SELİN BOSTANCI : Derin Devlet ve Zihin Kontrolü — Hrant Dink Cinayeti
MK Ultra projesi ismini duymuşsunuzdur. Duymayanlar için kısaca özet geçmek gerekirse, Nazi Almanyasından itibaren deneylerle birlikte keşfedilmeye başlanmış, ardından yavaş yavaş hayatımıza girmiş, insandan itaatkar bir robot yaratma yani zihin kontrol projesi olarak geçmektedir. Direkt olarak bir bireyin emirleri yerine getirmesi sağlanabilirken, kitlelerin de toplu halde hareketleri takip edilip, yönlendirilebilir.
Tüm diğer mantık çerçevemizin üzerine aşan konular gibi bu da beynimizin kulağımıza komplo teorisi ya da saçmalık gibi gelmesini tercih ettiği fakat son derece ciddi konularımızdan birisidir.
MK Ultra projesi ile ilgili insanları ikna etmeye çalışacak bir yazı hazırlamıyorum, aksine bu tarz olaylara zaten içten bir inanç duyan kimselere çok kısa ve üstü kapalı konuşacağım. Yine de ikna olmak isteyenler için 1970lere doğru projenin CIA tarafından kabul edildiğini, hatta 1974 yılında New York Times’da ölümlerin ve deneydeki hataların haber olmasının üzerine CIA’in açıklama yaparak özür dileyerek projeyi sonlandırdığı, hatta proje sırasında ölmüş olan kişilerin ailelerine para yardımı yapacağını açıklamış olduğunu söylemek isterim. Fakat denilenin aksine proje sonlandırılmamış, ismi değiştirilmiştir. Devamı niteliğinde olan diğer projeyi ise Monarch Project olarak araştırabilirsiniz.
MK Ultra, Josef Mengele’nin yöneticiliğinde, insan beyninin elektromanyetik işleyişini travmalar yaratarak (ki bu travmalar büyük işkenceler içermektedir) tıpkı bir bilgisayar programı gibi kırdıktan sonra, hipnoz, uyuşturucu maddeler, elektromanyetik dalgalar, ya da kum tanesinden bile ufak çipler gibi dış etkenleri kullanılarak, travmaların ardından sıfırlanmış olan beyinden istenilen özelliklere uygun yepyeni bir birey yaratılmasına, ve bu bireylerin de TV’den, radyo dalgalarından ya da herhangi bir bireyden şifreli kelimeler şeklinde aldığı çeşitli mesajlar ile harekete geçerek istenilen eylemi istenilen zamanda gerçekleştirecek saatli bombalar şeklinde yeniden programlandığını söyleyebiliriz.
Tarihe baktığımızda bu beyin yıkama durumları arasında göze en çok çarpan olay John F. Kennedy suikastıdır. Bununla ilgili Discovery Channel’in yapmış olduğu bir belgesel bile vardır. İzlemek isteyenler buradan bakabilir.
https://www.youtube.com/watch?v=lzPQNxFqVQ8
Elbette Discovery gibi bir kanalın CIA’in süper gizli belgelerini ortaya çıkaracağını iddia etmiyorum fakat belgesel boyunca özellikle Kennedy suikastını gerçekleştiren katil zanlısı Sirhan Sirhan’ın roportajına, suratındaki şaşkınlığa, suikastla ilgili hiçbir şey hatırlamadığına dair iddialarına bakıp kendi kararınızı verebilirsiniz. Ayrıca Sirhan Sirhan’ın Pakistanlı olması Amerika’nın her zaman en sevdiği Müslümandan korkun politikasına da cuk oturması sebebiyle benim gözümde Sirhan’ı harika bir piyon yapmaktadır.
Peki bu zihin kontrolü dediğimiz şey yalnızca bizden çoook uzakta CIA tarafından, Amerikalar’da gerçekleşiyor ve biz tamamiyle sıcacık güzel ve güvenli yuvamızda bu tür saçma olaylardan frekanslardan uzakta huzur içinde mi yaşıyoruz? Tabi ki de hayır. Ne denli büyük mevzular hakkında bahsettiğimi kendim bile bilmiyorum, yalnızca okuduklarımın ve daha önemlisi hissettiklerimin ışığında ki bunun buz dağının görünen kısmının bile küçücük bir parçası olduğunun farkındayım, bir şeyler paylaşmak istiyorum.
Bu konuyu araştırırken ve özellikle de Sirhan’ın röportajını izlerken kendi ülkemi düşündüğüm an aklıma tek bir isim geldi; Hrant Dink.
Bana kalırsa ülkemizde denenmiş ya da zaten yapılmakta olan zihin kontrol deneklerinden birisi de Hrant Dink’in katil zanlısı Ogün Samasttır.
Ergenekon soruşturmasının başlatılabilmesi için Ermeni sorununun biraz kaşınması, Hrant Dink’in ise öldürülmesi gerekiyordu. Bir şekilde belki düşük iradeli olduğu için, belki benim aklıma gelmeyen bazı sebeplerden ötürü Ogün Samast seçildi, ifadesinde söylediğine göre Yasin isminde bir simit satıcısı ile cinayetten bir süre önce okul kapısında tanışarak arkadaş oldu. Yasin yavaşça Ogün’ün içine Hrant nefreti ekti, ardından merak etme tüm emniyet bizim arkamızda diyerek onu cebine tıkıştırdığı 400 TL ve bir de silah ile cinayete gönderdi. Peki kim bu gökten bir anda inen, arkasına emniyeti almış Yasin abimiz? Nasıl oldu da bu kadar kolay birini öldürmeye ikna etti ve ondan da önemlisi nereden çıktı?
Kennedy tetikçisi Sirhan’ın da dediği gibi Ogün Samast da cinayeti işlediği sırada hiçbir şey hissetmediğini, daha sonrasında da pişmanlık duymadığını belirtmiştir.
Ogün Samast’ın babası oğlunu kendi elleriyle polise ihbar etmiş, oğlumun hayatını çaldılar, derin devlet oğluma kendi elleriyle Hrant’ı öldürttü gibi açıklamalar da yapmıştır.
Ogün Samast’ın yakalandıktan sonra fotoğrafının çekilmeye çalışıldığı sırada kaydedilen videoda Ogün Samast’ı kahramanlaştırmak ve ikilik yaratarak Ermeni/Milliyetçi iç karışıklığı yaratılmak istendiği için olsa gerek son derece amatörce “dur şu yazıyı da güzelce ortalayalım şöyle” sözleri ile eline tutuşturulmuş Türk bayrağı ile kafası üzerinde “vatan toprağı kutsaldır kaderine terk edilemez” yazısı ile zerre tepkisiz, boş gözlerle etrafa bakan bir kahraman (?) Ogün Samast. Peki bu tiyatro nedir yani, arkadan şapkanı çıkar, bayrağı salla emirlerini verenler kimler? Neden adamın yanında iki ayrı grup polis memuru yakalamış gibi fotoğraf çekiliyor?
Fakat her şeyden öte çok beni etkileyen Ogün Samast’ın cezaevindeyken yazmış olduğu aşağıdaki paragraflar oldu.
“Peki beni bu sürece getirenler nerede, kim onlar? “Damarlarımda cahillik aktığı ilk gençlik yıllarında ben nereden bilirdim Agos Gazetesi’ni, nereden tanırdım Hrant Dink’i, Ermeni nedir, tarih nedir, hiç bilmezdim. Ortaokul mezunu yurdun çocuklarından bir tanesiydim. Benim de hayallerim vardı. Deniz kenarında gün batımını melisa düşleri eşliğinde karşılamak, yarimin karşısında terlemekti hayallerim. Dıştan açılan mavi çelik kapı, içten açılan demir parmaklıklı pencere, bir avuç gökyüzünü hapseden çelik teller eşliğinde yalnızlığın bile yalnız olduğu demir duvarları hayal etmiyordum. Ta ki eski sabıkalı, Yasin’in bana internetten gösterdiği manşetler ve okuttuğu yazılarla bana baskı oluşturarak beni sürüklediği kin ve nefret girdabında kaybolmamla başladı olaylar. Yaşarken tuz katmazlar aşına, methiyeler düzerler mezar taşına diyor Ziya Paşa, ‘vatan haini, utanmaz Ermeni’ diye manşetleri ben mi attım? Adamın yazdığı yazının bir bölümünü cımbızla alıp provokatörlük yapan ben miydim? Bu manşetler ve bu yazılar yüzünden mahkeme köşelerinde Dink’i ve Orhan Pamuk’u süründüren halkımızın önüne bunlar ‘vatan haini, devlet düşmanı, bizi küfreden bizi aşağılayan, bölmeye çalışanlar işte bunlar’ diye hedef gösteren ben miydim? Televizyon tartışmalarında parmaklarını sallayarak yok mu bunları vuracak vatan evladı diye içindeki nefreti kusan ben miydim? O manşetler atılmasaydı, Emin Çölaşan o yazıyı cımbızla çekip yazmasaydı bunların hiçbir yaşanır mıydı? Bunlar bilmezler mi yurdumdaki cahil ve milli duyguları kullanılmaya bu kadar açık olan gençlerimizden birinin bir kötülük yapacağını? Bilirler amaç da o zaten. Benim yaşımda 10 genci okutun o manşetleri, gösterin o yazıları, arkadan eski bir sabıkalı korkutsun gaza getirsin tümü benim yaptığımı yapar. Yapmadı mı ne çabuk unutuyoruz. Ben kurban oldum başkaları olmasın. Ben buradayım, bunları yazanlar nerelerde? Beni teşvik eden Emin Çölaşan nerede? Bu manşetleri atan gazetelerin yönetici ağabeyleri nerede? Bugün yalılarında Petrus Şarabı içip ruhlarındaki gestapoların onlara gösterdiği yeni hedef ve kurbanlarını arıyorlar. Emin Çölaşan’dan, bu manşetlerini atanlardan şikayetçiyim ‘Hrant için, adalet için’ diye bağıranlar bu sesimi duyun. O manşetleri döviz yapın onları taşıyın. Ben üzerime düşeni yaptım gözümdeki çöpü çıkarttım. Siz de çıkartın ifadelerimde söylüyorum. Onu gördüm vurmaktan vazgeçtim. İki yumruk atacaktım, aklıma Yasin geldi korktum, aklıma o manşetler, o yazılar geldi, ne yaptığımı dahi hatırlayamayacak hale geldim. Bugün olsa tartışırdım, konuşurdum, belki de ben haklı çıkardım. Ama o yazılar olmasaydı, bu yaşananlarda olmayacaktı. Özgür basın o günlerdeki manşetlerini bir hatırlayın, bir hatırlatın neden suskunsunuz. ‘Güvercin’ diye manşet atanlar değil miydi, vatan haini diye manşet atanlar. ‘Hepimiz Ermeniyiz’ diye döviz taşıyanlar o yazıları yazanlar değil miydi? Kin ve düşmanlığın kazanına odun taşıyanlar, bunları yazacak yok mu, bunları yargılayacak yok mu. ‘kral çıplak evet kral çıplak diyor’ bu çocuk. Bu manşetleri atanları, yazılan yazanları araştıracak yok mu? Asıl suçlu onlar, ben masumum. O mazlum, ben cezamı çekiyorum, ama o yazıyı yazan, o manşetleri atanlar asıl siz suçlusunuz. Er ya da geç ışık sizi aydınlatacak ve bu gizlendiğiniz karanlıktan çıkacaksınız”.
Suç işlerken 17 yaşında olması sebebiyle Çocuk Mahkemesinde yargılandı ve 22 yıl 10 ay hapis cezası aldı.
Ne olursa olsun, ister süper ışınlı, deneyli, denekli, ister sadece medya ile, eğitim sistemi ile, sokaklardaki billboardlar ya da yediğimiz içtiğimiz onlarca şeyin içindeki zehirlerle olsun. Manipüle ediliyoruz, yönlendiriliyoruz, itaatkarlaştırılıyoruz. Boyun eğdiriliyoruz, günü geldiğinde çocuklarına heyecanla çip taktırmak için sıraya girecek binlerce anne babayı şimdiden görebiliyorum. Yukarıdaki hikayelerde başrol olmamamızın nedeni belki çok çok minik bir irade fazlalığıdır o kadar. Fakat biz o irade fazlalığı ile şımarırken arkada göremediğimiz o kadar büyük bir senaryo dönmekte ki, başrolün de en başında olduğumuzu anlayana kadar neler olacak göreceğiz kim bilir. Kötülük içimizde, düşündüğümüzden çooook içimizde. Ama korkacak bir şey yok. Yalnızca gözümüzü açacağız o kadar. Her geçen gün biraz daha farkında olacağız.
Okuduğunuz için çok teşekkür ederim,
Sevgiyle,
Yazıları posta kutunda oku