Almanya Başbakanı Angela Merkel’in “Türkiye ile gümrük birliğini genişletmeyeceğiz” sözlerinin ardından Türkiye Almanya ilişkilerindeki gerginlik giderek kopma noktasına gelmiştir. Özellikle Almanya’daki seçimlerde oy kullanacak Türklere “Bu partilere oy vermeyin” çağrısının yapılması, ipleri kopma noktasına getirmiştir. Konu hakkında siyasetçilerin Avrupa Birliği’nin (AB) ayrı, Almanya’nın ayrı olduğu yönündeki demeçleri gerçeği yansıtmamaktadır.
Çünkü, Almanya İngiltere’nin ayrılma sürecinden sonra Avrupa Birliği içindeki üç büyük karar alıcı ülkeden biri ve de en önemlisidir. AB’de alınacak kararları etkilememesi düşünülemez. Almanya; Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (Kıbrıs), Yunanistan, Fransa, Hollanda ve Avusturya gibi ülkeleri de yanına alarak AB’den istediği kararları zorlanmadan çıkarır. İlişkilerin giderek gerilmesi, bu ülkede yaşayan Türklerin hayatını zorlaştırır, Türkiye’deki vatandaşlar da kriz sebebiyle sıkıntıya girebilir.
İzmir’de Ağustos ayında Ticari ve Ekonomik İşbirliğinde Yeni Dönem başlığıyla düzenlenen Türkiye-Rusya İş Forumu’nda bir konuşma yapan Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci, Merkel’in ‘gümrük birliğini güncellemeyeceğiz’ demecinin yanlış olduğunu söylemiş, Türkiye’nin AB ile olan birlikten ayrılmadan Avrasya Gümrük Birliği’ne dahil olmayı hedeflediklerini açıklamıştır. (Hürriyet, 19.08.2017)
Bakan Zeybekçi Pamukkale’de 13 Aralık 2014 tarihinde düzenlenen Serbest Bölgeler Çalıştay’ında yaptığı konuşmada da “Avrasya Gümrük Birliği, Türkiye için vazgeçilmezdir. Biz orada olmak zorundayız. Körfez İşbirliği Teşkilatı içinde olmak zorundayız. Orta Afrika Birliği denen… birliğin içinde yer almak zorundayız” diyerek Türkiye’nin Avrasya Ekonomik (Gümrük) Birliği’nde yer alması gereği üzerinde durmuştur.
Bu istek bugünkü şartlarda gerçekleşemez. Çünkü, Ankara Anlaşması ve Katma Protokol değişmediği sürece GATT/WTO kuralları gereğince Türkiye aynı anda iki farklı gümrük birliği içinde olamaz. (S. Rıdvan Karluk, Uluslararası Kuruluşlar, Beta Basım, 7. Baskı, İstanbul, 2014, s. 225-285) Sayın Bakan bu durumu bilmeden açıklamayı yapmış olabilir.
1982 yılında rahmetli Cumhurbaşkanımız Turgut Özal’ın oluru ile Devlet Planlama Teşkilatı’nda AET Dairesini (günümüzdeki AB Bakanlığı’nın nüvesi) kuran ve AB konusundaki iki temel kitabı 14 baskı yapan, bu konuda çok sayıda makalesi ve bildirisi olan bir öğretim üyesi olarak konuyu açıklamakta yarar görüyorum. Çünkü, kamuoyunun neyin olup, neyin olamayacağını bilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Almanya Başbakanı Merkel, başından beri Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkan AB’deki etkin iki siyasetçiden biridir. Türkiye’nin AB üyeliği bir ‘ahdi yükümlülük’ olmasına rağmen Merkel ile önceki Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy tarafından Türkiye’ye önerilen imtiyazlı ortaklık, uluslararası hukukta geçerli olan ‘ahde vefa’ (pacta sunt servanda) kuralını yok saymak anlamındadır.
Ankara Anlaşması ve Katma Protokol’de imtiyazlı ortaklık şeklinde bir tanımlama yoktur. Türkiye AB ile gümrük birliğini gerçekleştirdiği için bir anlamda imtiyazlı ortak statüsündedir. AB’ye sonradan katılan ülkeler arasında Yunanistan dışında hiçbir ülke önce gümrük birliğine girerek üye olmamıştır. AB mevzuatına aykırı bir şekilde Türkiye’ye imtiyazlı ortaklık statüsü verilmesi söz konusu olursa, Lizbon ve Ankara Anlaşmaları ile Katma Protokol’ün değiştirilmesi hukuki zorunluluk olarak ortaya çıkar.
Müzakerelerin açıldığı 2005 yılında Avusturyalıların direnişini kıran İşçi Patisi milletvekili ve dönemin İngiliz Dışişleri Bakanı Jack Straw 2013 yılında yayınlanan kitabının 18’nci bölümünü Avrupa Birliği ve Türkiye’ye ayırmıştır. Hasta Adam Karşılık Veriyor: Avrupa ve Türkiye başlıklı bölümde Straw, müzakere sürecinin başlamasından bu yana Angela Merkel ile Nicolas Sarkozy gibi Avrupalı siyasetçilerin Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıktığını hatırlatarak, bu iki siyasetçinin Türkiye’nin üyeliğini arzulamamasını, Türkiye’nin Müslüman ülke olmasına bağlamıştır:
“33 müzakere başlığının, 17’si engellenmiş durumda. Hiçbir aday ülkeye böyle davranılmamıştır. Acil sorun Kıbrıs’tır. Bu sorun, Fransa, Almanya ve İngiltere tek ses olursa çözülebilir. Fransa’nın eski Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, Avrupa’nın kendisine sınır çizmesi gerektiğini söylediğinde, coğrafi sınırları kastetmemişti. Öyle olsaydı, Malta veya Güney Kıbrıs’ın alınmaması gerekirdi. Kastettiği dini sınırlardı. Tüm bunda kaybedecek olan AB’dir, Türkiye değil. Türkiye’nin AB’ye duyduğu ihtiyaçtan çok, AB’nin Türkiye’ye şu anda ihtiyacı vardır.” (Straw, 2013, Chapter 18)
Avrupa Birliği’nin bazı üyeleri Türkiye’yi tam üye olarak alma konusunda isteksizdir ama Türkiye’nin başka denizlere yelken açmasını da istemezler. AB Devlet ve Hükümet Başkanları 17 Aralık 2004 tarihinde şu kararı almışlardır: Eğer Türkiye AB’ye üye olamazsa, Türkiye’nin AB kurumlarına demirlenmesi söz konusudur. (…is fully anchored in the European structures) Demirlemek şu demektir: “Avrupa Birliği’ne eğer üye olamayacaksanız, AB’den fazla uzaklara da gitmeyin.” Bu durumu Türkiye kabul edemez.
Türkiye’yi Avrupa Birliği’ne (ilk ismi ile AET’ye) ortak üye yapan Ortaklık Anlaşması (Ankara Anlaşması) 12 Eylül 1963 tarihinde Ankara’da imzalanmış ve 1 Aralık 1964 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Başbakan İsmet İnönü Anlaşma’nın imza töreninde, “Bu Anlaşma, Türkiye ve Zaman Avrupa’yı ebediyete kadar bağlamaktadır” diyerek çok önemli bir gerçeği açıklamıştır. Çünkü Ankara Anlaşması, Roma Anlaşması’nın 238’nci maddesine dayanmakta ve Türkiye-Topluluk ortaklığının temel ilkelerini belirlemektedir.
AET Komisyonu’nun o dönemdeki Başkanı Alman Profesör Walter Hallstein, Ankara Anlaşması’nın imzalanması dolayısıyla Ankara’daki törende yaptığı konuşmada, “Belli bir geçiş döneminden sonra Türkiye’nin AET’ye tam üye olarak kabul edilmesi gerektiğini” savunmuştur. Hallstein’in bu açıklamasının sebebi, Ankara Anlaşması’nın 28’nci maddesidir.
Anlaşma, Topluluk (AET) ile imzalandığı için Topluluk için doğrudan uygulanan bir Topluluk Hukuk Belgesi’dir. Topluluk üyesi ülkelerce imzalandığı için de Uluslararası Hukuk Belgesi’dir. Ankara Anlaşması ve Katma Protokol, birincil Topluluk hukukudur. Ankara Anlaşması’nda taraflara fesih hakkı tanınmamış, yürürlük süresi de öngörülmemiştir. Bu sebeple, Anlaşma’nın amaçları gerçekleşene kadar yürürlükte kalması gerekir. (S. Rıdvan Karluk, Avrupa Birliği, Beta Basım, 11. Baskı, İstanbul, 2014, s. 18-26)
Ankara Anlaşması, Türkiye’yi AET’ye ‘ortak üye’ yapan, taraflar arasında gümrük birliğine dayanan ve ileride tam üyeliği öngören bir Ortaklık Anlaşması’dır. Ana ilkeleri ve temelleri bakımından Roma Anlaşması’ndan esinlenmiştir. Türkiye-Topluluk ortaklığının temel ilkelerini belirleyen bir çerçeve anlaşmadır. Anlaşma’nın, Türkiye’yi üyeliğe götüren bir ortaklık anlaşması olduğunu bazı Avrupalı hukukçu ve düşünürler de kabul etmektedirler. Türk-Alman ilişkilerinde uzman olan Heinz Kramer, Anlaşma’nın nihai aşamada Türkiye’nin AET’ye üye olabileceği bir ortaklık içerdiğini belirtirken, bu görüşünü Anlaşma’nın 28’nci maddesine dayandırmıştır.
Thomas Oppermann ise Anlaşma’nın üyeliğe giden bir ortaklık içerdiğini ve hedefinin tam üyelik olduğunu ortaya koymuştur. Sevince Davası’ndaki yargıçlardan Manfred Zuleeg de, Ankara Anlaşması’nın hedefinin tam üyelik olduğunu belirttikten sonra, Anlaşma’nın üyelik için önkoşul içermediğine değinmektedir. Zuleeg, arka planındaki asıl amacın üyelik olduğunu ifade etmektedir. Yunanistan’ın tam üyelik başvurusu üzerine hazırlanan Komisyon Görüşü ile ilgili belgede de, Türkiye’nin Topluluk arasındaki yasal ilişkilerin nihai amacının tam üyelik olduğu, yoruma gerek bırakmayacak şekilde yer almıştır.
AB Adalet Divanı’nda açılan ilk davalardan olan Demirel Davası’nın Hukuk Sözcüsü Marco Darmon, Ankara Anlaşması’nın ayırt edici özelliğini, Anlaşma’nın Türk halkı ile AET’nin içinde bir araya gelmiş halklar arasında gittikçe daha sıkı bağlar kurma iradesine bağlamakta ve şöyle demektedir: “…238’nci madde temelinde yapılan anlaşmayı AET-A’mn (Roma Anlaşması) 177’nci maddesi anlamında bir organın eylemi olarak değerlendirmek mümkündür.”
Atina Anlaşması (Md.72) ve Ankara Anlaşması (Md.28), ortaklık ilişkilerini ileride anlaşmaya taraf olan devletlerin tam üyeliğine aktarmayı öngörmektedir. Ankara Anlaşması, Topluluk ile Türkiye arasında gittikçe gelişen bir gümrük birliğinin kurulmasını öngörmektedir. Anlaşma, aşamalı bir ön ortaklık yaratmıştır. Katma Protokol, Ankara Anlaşması’nın 4’ncü, Geçici Protokol’ün 1’nci maddesine dayanılarak hazırlanmış bir Ön Katılım Anlaşması’dır. (preadhesion) Bu durumdan çıkan sonuç şudur: Geçiş döneminden sonraki dönemde Türkiye’nin AB üyesi olması Türkiye’nin hakkıdır.
Ankara Anlaşması’nın 25’nci maddesi gereğince akit taraflar, Anlaşma’nın uygulama ve yorumu ile ilgili olarak Türkiye’yi, Topluluğu, Topluluk üyesi bir devleti ilgilendiren her anlaşmazlığı Ortaklık Konseyi’ne getirebilirler. Konsey, anlaşmazlığı karar yolu ile çözebilir. Ayrıca anlaşmazlığı, Adalet Divanı’na veya mevcut herhangi bir başka yargı merciine götürmeyi kararlaştırabilir. Taraflardan her biri, kararın veya hükmün yerine getirilmesinin gerektirdiği önlemleri almakla yükümlüdür. (S. Rıdvan Karluk, Avrupa Birliği Türkiye İlişkileri, Beta Basım, İstanbul, 2013, s. 33-56)
Ortaklık Konseyi, Ankara Anlaşması’nın 22’nci maddesi uyarınca almış olduğu kararlar ile tarafları bağlar. Anlaşma’nın 22/1 maddesi şöyledir: “Anlaşma ile belirtilen amaçların gerçekleştirilmesi için ve Anlaşma’nın öngördüğü hallerde Ortaklık Konseyi’nin karar yetkisi vardır. İki taraftan her biri, alınmış kararların yerine getirilmesinin gerektirdiği tedbirleri almakla yükümlüdür.” Ankara Anlaşması’nın 22’nci maddenin 3’ncü fıkrası ile, ortaklık rejiminin uygulanması sırasında anlaşma hedeflerinden birisine ulaşmak için ortak bir eylemin gerekli görüldüğü durumlarda, Konsey’e uygun kararları alma görevi verilmiştir.
Konsey, ulusal parlamentoların uzun süre gerektiren yasa çıkarma sürecini beklemek zorunda kalmaksızın yetki açıklarını kapatma imkanına sahiptir. Bu imkan, Gümrük Birliği’nin son döneminin gerçekleştirilmesinde kullanılmış ve Gümrük Birliği’ni tamamlayan 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı (OKK) alınabilmiştir. Bu OKK’ı Türkiye’de yanlış olarak Gümrük Birliği Anlaşması olarak bilinmektedir ama bu düzenleme Anlaşma olmayıp, bir Ortaklık Konseyi Kararı’dır.
Ortaklık Konseyi Kararları, AB’nin ikincil hukukudur. Bu durum, Adalet Divanı’nın 2/76 ve 1/80 sayılı OKK bağlamında vermiş olduğu 20 Eylül 1990 tarihli Sevince Kararı ile kesinleşmiştir. Sevince Kararı ile OKK’ların Topluluk hukukunun ayrılmaz parçaları oldukları ve doğrudan hukuki etkiye sahip oldukları belirlenmiştir.
Avrupa Birliği Adalet Divan, Demirel Kararı ile Türkiye-Topluluk ortaklığının bir önemli noktasına 1987 yılında şöyle dikkati çekmişti: “… üçüncü bir ülke ile özel ve ayrıcalıklı ilişkiler yaratırken, 238’nci madde, üçüncü ülkelere karşı AET-A’nın (Roma Anlaşması) kapsadığı tüm alanlara ilişkin yükümlülüklerin yerine getirilmesini teminat altına alma yetkisini Topluluğa tanımak zorundadır.” Divan bu Karar’la, ortaklık ilişkisi sonunda sınırlı da olsa ortak ülkenin Topluluk sistemine belirli bir katılmayı sağlamayı hükme bağlamıştır.
Ekonomi Bakanı Zeybekci, İzmir’de Türkiye’nin AB’den ayrılmadan Avrasya Gümrük Birliği’ne (doğrusu Avrasya Ekonomik Birliği ya da Topluluğu) dahil olmayı hedeflediklerini söylerken, Dünya Ticaret Örgütü’nün (WTO) gümrük birliği ile ilgili hükümlerini göz ardı etmiştir. Türkiye ile AB arasında Ankara Anlaşması ve Katma Protokol gibi tarafları bağlayan uluslararası anlaşmalar ile karşılıklı alınan kararlar varken, GATT/WTO hükümleri tarafları bağlarken, Türkiye aynı anda hem AB ile Gümrük Birliği ve hem de Avrasya Gümrük Birliği içinde bulunamaz.
Olmaz ama varsayalım ki oldu, bu durumda AB’den sıfır gümrükle ithal edilen otomobiller Avrasya Gümrük Birliği üyesi ülkelere sıfır gümrükle girer ve serbest dolaşımda olur ki, bu mümkün değildir.
Fakat, Bakan Zeybekci’nin bir tespiti gerçekçidir. Sayın Bakan’ın AB yetkililerinin, güncellemenin her iki tarafın da çıkarına olduğu, en üst düzeyde kazançlı çıkılacağı yönünde net beyanlarının bulunduğunu hatırlatması ve de 28 AB üyesi ülkenin oy birliğiyle bu güncelleme için yetki talebinin söz konusu olduğuna işaret etmesi doğrudur. Fakat daha sonra “Gümrük Birliği’nin güncellenmesi bizim için olmazsa olmaz değildir” açıklaması, yukarıdaki doğru tespiti ile çelişmektedir.
Türkiye AB üyesi olamayabilir ama taraflar arasında iyi işleyen bir Gümrük Birliği vardır. 31 Aralık 1995 tarihinde gerçekleşen Gümrük Birliği’nin güncelleştirilmesi tüm tarafların yararınadır.18-19 Temmuz 2017 tarihlerindeki AB-Türkiye Karma İstişare Komitesi’ne Business Europe adına konuşmacı olarak katılan Sofia Bournou, Gümrük Birliği’nin güncellenmesinin her iki taraf için de ekonomik yarar sağlayacak olmasının yanı sıra, Türkiye’deki siyasi ortamı olumlu yönde etkileyebilecek kapsamlı reformları da teşvik edebileceğini belirtmiştir. Bournou, en kısa sürede Gümrük Birliği’ni güncelleme müzakerelerinin başlamasını Business Europe’un desteklediğini açıklamıştır. (BusinessEurope calls for the launch of negotiations to update the Customs Union as soon as possible)
Gümrük Birliği’nin güncelleştirilmesi 29 Kasım 2015 ve 18 Mart 2016 tarihlerinde yapılan AB-Türkiye zirve kararlarında yer almıştır. Gümrük Birliği’nin günümüz şartlarına uyarlanması tarafların yararınadır. AB Komisyonu’nun günlük basın toplantısında, Almanya‘nın Türkiye ile Gümrük Birliği’nin güncelleştirilmesi çalışmalarının askıya alınmasının gündeme gelmesi üzerine AB Komisyonu Baş sözcü Yardımcısı Mina Andreeva, AB-Türkiye Yüksek Düzeyli Diyalog Toplantısını hatırlatarak, “Gümrük Birliği’nin güncelleştirilmesi bizim (üye ülkelere) teklif ettiğimiz bir şey” demiştir.
Sözcü Carlos Martin Ruiz de Gordejuela ise, AB’nin Türkiye ile ilişkisinin devam etmesinin son gelişmeler çerçevesinde gerekli olduğunu, katılım fonlarıyla reformlar, temel haklar, hukukun üstünlüğü gibi alanlara odaklanıldığını söylemiştir. Gordejuela, Komisyon’un 2016 sonunda Gümrük Birliği’nin güncellenmesi için AB Konseyi’nden yetki talep ettiğini şöyle hatırlatmıştır: “Komisyon, Gümrük Birliği’nin güncelleştirilmesinin, her iki tarafa da önemli ekonomik yararlar sağlayacağını değerlendiriyor.”
Anlaşma’nın güncelleştirilmesiyle Gümrük Birliği; tarım, hizmetler, sanayi ve kamu alımları alanlarını kapsayacak şekilde genişleyecek, AB’nin üçüncü ülkelerle imzalayacağı serbest ticaret anlaşmalarında Türkiye’nin mağdur olması önlenecektir. Güncelleştirme ve derinleşme süreci, AB ile ABD arasında müzakereleri devam eden fakat Trump’un ABD Başkanı seçilmesiyle duraklayan Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı’na (TTIP) Türkiye’nin katılımını da kolaylaştıracaktır.
Trump’ın seçilmesinden önce, iki taraf yaklaşık 3 yıl boyunca Trans Atlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı Anlaşması üzerinde müzakere ederek ticaretin önündeki engellerin birçoğunu ortadan kaldırmayı amaçlamıştı. Eğer TTIP gerçekleşirse, Türkiye’nin TTIP dışında kalması durumunda, Almanya’da yerleşik IFO Enstitüsü (Institute for Economic Research) tarafından Almanya Federal Ekonomi ve Teknoloji Bakanlığı adına 2013 yılında yapılan bir araştırmaya göre Türkiye’nin ekonomik kaybı 20 milyar dolar (milli gelirinin %2,5’i) civarında olacaktır. Derinleşme sürecinin Türkiye’yi tam üyelikten uzaklaştıracağı şeklinde tereddütler de vardır. Ancak Türkiye’nin üyelik vizyonunun korunması, siyasi kriterlere uyum ile sağlanacaktır.
2014 yılında Dünya Bankası (WB) tarafından yayınlanan raporda Gümrük Birliği’nin derinleştirilmesinin Türkiye ekonomisi üzerinde olumlu etkileri olacağı vurgulanmıştır. Tarım ürünleri ticaretindeki tarife ve tarife dışı engellerin kaldırılmasıyla birlikte hizmetler ticaretinin serbestleştirilmesi senaryosunda milli gelirin yüzde 0,46 oranında (cari rakamlarla yaklaşık 3,5 milyar dolar) artabileceği hesaplanmıştır. Derinleştirilmiş Gümrük Birliği’nin ekonomik açıdan getireceği en büyük değişiklik, Türkiye ekonomisinin yaklaşık yüzde 70’ni oluşturan hizmetler sektörünün AB rekabetine açılacak olmasıdır. Bu gelişme, Türkiye’nin milli gelirini yüzde 0,2 oranında (2014 yılı rakamlarına göre 1,5 milyar dolar) artıracaktır. Sektörün Gümrük Birliği’ne dahil edilmesi; bankacılık, ulaştırma, haberleşme, enerji ve turizm sektörlerini de olumlu etkileyecektir.
Şimdi, gelelim Bakan Zeybekci’nin Türkiye’nin Rusya’nın başını çektiği Avrasya Gümrük Birliği’ne dahil olmak için bu yıl başvuruda bulunulacağı açıklamasına. Konuya girmeden bir Latin özdeyişini hatırlatmak isterim: “Suyun taşı delmesi gücünden değil sürekliliğindendir.” (Gutta cavat lapidem non vi, sed sæpe cadendo)
Bakan Zeybekçi daha önce Pamukkale’de 13 Aralık 2014 tarihinde düzenlenen Serbest Bölgeler Çalıştay’ında yaptığı konuşmada “Avrasya Gümrük Birliği, Türkiye için vazgeçilmezdir. Biz orada olmak zorundayız. Körfez İşbirliği Teşkilatı içinde olmak zorundayız. Orta Afrika Birliği denen… birliğin içinde yer almak zorundayız” diyerek Türkiye’nin doğru ifadesiyle Avrasya Gümrük Birliği’nde (Topluluğunda) yer almasını savunmuştu. Fakat Sayın Zeybekçi 20 Mart 2017 tarihinde de “Türkiye’nin yolculuğu, Avrupalı dostları ile birlikte medeniyet yolculuğudur” derken haklıydı. Çünkü, AB üyesi ülkeler ve özellikle Almanya ile Türkiye arasındaki ekonomik ilişkiler hiçbir zaman AEB ve üyesi ülkelerle karşılaştırılamaz.
Almanya geçen yıl Türkiye’nin en çok mal sattığı ülke olmuştur. Gümrük ve Ticaret Bakanlığı verilerine göre Almanya’ya olan ihracatın toplam ihracat içindeki payı yüzde 9,7’den yüzde 9,3’e düşmesine rağmen bu ülkeye ihracat 595 milyon dolar artarak 14 milyar 7 milyon dolara ulaşmıştır. AB ile olan gümrük birliğinden çıkarak Avrasya Gümrük Birliğine girmek, bu pazarı kaybetmek demektir. Bu gelişme, Türkiye’nin ihracatını ve de döviz gelirlerini olumsuz etkileyerek cari açığın büyümesine yol açar.
17 Aralık 2004 tarihinde AB ile müzakere tarihinin alınması üzerine, Brüksel’den yurda dönen Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Ankara’da törenlerle karşılanmış, Kızılay Meydanı’nda gündüz vakti havai fişekli tören düzenlenmiştir. Başbakan Erdoğan yaptığı konuşmada şunları söylemiştir: “Aydınlık yarınların çağdaş Türkiye’si için çıktığımız yolda hamdolsun, dün müzakere süreciyle ilgili tarihi 3 Ekim olarak almış bulunuyoruz…geçen süre içinde birçok gayretler oldu. Birçok liderin AB yolunda mücadelesi oldu. Aşama aşama şüphesiz bir yerlere gelindi… Bundan sonra şüphesiz önümüzde uzun, zorlu yollar var unutmayın. Bundan sonra ülkemizde demokrasi daha faklı bir şekilde güç bulacaktır…Türkiye çağdaş ülkeler arasındaki yerini almaya başlamıştır alacaktır.”
Cumhurbaşkanı Erdoğan Avrupa Birliği ile ilgili temaslarda bulunmak üzere 5 Eylül 2015 tarihinde gittiği Brüksel’de “Avrupa Birliği stratejik hedeftir” demiştir. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de 9 Mayıs 2013 tarihinde kutlanan Avrupa Günü’nde, Avrupa’nın tartışılmaz bir parçası olan Türkiye’nin AB üyeliğinin pek çok konuda AB’ye önemli artılar getireceğini açıklamıştı. Cumhurbaşkanı Erdoğan 9 Mayıs Avrupa Günü dolayısıyla yayınladığı mesajda da referandum sürecinde kapıyı kapattığı Avrupa Birliği üyeliğini Türkiye için stratejik hedef olarak nitelemiştir: “Tarihi, coğrafi ve kültürel olarak yüzyıllardır Avrupa’nın bir parçası olan ülkemiz, stratejik hedef olarak gördüğü AB üyelik sürecini, karşılıklı saygı, eşitlik ve kazan-kazan anlayışı çerçevesinde devam ettirmek arzusundadır.”
Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun 28 Ocak 2015, AB Bakanı Volkan Bozkır’ın 18 Mayıs 2016 tarihinde “AB bizim için stratejik bir hedeftir” ve Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun 9 Ocak 2017 tarihindeki “Türkiye’nin olmadığı Avrupa eksiktir” açıklamaları, AB ile iplerin henüz kopma noktasına gelmediğini göstermektedir Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek de “AB bizim için önemli bir çıpa, Batı’dan bir kopuş görmüyorum” tespitinde bulunmuştur. Diğer Başbakan Yardımcısı Nurettin Canikli de “Avrupa, bizim en büyük ekonomik ortaklarımızdan biridir. Bu ticaretten her iki taraf da çıkar sağlıyor. İki tarafın menfaatini yükseltecek şekilde ilişkilerimiz devam edecektir” demiştir.
Başbakan Binali Yıldırım 21 Ağustos 2017 tarihinde Singapur’da Türkiye’nin temel dış politika eksenleri bugün de güncelliğini koruduğunu açıklamış, “Avrupa Birliği, ülkemiz için stratejik hedef olmayı sürdürüyor” diyerek önemli bir tespitte bulunmuştur: “AB ile çok boyutlu ve köklü ilişkilerimiz var. AB ile Gümrük Birliği içinde olan tek aday ülkeyiz. Türkiye, AB’nin beşinci büyük ticaret ortağı ve AB ile ticaretimiz yaklaşık 146 milyar dolar seviyesindedir. Gümrük Birliği’ni güncelleyerek ticaret hacmini iki katına çıkarmayı hedefliyoruz ve bunun başarılabileceğini öngörüyoruz.”
Orta Asya ülkeleri ile ekonomik ilişkileri karşılıklı olarak geliştirmek ile gümrük birliği gibi ileri seviyede bir ekonomik entegrasyona gitmek, başka başka şeylerdir. Basitçe söylemek gerekirse, elma ile armudu karıştırmamak gerekir. Böyle bir birlikteliğin hukuken mümkün olamayacağı yukarıda açıklanmıştır.
AB-Türkiye Gümrük Birliği, Türkiye’nin AB üyeliği sürecinde bir aşamadır. AB’ye tam üye olunursa Türkiye; egemenlik yetkilerinin kısmen devredildiği, alınan ortak kararlara tüm üye ülkelerin uymak zorunda bulundukları, Batılı anlamda demokrasi ile yönetilen, üyelik için ekonomik (Maastricht) ve siyasi (Kopenhag) kriterleri yerine getiren, ekonomik entegrasyona (bütünleşmeye) dayanan ve sadece Avrupalı ülkelerden oluşan bir uluslararası kuruluşa katılacaktır.
Ekonomi Bakanı’nın Türkiye’yi sokmak istediği Avrasya Gümrük Birliği ise çok farklı bir kuruluştur. Birliğin temelleri, Avrasya Ekonomik Birliği’nin (orijinal ismiyle Avrasya Ekonomik Topluluğu: Eurasian Economic Community: EurAsEC ya da AEB) kurulmasıyla atılmıştır. 6 Ocak 1995 tarihinde Rusya ile Belarus arasında gümrük birliği gerçekleştirildikten 5 yıl sonra AEB Anlaşması, 10 Ekim 2000 tarihinde Astana’da Beyaz Rusya, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan Cumhurbaşkanlarınca imzalanmıştır. Ocak 2006 tarihinde Özbekistan Birliğe katılmış, böylece üye sayısı 6’ya çıkmıştır. Özbekistan üyeliğini 2008 yılında dondurmuştur. Mayıs 2002’de Moldova ve Ukrayna, Nisan 2003’de Ermenistan Kuruluş’a gözlemci ülke olmuştur.
16 Ağustos 2006 tarihinde Soçi’de Aleksandır Lukaşenko, Nursultan Nazarbayev, Kurmanbek Bakiyev, Vladimir Putin, Emomali Rahmon ve İslam Kerimov’un katıldığı Konsey toplantısında AEB (EurAsEC) çatısı altında bir gümrük birliği kurulması kararlaştırılmıştır. Birliğin kurucu üyeleri Beyaz Rusya, Kazakistan ve Rusya Federasyonu’dur. Diğer AEB üyesi ülkelerin ekonomileri gümrük birliğine katılmaya hazır olduklarında birliğe üye olacaklardır. 6 Ekim 2007 tarihinde Duşanbe’de yapılan toplantıda gümrük birliğinin statüsü belirlenmiş ve bu konuda bazı temel anlaşmalar imzalanmıştır. Bunlardan Gümrük Kodu 6 Temmuz 2010 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Gümrük birliği ve ortak ekonomik alan (common economic space) yakın gelecekte Birlik içinde ekonomik entegrasyonu gerçekleştirerek, kişilerin refah seviyesinin artmasına katkı sağlayacaktır. , s.32)
Gümrük birliğinin amacı, bu temel üzerinde üye devletleri birleştirmek ve uzun dönemde diğer Bağımsız Devletler Topluluğu (CIS) üyelerini aynı çatı altında toplamaktır. Birliğe Ermenistan’ı dahil eden anlaşma 9 Ekim 2014’de onaylanmış, Rusya Devlet Duması Anlaşma’yı 26 Eylül 2015’de uygun bulmuştur. 23 Aralık 2014 tarihinde Kırgızistan ve Ermenistan, 1 Ocak 2015 tarihinde fiilen hayata geçen Avrasya Gümrük Birliği’ne kabul edilmiştir. Kazakistan, Rusya ve Kırgızistan aynı zamanda üst çatı kuruluşu olan Şanghay İşbirliği Kuruluşu (SCO) üyesidir. Belarus ise Diyalog Ortağıdır. Birlik, Rusya’nın Orta Asya’daki ekonomik ayağı olarak değerlendirilebilir. Ekonomik birleşmedeki sorunlar göz önünde bulundurulduğunda Birliğin siyasi yönü daha ağır basmaktadır.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan 18 Temmuz 2012 tarihinde Rusya’ya yaptığı ziyarette Putin’e “Zaman zaman bize takılıyorsun. AB’de ne işin var diyorsun. O zaman ben de şimdi size takılayım. Hadi gelin bizi Şanghay Beşlisi’ne dahil edin, biz de AB’yi gözden geçirelim şeklinde bir latife yaptım” demiştir ama Türkiye bu Beşlide de yer alamaz. Eğer Türkiye Şanghay Beşlisine (Şanghay İşbirliği Örgütü) tam üye olursa, bu durumda Batı dünyası ile ilişkilerini gözden geçirmek durumunda kalır. Çünkü ŞİÖ’ne üye ülkelerinin hiçbiri NATO ve OECD üyesi olmayıp, çoğu üyeleri de Avrupa Konseyi’ne de üye değildir.
Avrasya Ekonomik Birliği fikrinin öncülerinden olan Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev Türkiye’nin Avrasya Ekonomik Birliğine üye olmasını istemektedir. Nazarbayev 24 Ekim 2013 tarihinde Misk’te gerçekleşen Yüksek Ekonomik Konsey toplantısında Türkiye’nin Avrasya Birliğine katılması yönünde tavsiyede bulunmuştur. Kazakistan için bir müttefik olarak görülen Türkiye, Rusya için siyasi, jeopolitik ve de jeokonjonktürel bir rakiptir. Rusya’nın Avrasyası’nda Türkiye kapının dışında önemli bir ortak olup, Avrasya kapısından içeri kalıcı olarak girmesi Rusya için bir tehdittir.
Rusya için Avrasya Gümrük Birliği bir ekonomik birleşme değil, Avrasya projesi kapsamında eski Sovyetler Birliğini yeniden hayata geçirme sürecidir.
Projede Orta Asya’daki Türk Cumhuriyetleri vardır ama Türkiye yoktur. Bu durum, Esengül Kafkızı’nın Prof. Dr. Abdülvahap Kara tarafından çevrilen ve Türkistan gazetesinde 14 Kasım 2013 tarihinde yayınlanan “Ankara Gümrük Birliği’ne Katılmayı Gerçekten İstiyor mu? Kazakistan Cumhurbaşkanın Teklifi Üçlü Gümrük Birliği’nde Görüşlerin Farklı Olduğunu Ortaya Çıkarmış Gibidir” başlıklı makalesinde açık bir şekilde ortaya konmuştur. Kafkızı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “AB bizi oyalarsa biz de alternatif ararız, Şanghay 5’lisi bizi kabul etsin, AB’ye hoşça kal deriz” demecinin de perde arkasını açıklamaktadır.
Dönemin Başbakanı Erdoğan 12 Ağustos 2010 tarihinde Ankara’daki büyükelçilere verdiği iftar yemeğinde “Türkiye’nin dış politika ekseni değişmemiştir” dese de eğer Ankara Anlaşması ve Katma Protokol’ü bir an için yok sayıp Avrasya Gümrük Birliğine girersek, o zaman Türkiye’de eksen tartışmaları gündeme gelir.
Ermenistan’ın içinde bulunduğu gümrük birliğine Türkiye’nin girmesi, Ermenistan’a uygulanan ambargoların kalkması ve Ermenistan’ın Türkiye aleyhine tüm dünyada yürüttüğü sözde Ermeni soykırım iddialarının kabul edilmesi anlamına gelir.
Avrupa Birliği ile ilişkilerde çeşitli faktörlerin etkisiyle meydana gelen olumsuz gelişmeler sebebiyle Türkiye’nin son 200 yıldır Batı’ya dönük yüzünü Şanghay İşbirliği Kuruluşu ve Avrasya Gümrük Birliği gibi Rusya’nın siyasi ve ekonomik etkinliğinde olan kuruluşlara yöneltmesi bir alternatif olamaz. Türkiye için zaman zaman “Batıya giden gemide Doğuya koşan ülke” benzetmesi yapılmıştır ama bunun doğru olmadığı Türkiye’nin üye olduğu Avrupalı ekonomik, askeri ve siyasi kuruluşlar tarafından ispatlanmıştır. Türkiye’nin dışında hiçbir Müslüman ülke AB dışındaki tüm Avrupalı kuruluşlara üye değildir.
Geçmişte Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş’un Türkiye’nin gümrük birliği sonucunda kayıplar yaşadığını belirtmesi ve “Gümrük Birliği’ni yeniden gözden geçirmek ve müzakere etmesi zaruridir” demesi hem doğru ve hem de yanlış bir açıklamadır. Doğrudur, çünkü gümrük birliğinin günün şartlarına göre derinleştirilmesi gerekir. Yanlıştır, çünkü gümrük birliği ile Türkiye kayıplar yaşamamıştır. Türkiye’de üretilen buzdolabı, çamaşır makinesi ve televizyonların ithal edilen benzer ürünlerden bir farkı kalmamıştır.
Şahsıma son 10 yıldır her üç ayda bir anket formu yollayarak Türkiye ekonomisindeki gelişmeler konusunda görüşlerimi alan Münih merkezli Ekonomi Araştırma Enstitüsü IFO’nun (Information and Forschung /research ) Dış Ekonomik İlişkiler Bölümü Başkan Yardımcısı Erdal Yalçın, 27 Temmuz 2016 tarihinde DW Türkçe’ye verdiği demeçte gümrük birliğinin güncelleştirilmesini istemeyen siyasetçileri şöyle eleştirmiştir: “Gümrük Birliği’nin modernleştirilmemesi, hatta bu yönde baskı amaçlı karar alınması, Türkiye’de iktisadi sorunların hızla büyüyüp devasa sorunlar sarmalına dönüşmesine yol açacaktır. Zaten zorlu bir süreçten geçmekte olan bir ülkeyi iktisadi baskılarla daha da istikrarsızlaştırmak ne Avrupa ne de Türkiye’nin çıkarınadır.”
Gümrük birliğinin sağladığı geniş pazar ve rekabet ortamı sayesinde Türkiye Almanya’ya otomobil ihraç eden ülke durumuna gelmiştir. Türkiye’de artık Anadol, Murat, Renault 12 otomobilleri üretilmemektedir. 2017 yılının ilk 6 ayında otomotiv sektörü 14,3 milyar dolarlık ihracat gerçekleştirmiştir. İhracatın yüzde 78,24’ü (11,2 milyar dolar) Avrupa Birliği ülkelerinedir. AB ülkeleri arasında ilk sırada 2,1 milyar dolar ile Almanya gelmektedir. Almanya’ya yapılan ihracat, AB dışında ihracat yapılan 147 ülkeye yakındır. Ocak-Haziran döneminde yüzde 12.52’lik artışla 2 milyar 191 milyon 277 bin dolar ihracat yapılan Almanya, AB ülkeleri arasında açık ara ilk sırada yer almıştır.
2016 yılında Türkiye’ye gelen 25 milyon turistin 17 milyonu AB ülkelerindendir. Geçen yıl Almanya’dan gelen 3 milyon 890 bin turistle bu ülke ilk, İngiltere ise 1 milyon 711 bin bin kişiyle üçüncü sırada yer almıştır. Son gelişmeler üzerine Almanya’dan gelen turist sayında azalma olmuştur. Kültür ve Turizm Bakanlığı verilerine göre 2017 yılının ilk dört ayında Türkiye’ye gelen Alman turist sayısı 568 bindir. Geçen yıl aynı dönemdeki rakam ise 730 idi. Bu verilere göre Alman turist sayısı yüzde 22,1 oranında azalmıştır. Paket tur rakamlarına göre de özellikle Antalya’nın en büyük iki pazarından Almanya’daki düşüş dikkat çekicidir. Bu yılın ilk yarısında Almanya’dan paket tur tercihi yapan turist sayısı geçen yıla göre yüzde 22 azalarak 709 bin 742 kişiye gerilemiştir.
Türkiye, AB için önemli bir stratejik ortaktır. Türkiye’siz bir AB, zayıf bir küresel güç olmaya adaydır. Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu eski Başkanı Stefano Manservisi’nin de belirtmiş olduğu gibi Avrupa Birliği Türkiye’nin açık ara birinci ticari ortağıdır. Günümüzde Türkiye ve AB arasında Gümrük Birliği çerçevesinde gelişmiş güçlü ticaret ve yatırım ilişkileri vardır.
AB, Türkiye’ye gelen doğrudan yabancı yatırımların ana kaynağıdır. Avrupalı şirketler otomotivden enerjiye, haberleşmeden mali hizmetlere çeşitli sektörlere yatırım yapmaktadır. Türkiye’deki doğrudan yabancı sermaye stokunun üçte ikisi AB ülkeleri kaynaklıdır. Avrupa Birliği Türk şirketlerin ana yatırım adresi olmuştur. Son beş yılda Türkiye kaynaklı doğrudan yatırımların yarısından fazlası (%57) AB üyesi ülkelere gitmiştir. Avrupa’da Türk sermayesiyle kurulmuş yaklaşık 150 bin şirkette 630 bin kişi çalışmaktadır. Dışişleri Bakanlığı’na göre yurtdışında yaşayan 5 milyonu aşkın Türk toplumunun yaklaşık 4 milyonu Batı Avrupa (AB) ülkelerindedir.
Dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu, 28 Ocak 2015 tarihinde Türkiye’nin Avrupa Birliği hedefinin stratejik bir hedef olduğunu ve kararlılıkla devam ettirileceğini söylemiştir. Davutoğlu’nun “AB bizim için stratejik bir hedeftir. İnşallah öyle veya böyle bir gün mutlaka Türkiye AB’nin üyesi olacaktır” görüşü, o dönemde AB ile iplerin inceldiğini fakat kopma noktasına gelmediğini göstermektedir. (Hürriyet, 28.01.2015) AB üyeliği hedefinden de bir sapma söz konusu değildir. 2001, 2003 ve 2008 yıllarında güncellenerek Bakanlar Kurulu kararıyla Resmi Gazete’de yayınlanan AB üyeliği hedefine yönelik Türkiye Ulusal Programı’nın giriş bölümündeki hedefte bir değişiklik olmamıştır.
İngiltere eski Dışişleri Bakanı Straw 14 Mayıs 2013 tarihinde Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı’nda (TEPAV, 2013) verdiği konferansta, Bulgaristan ve Romanya’nın tüm kriterleri karşılamazken AB’ye üye ülke olduğunu, Türkiye’ye ise süreçte çifte standart uygulandığını belirtmiştir. Bu çifte standarda ben Bobon kriteri (Bo: Bizden Olan, Bon: Bizden Olmayan) diyorum. Straw, Türkiye için coğrafi sınırlarla ilgili bir sıkıntın olmadığını da açıklamıştır: “Sarkozy zamanında ‘Avrupa’nın sınırları olmalı’ demişti. O zaman Güney Kıbrıs da AB üyesi olmamalıydı.”
Türk kökenli Amerikalı iktisatçı Prof. Dr. Daren Acemoğlu Avrupa Birliği’ne ve de NATO’ya alternatif olarak Şanghay Beşlisi’ne üye olmasının Türkiye açısından olumlu olmadığını açıklamıştır: “Çok kötü okuyorum. Türkiye’nin Batı’yla ilişkisi hiçbir zaman sorunsuz değildi. Bir adım geri, bir adım ileri gidiyordu. Avrupa’yla yakınlaştığımız dönemler hep iyi netice verdi.” Acemoğlu, Perakende Günleri için geldiği İstanbul’da Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye ile üyelik müzakerelerini geçici olarak dondurma kararını nasıl karşıladınız sorusunu da “Avrupa Birliği, Türkiye’nin kurumları için önemli bir çapadır. Bu çapayı elimizden kaçırmak üzereydik. Şimdi tamamen kaçırdık. Türkiye için iyi bir sonuç olmadı. Ayrımın büyümesi hem ekonomik hem siyasi anlamda çok kötü” diyerek cevaplandırmıştır.
Geçen yıl 15 Aralık’ta düzenlenen AB Liderler Zirvesi sonrasında liderler, AB-Türkiye mutabakatına bağlılıklarını yineleyerek, anlaşmanın tüm unsurlarının uygulanmasının önemini vurgulamıştır: “AB Konseyi, AB-Türkiye mutabakatına olan bağlığını yineler ve tüm unsurlarının ve tam ve ayrım yapılmadan uygulanmasının önemini altını çizer.” AB Komisyonu tarafından yapılan açıklamada “Demokrasi ile temel hak ve özgürlüklere olan saygı anlaşmanın önemli bir parçası olacaktır” ifadelerine yer verilmiştir.
Türkiye AB ilişkilerinin 2017 ve sonrasında gelişmesinin şartlarını İKV’nın önceki Başkanı Prof. Haluk Kabaalioğlu Dünya Gazetesi’nden Osman Arolat’a şöyle açıklamıştır: “Ülkemizin yurt dışı imajı çok önemli. AB ülkelerinde bizimle ilgili olumsuzluklar ortadan kalktığı oranda, demokrasimiz konusundaki şüpheler giderildikçe, sorunların çözülmesi ve müzakerelerin sonuç vermesi mümkün olacaktır.”
Türkiye, 1856 Paris Anlaşması’ndan sonra Batı’ya yönelmiş, laik ve demokratik ilkeleri benimsemiş, Batı dünyası ile ortak sınıra sahip ve ona komşu, AB ülkeleri ile tarihi ilişkileri bulunan, dünya üzerinde mevcut 57 İslam ülkesi arasında ekonomik, politik, sosyal, kültürel ve sportif alanlarda en gelişmişler arasında yer alan, hayat tarzı olarak kendi kültürel değerlerini koruyarak Batı’yı seçmiş, dünyadaki tek Müslüman ülkedir. Mustafa Kemal Atatürk 29 Ekim 1923 tarihinde Fransız yazar Maurice Pernot’ya verdiği demeçte tercihini yapmıştır: “Memleketimizi asrileştirmek istiyoruz. Bütün çalışmamız Türkiye’de asri binaenaleyh batılı bir hükümet vücuda getirmektir. Medeniyete girmek arzu edipte Batıya yönelmemiş millet hangisidir?”
Rahmetli Cumhurbaşkanımız Turgut Özal’ın 14 Nisan 1987 tarihindeki üyelik başvurusu sırasında söylediği “Bu uzun ve meşakkatli bir yoldur. Bizi caydırmak için çok şey yapacaklar. Ama yılmamalıyız” tespitini Türkiye göz ardı etmemelidir.
Ekonomi Bakanı’nın ifadesiyle üye olmak istediğimiz Avrasya Gümrük Birliği’nde Ermenistan vardır. Ermenistan sözde Ermeni soykırım iddiaları ile Türkiye’nin dış politikasını sürekli baskı altında tutmakta, Türkiye’ye yönelik psikolojik baskı yapılması için bazı ülkelere fırsatlar vermekte ve Türkiye’nin AB üyeliği önünde bir engel oluşturmaktadır. Almanya Parlamentosu, Ermeni propagandasının etkisi altında kalarak Türkiye’nin tüm itirazlarına rağmen sözde Ermeni soykırımı hakkındaki tasarıyı kabul etmiştir.
Ermeni diasporasının iddiaları 17 Aralık 2004 tarihinde Brüksel’de Türkiye’nin önüne büyük bir engel olarak çıkmıştır. Avrupa Birliği Ermeni sorunu konusunda Türkiye’ye iki dayatmada bulunmuştur. Bunlar; Türkiye’nin AB’ye girmesi için sözde Ermeni soykırımını tanıması ve Ermenistan’la sınır kapısını açmasıdır. Avrupa Parlamentosu’nun Ermenistan’ın propagandası altında kalarak sözde Ermeni soykırımını Türkiye’nin tanıması için almış olduğu kararları da vardır.
Türkiye-Ermenistan yakınlaşması; aşağıdaki konular hukuki düzenlemeler yapılarak ortadan kaldırılmadığı, söylemler düzeltilmediği ve sözde Ermeni soykırımı yalanı gündemden düşürülmediği sürece Türkiye Avrasya Gümrük Birliği’ne üye olamaz. ASEAN’a ve Şanghay İşbirliği Kuruluşu’na Diyalog Ortağı olarak kabul edilen Türkiye’nin Avrasya Gümrük (aslında Ekonomik Birlik) Birliği’ne Diyalog Ortağı olması, aşağıdaki hususlar ortadan kalkmadan uygun değildir.
- Ermenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Yüksek Sovyeti’nin 23 Ağustos 1990 tarihli Bağımsızlık Bildirisi’nin 12’nci maddesinde “Ermenistan Cumhuriyeti, 1915 Osmanlı Türkiye’si ve Batı Ermenistan’da gerçekleştirilen soykırımın uluslararası alanda kabulünün sağlanması yönündeki çabaları destekleyecektir” denilmektedir.
- Ermenistan Parlamentosu, 23 Eylül 1991 tarihinde aldığı bağımsızlık kararında Ermenistan Bağımsızlık Bildirisi’ne sadık kalacağını açıklamış ve taahhüt etmiştir.
- 1995 yılında kabul edilen Ermeni Anayasası’nda Ermenistan’ın Bağımsızlık Bildirisi’ndeki ulusal hedeflere bağlı kalacağı bir anayasa hükmü olmuştur. Soykırım yalanının uluslararası alanda tanınmasının Ermenistan’ın dış politika hedefi olduğu belirtilmiştir.
- Erivan´da yapılan Gelişen Ermenistan Partisi’nin 4’ncü Kurultayına katılan Devlet Başkanı Serj Sarkisyan, “Bağımsızlık Karabağ halkının seçimidir. Uluslararası hukuk dahi bu konuda farklı yaklaşım ortaya koyamaz” demiştir.
- Ermenistan’daki okul duvarlarında asılan haritalarda Türkiye’nin 12 ili yer almıştır.
- Ermenistan Milli Marşı’nda ”Topraklarımız işgal altında, bu toprakları azat etmek için ölün, öldürün” yazılıdır.
- Karabağ’da katliam yapan Ermeni kuvvetlere komutanlık yapan bugünkü Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan’dır.
- Sarkisyan İngiliz yazar Thomas De Waal’a, “Hocalı’dan önce Azeriler bizim şaka yaptığımızı sanıyordu, Ermenilerin sivil topluma karşı el kaldırmayacaklarını sanıyorlardı. Biz bunu- stereotipi- (zeka geriliği) kırmayı başardık” demiştir.
Lucius Annaeus Seneca, “Hangi kapıya yöneldiğini bilmeyen hiçbir zaman uygun esen rüzgarı bulamaz” (ignoranti quem portum petat nullus suus ventus est) derken haklıdır. Çünkü, yöneldiğiniz kapıyı bilmezseniz, hiçbir zaman uygun esen rüzgarı yakalayamazsınız. Ama bazen kapıyı bulmanız yeterli olmayabilir. Çünkü rüzgar eğer tersten eserse, sizi uygun olan kapıya değil, istemediğiniz bir kapıya da yönlendirebilir. Bu kapı Avrasya Gümrük Birliği üyeliği kapısı olamaz. Eğer olursa, Rusya, Ermenistan ve Çin ile aynı blokta yer alırız ki bu durum Türkiye’nin tercihi olmamalıdır.
1933 yılında Nazilerin yakmaya başladıkları kitapların yazarı Yahudi kökenli Stefan Zweig’ın “Akıl ve siyaset nadiren aynı yolda buluşur” sözü günümüzde Ermeniler için geçerliliğini koruduğu sürece, Ermenistan ile olan sorunlar çözülmeyecektir. Sonuç olarak Türkiye, bu ülkenin de üyesi olduğu Avrasya Gümrük Birliğine AB ile olan bağlar şimdilik kopmadığına göre üye olmayacaktır.
Son söz: AB ile imzalanmış anlaşmalar yürürlükte kaldıkça, Türkiye’de bir eksen kayması olmadıkça, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanın aşağıdaki fotoğraf karesinde yer alması zor görünmektedir.
Prof. Dr. S. Rıdvan Karluk
Bir yanıt yazın