuzey Irak referandum kararı ile Irak’ın resmi bölünme sürecinin başlaması, İran’ın orta ve uzun vadede, Irak’da kendisine bağlı bir Şii otonom bölgesi oluşturmasına imkan verecektir.
Böylece İran, sahip olduğu nüfuz nedeniyle toprak bütünlüğünü savunduğu Irak’ın bölünmesine sessiz kalacak ve söz konusu nüfuz alanını otonom Şii bölgesi vasıtası ile geliştirme yolunu seçebilecektir. Bu ihtimal, Türkiye’nin bu noktada gözden kaçırmaması gereken bir olasılıktır. Nihayet, Türkiye’nin bu noktada son derece ihtiyatla davranması gerekliliği her açıdan kendisini göstermektedir.
Türkiye, Kuzey Irak referandum kararına ilişkin tutumunu kendi güvenlik tanımlamaları ve bölgesel vizyonu açsısından belirlemeli; ittifak ilişkilerine temkinli yaklaşmalıdır. Türkiye’nin bu bağlamda Kuzey Irak bölgesel yönetimi ile doğrudan temas kurması en doğru hamle biçimi olacaktır. Kuzey Irak bölgesel yönetimine, bağımsız bir Kürdistan devletinin Suriye rejimi, İran ve Irak merkezi yönetimi tarafından çevreleneceği, bu noktada belirleyici ülkenin Türkiye olacağı mesajı net bir biçimde verilmelidir.
Türkiye’nin, sınırları içinde ve bölgede yaratacağı tehditler nedeniyle bu bağımsızlık kararına karşı olduğu, ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi ve Kuzey Irak bölgesel yönetiminin kalkınması için işbirliği ortamının oluşturulmasının Türkiye ve bölgesel yönetim açısından daha faydalı olacağı vurgulanmalıdır. Zira, Suriye rejimi ve İran tarafından çevrelenmiş, yanı başında İran’a bağlı bir Şii otonom bölgesi bulunacak olan bir bağımsız Kürt devletinin Türkiye’yi de karşısına alarak var olabilmesinin mümkün olmadığı ifade edilmelidir. Bununla birlikte Türkiye, bölge politikalarına doğrudan etki eden ABD, Rusya ve İsrail’in bu konudaki tutumlarını iyi biçimde analiz etmeli bu tutumlar ışığında bölgeye dair uzun vadeli perspektifini geliştirmelidir.
ABD ve Rusya’nın, özellikle Kuzey Suriye’de varlık gösteren YPG/PYD yapılanması ile yakın teması ve desteği, Kuzey Irak referandumu ve oluşturulmaya çalışılan homojen Kürt ulus-devletinin Kuzey Suriye bağlamında yaratacağı orta ve uzun vadeli riskler bu sağlıklı biçimde değerlendirilmelidir. Sonuç/Değerlendirme Kuzey Irak bağımsızlık referandumu, bölge ülkelerini ve bölgesel denklemi pek çok farklı bağlamda etkilemeye hazır bir süreç olarak karşımızdadır. Bu sürecin, bölgesel açıdan taşıdığı risklerin sağlıklı biçimde analiz edilmesi ve bu risklerin birer tehdide dönüşmeden önlenmesi, bölge ve bölge ülkeleri açısından son derece önemlidir. Bölgede oluşabilecek etnik, siyasal, kültürel gerilim ve çatışma ortamları, bölgenin kırılgan olan istikrar yapısını tamamıyla çökmüş bir hale dönüştürecek, bölgede “failed states/başarısız devlet” formlarının ortaya çıkmasına yol açacaktır. Bölgedeki bu istikrar ve güvenlik boşluğu orta ve uzun vadede bir döngü biçimini alarak güvenlik boşluğunun daha fazla güvenlik boşluğu ürettiği, güvenlik adına alınacak önlemlerin güveliği sağlamaktan ziyade bizzat güvenlik boşluğunu besleyen bir hal alacağı bir ortamın oluşmasına zemin hazırlayacaktır.
Bu bağlamda, söz konusu referandum konusu üzerinde gerçekleştirilecek tartışmaların gerçekçi bir yaklaşımla ele alınması ve bunun sonucunda gereken tutumun belirlenerek sergilenmesi büyük önem taşımaktadır Türkiye, söz konusu güvenlik boşluğu sarmalından ciddi ölçüde etkilenecek olması muhtemel olan ülke olarak bölgede etnik, mezhepsel ve diğer kimlik unsurlarına dayalı herhangi bir çatışma ortamının ortaya çıkmaması adına yoğun çaba sergilemelidir. Dini-mezhepsel çatışma riskinin bulunduğu alanlarda vatan ve ulus ortak paydaları, etnik çatışma riskinin bulunduğu alanlarda ise dini birlik ve ortaklık algısının güç kazanması teşvik edilmelidir.

 


Yazıları posta kutunda oku


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir