Ormanın yeşilinden doların yeşiline

SİNAN MEYDAN : Ormanın yeşilinden doların yeşiline ATATÜRK ORMAN ÇİFTLİĞİ

"Söz konusu olan hediye, yüksek Türk Milleti'ne benim asıl vermeyi düşündüğüm hediye karşısında hiçbir kıymete haiz değildir. Ben icap ettiği zaman en büyük hediyem olmak üzere Türk Milleti'ne canımı vereceğim." (Atatürk, 1937) - sinan meydan

“Söz konusu olan hediye, yüksek Türk Milleti’ne benim asıl vermeyi düşündüğüm hediye karşısında hiçbir kıymete haiz değildir. Ben icap ettiği zaman en büyük hediyem olmak üzere Türk Milleti’ne canımı vereceğim.” (Atatürk, 1937)

Geçtiğimiz pazartesi, SÖZCÜ’de, Atatürk Orman Çiftliği (AOÇ) arazisinin 37 bin metrekarelik bölümünün, yeni büyükelçilik binası yapılması için, ABD’ye satıldığını okuduk. Bu habere üzüldük, tepki duyduk, isyan ettik. Türkiye’de siyasallaşmamış, gerçekten bağımsız bir hukuk ve o hukuka saygılı bir iktidarolsa, değil AOÇ’un 37 bin metrekaresi, 1 metrekaresi bile hiç kimseye satılamazdı. AOÇ’un yağmalanması, satılması, hukuka aykırılığın ötesinde Atatürk’e ve Türk Milleti’ne, hatta doğaya, çevreye saygısızlıktır.

En başından anlatalım.

YEŞİL ANKARA

Atatürk, 27 Aralık 1919’da Ankara’ya geldiğinde çok yoksul bir kentle karşılaştı. Ankara aynı zamanda ağaç yoksulu, yeşil yoksulu bir bozkırdı. Ancak o, bu yokluktan “varlık” çıkarmayı bilecek; Milli Mücadele’yi bu yoksul kentten yürütecek, Türkiye Cumhuriyeti’ni bu yoksul kentten yükseltecekti. Başkent Ankara’nın yeni konutlara, yeni okullara, yeni yollara olduğu gibi yeni parklara,yeni bahçelere ve hatta ormanlara ihtiyacı vardı. Bu yoksul bozkırdan uygar bir hayat fışkırmalıydı; ancak ağaçsız, ormansız, yeşilsiz uygar hayat olmazdı. Atatürk’e göre Ağaç, çiçek ve yeşillik medeniyet demekti.” Ona göre,“Ağaçsız toprak vatan değildi…” İşte AOÇ, Türkiye’deki yeni uygar hayatı ağaçlandırma, ormanlandırma, yeşillendirme; Anadolu’yu yeniden vatan yapma projesiydi. Atatürk, “Yeşil görmeyen gözler renk zevkinden mahrumdur. Burasını öyle ağaçlandırınız ki, kör insan bile yeşillikler arasında olduğunu fark etsin”diyordu.

Ancak gelin görün ki, AOÇ’un “orman yeşili”, yıllar sonra siyasal İslam’ın“dolar yeşiline” kurban edilecek; AOÇ topraklarının bir kısmı ABD’ye satılacaktı.

Afet İnan, Atatürk’ün cumhurbaşkanlığı köşkü için Çankaya’yı seçmesinde burada birkaç büyük kavak ve söğüt ağacının bulunmasının etkili olduğunu yazar…

Atatürk’ün “Yeşil Ankara” savaşının tanıklarından gazeteci-yazar Falih Rıfkı Atayşöyle diyor: “Ankara’da göz su arar, yeşillik arar. (Atatürk) bozkırın bu parçasına biraz yeşillik verebilmek için neler çekecekti…” (Falih Rıfkı Atay, Çankaya, s. 603).

ZOR OLANI SEÇTİ

Atatürk, 1925 yılının ilkbaharında Türkiye’nin tanınmış ziraatçılarını bir araya topladı. Onlara Ankara’da büyük bir çiftlik kurmak istediğini anlattı.“Burada bir çiftlik kuracağım. Bu çiftlikte hayvanlar yetiştireceğim. Bir küçük ormanın kenarında tarım endüstrimize ait bacalar tütecek” dedi. Ziraatçılardan çiftlik için yer bulmalarını istedi. Ziraatçılar Ankara’da çiftlik yeri ararken bugünkü çiftlik yeri üzerinde hiç durmadılar. Çünkü burası çok bakımsız, hastalıklı, sarı, bazı yerleri sazlık, bataklıktı. Bu bataklıklar sıtma kaynağı durumundaydı. Burada, kartallar ve akbabaların yuva yaptığı dört duvardan oluşan eski bir mezbaha ile ince bir şerit halinde uzayıp giden eski bir demiryolu dışında medeniyet adına hiçbir şey yoktu. Ziraatçılar incelemelerini bitirdiklerinde hazırladıkları raporuAtatürk’e sundular. Atatürk, bir haritada, eliyle bugünkü çiftliğin olduğu yeriişaret edip “Burayı gezdiniz mi?” diye sordu. Ziraatçılar, şaşkınlık içinde, buranın bir çiftlik kurmaya hiç uygun olmadığını; bataklık, çorak, fakir bir yer olduğunu söylediler. Atatürk, derin bir nefes aldıktan sonra pencereden Ankara ufuklarına bakarak şöyle dedi: “İşte istediğiniz yer böyle olmalıdır. Ankara’nın kenarında hem batak, hem çorak, hem de fena bir yer. Bunu ıslah etmezsek kim gelip ıslah edecek?”

Milletini kolaya alıştıran liderlerden değildi; hep en zor olanı başararak milletine örnek olmuştu. Çiftlik için kendisine yeşil, sulak alanları önerenlere,“Ben zor olanı yapayım, siz arkamdan kolay olanları nasıl olsa yaparsınız” diyordu.

Çok amaçlı örnek bir çiftlik kurmak istiyordu. Çiftlik, hem bir uygulamalı ziraat okulu, hem de halkın eğlence, dinlence yeri olacaktı. Atatürk’ün kendi ifadeleriyle hayalindeki çiftlik şuydu: “Çiftlik modern, bilimsel, bize uygun tarım için iyi bir örnek olmalı… Köylü gençler burada bir süre çalışarak köylerine doğru tarımı götürmeliler. Tarım aletlerini kullanmayı, onarmayı öğrenmeliler. (…) Halk için büyük çok güzel bir bahçe yapalım. Gelip eğlensinler, çocuklar oynasın. Büyük bir de havuz olsun. Dileyen yüzsün, dileyen sandala binsin. Uygun yer bulunabilirse bir havuz daha yapalım. Ankara suya, yüzmeye alışsın. Su uygarlıktır. Benim için de tepeciklerden birinin üzerinde bir ev yeri ayırın…”

ATATÜRK’ÜN ALINTERİ

AOÇ’un temeli 5 Mayıs 1925’te bir Hıdırellez günü atıldı.

Çiftlik inşaatının başladığı Yassıdere’de Atatürk ve arkadaşları için de üç çadırkuruldu. Atatürk, Rasuhi Bey, İsmail Hakkı Bey, Nuri Conker, Salih Bozok ve Kılıç Ali çadırlarının önündeki hasır koltuklardan çiftliğin kuruluşuna tanıklık ettiler.

Atatürk fırsat buldukça Ankara’daki direksiyon binasında genç ziraat mühendisi Tahsin Coşkan‘la çiftlik planları üzerinde çalıştı. Çiftlikte yer alacak yapılardan ağaçlara kadar çiftliğin tüm ayrıntılarıyla ilgilendi. Çiftliğe her yıl 50 bin ağaç dikilmesini istedi. 8 yıl geçmeden 3 milyondan fazla çeşitli fidan dikildi ve hepsi de tuttu. Çiftliğe dikilen güller Hollanda ve Almanya’dan getirildi. Falih Rıfkı’nın ifadesiyle, “Atatürk, çiftlik dağlarının ormanlaşması için bizzat uğraştı. Hemen her ağaçta hakkı vardır…”

Atatürk çiftliğin yapım çalışmalarını başından sonuna kadar izledi. Sık sık çiftliğe gelerek çalışmaları denetledi. Bir gün traktör kullanmak istedi. Tahsin Bey,güneşten korunması için traktör üstüne bir tente yaptırdı. Atatürk bu tenteli traktörle çiftliğin bir kısım toprağını sürdü.

5 Mayıs 1925’ten 21 Eylül 1925’e kadar her gün birkaç saatini çiftlikte geçirdi.

6 Kasım 1925’te birkaç dostuyla birlikte çalışmaları denetlemek için yine çiftliğegitti. Tepeden yollar, binalar, tarlalar, bağlar, bahçeler, ağaçlar görülüyordu. Bu manzarayı büyük bir gururla seyrettikten sonra yanındaki arkadaşı Nuri Conker’e dönerek şöyle dedi:“Sevgili Nuri, bu çorak toprakta ısırgan otu bile bitmez, dediğini hatırlıyor musun?” Nuri Conker,“Hayır, Efendim, hatırlamıyorum!”diye yanıt verince, oradaki Salih Bozok gülümseyerek Nuri Conker’e dönüp “Yine yenildik!” demekten kendini alamadı.

1927 yılına gelindiğinde çiftlik inşaatı bir hayli ilerledi: Dikilen ağaçlarla bozkır yeşermeye, çevredeki kuş cıvıltıları artmaya başladı. Ekilen sebzeler yetişti, dikilen güller ve rengârenk çiçekler açtı. Buğdaylar baş verip tarlalar yeşerdi. Ağıllardaki hayvanların sayısı arttı. Fabrikalar yükseldi. Süt, yoğurt ve peynirüretimi başladı. Bir tepenin üzerinde Atatürk’ün istediği iki katlı evin (Marmara Köşkü) ve yanındaki büyük havuzun (Marmara Havuzu) yapımı bitmek üzereydi. Karadeniz Havuzu’nun inşaatı da sürüyordu. Halk pazar günleri trenle akın akın çiftliğe gelip o güzelim ağaçların altında, gölgesinde oturarak yemeklerini yiyor, eğleniyordu. Bunları gören Atatürk, adeta bir çocuk gibi sevinip neşeleniyordu.

Atatürk, bazen çiftlikteki Marmara Köşkü’ne giderdi. Çiftlik işlerini yürüten müdürle görüşür, bilgi alır, bir kahve içer, bazen akşam sofrasını da orada kurdururdu. Söğütözü’ndeki küçük kulübe de çok hoşuna giderdi. Bazen de oraya gider, söğütler arasında bağdaş kurarak oturur, sigarasını ve kahvesini içerdi.

AOÇ’ta üretilen süt ürünleri buradaki satış mağazalarıyla çok uygun fiyata halka ulaştırılırdı.

II. Abdülhamit döneminden beri Türkiye’deki bira üretimi yabancıların elindeydi. Atatürk, Bomonti bira tekeline karşı çiftlikte bir de yerli bira fabrikasıkurulmasını istedi.

ÖRNEK ÇİFTLİKLER VE AOÇ

Atatürk, tarım, hayvancılık ve yeşil bir çevre konusunda millete örnek olmakiçin örnek çiftlikler kurup işletti. Ankara’daki AOÇ dışında Silifke yakınlarında Tekir ve Şövalye, Tarsus’ta Piloğlu, Dörtyol’da Karabasamak Çiftliği ve portakal bahçesi ile Yalova’da Baltacı ve Millet çiftliklerini parça parça satın alıp işe koyuldu.

Atatürk’ün örnek çiftliklerinin temel amaçları -Atatürk döneminde liselerde okutulan “Tarih IV” kitabında- şöyle sıralanıyordu:

Makineli tarım yöntemiyle geniş ölçekte buğday yetiştirmek,

– Bilimsel yöntemlerle tohum cinslerini iyileştirmek,

Koyunculuk ve inekçilik üzerinde çalışmak,

– Çok yumurtlayıcı tavuk cinsleri üretmek,

Peynircilik ve tereyağcılık,

Meyve ağaçları tarımı,

Tarım aletleri atölyeleri kurmak…

Hasan Rıza Soyak’ın verdiği bilgiye göre Atatürk’ün Hazine’ye bağışladığı, çiftliklerin toplam büyüklüğü, 1937 itibarıyla, 154.729 dönümü buluyordu. Bunun 582 dönümü meyvelik, 700 dönümü fidanlık, 148.000 dönümü tarım arazisi, 1450 dönümü orman, 400 dönümü Amerikan asma fidanlığı, 100 dönümüpark ve bahçe, 220 dönümü bağ, 220 dönümü zeytinlik, 375 dönümüportakallık, 15 dönümü kuşkonmazlık, 2650 dönümü çayır ve yoncalıktı. Ağaç fidanlıklarında meyveli ve meyvesiz 650.000 fidan, Amerikan asma fidanlığında 560.000 kök bağ çubuğu, bağlarda 88.000 adet bağomçesi, zeytinliklerde6600, portakal bahçesinde 1654 ağaç vardı. Mefruşat ve demirbaşları ile 45 ikametgâh ve daire binası, 7 ağıl, 6 mandıra, 8 ahır, 7 ambar, 4 samanlık ve otluk, 6 hangar, 4 lokanta ve gazino, 2 fırın olmak üzere toplam 91 bina vardı. Çiftliklerde çok sayıda fabrika faaliyetteydi. Bunlar; yılda 7000 hektolitre kapasiteli 1 bira fabrikası, 1 malt fabrikası, günde 4 ton buz yapan 1 buz fabrikası, günde 3000 şişe soda ve gazoz yapan 1 soda ve gazoz fabrikası, 1 ziraat aletleri ve demir fabrikası, 2 modern pastörize süt fabrikası, 2 geniş yoğurt imalathanesi, yılda 80.000 litre şarap yapan 1 şarap fabrikası, iki taşlı, elektrikle işleyen 1 un değirmeni, 2 kaşar ve beyaz peynir ile yağ üreten 1 imalathane, 2 tavuk çiftliği, 1 hayvanat bahçesi, 5 satış mağazası… Ayrıca 13.100 koyun, 443 baş sığır, 69 baş inek ve koşum atı, 2450 tavuk, 16 traktör, 13 harman ve biçerdöver makinesi, 35 tonluk bir deniz motoru, 5 kamyon ve kamyonet, 2 binek otomobil, 19 araba ve çeşitli sulama tesisatı ile 1 hususi telefon şebekesi…

Ayrıca 1934 yılında AOÇ’ta, “Bitkisel Yağların Tarım Traktörlerinde Kullanımı”adlı bir çalışma başlatıldı. Böylece ilk kez AOÇ’ta bitkisel yağlar (biyodizel) yakıt olarak kullanıldı.

AOÇ SATILAMAZ

Atatürk, AOÇ ve diğer çiftliklerini, 11 Haziran 1937’de“şartlı olarak” Hazine’ye bağışladı. Meclis’e sunduğu resmi bağış mektubuna göre çiftlikleri, üzerindeki bütün tarımsal işletmeler ve donanımları ile birer tarımsal üretim birimi olarakKORUNMASI ve ÇALIŞTIRILMASI şartıyla Hazine’ye devretti. Bağış mektubunda ayrıca çiftliklerde arazi ıslahı ve düzenlemesi yapılması, çevrenin güzelleştirilmesi, halka gezecek, eğlenecek, dinlenecek sağlıklı yerler sağlanması, halka nefis ve katkısız gıda maddeleri üretilmesi şartları vardı.

İşte bu nedenle Atatürk’ün Türk Milleti’ne hediyesi AOÇ’un gasp edilmesi,amacı dışında kullanılması ve haraç mezat satılması, Atatürk’ün 11 Haziran 1937 tarihli resmi bağış mektubuna göre haksızdır, hukuksuzdur.

ÖRNEK ÇİFTLİKLERİN FİNANSMANI

Atatürk’ün, AOÇ başta olmak üzere örnek çiftlikleri nasıl satın alıp nasıl finanse ettiği konusu, öteden beri Atatürk düşmanlarınca istismar edilmiştir.

İşin aslı şu:

Kurtuluş Savaşı yıllarında Hindistan Müslümanları Atatürk’e 600.000 liracivarında bir para göndermişti. Savaş sonrasında Atatürk’ün elinde bu paradan toplam 445.000 lira kaldı. Atatürk bu paranın 120.000 lirasıyla AOÇ başta olmak üzere örnek çiftlikleri, 250.000 lirasıyla da İş Bankası’nı kurdu. Geri kalan 75.000 liraya ise İş Bankası’ndan ve Maden TAŞ’tan hisse senetleri satın aldı. Çiftlikler, banka ve hisse senetleri gelirlerini İş Bankası’ndaki 2 Numaralı şahsi hesabına yatırdı. Hasan Rıza Soyak’ın dediği gibi Atatürk, bu hesaptan “şahsi hiçbir harcama yapmadı.” Bu hesaptaki parayı çiftliklerin giderleri için kullandı.

Atatürk, örnek çiftlik kurmak için gereken arazileri çok uygun fiyata satın almıştı. Hasan Rıza Soyak’ın ifadesiyle, O zaman arazi çok ucuz, paramız da o nispette kıymetli idi. Bütün bu arazi için ödenen para miktarı 100-120.000 lirayı geçmiyordu.” (Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ten Hatıralar, C. 2, s. 685). Atatürk’ün 1925’te çok uygun fiyata satın aldığı çiftlikler, 13 yıllık sistemli bir çalışma sonunda doğal olarak çok değerlendi. Ancak Atatürk, çiftliklerin gelirlerini yine çiftliklere harcadı. (Soyak, age, s. 686).

Atatürk çiftlikleri ve gelirlerini hiçbir zaman kendi şahsi malı olarak görmedi. Nitekim daha 1927’de çiftlikleri partiye bırakacağını söyledi, ancak sonradan fikir değiştirip 1937’de Hazine’ye bıraktı. Çiftliklerin gelirlerini de hiçbir zaman sahiplenmedi. Çiftlik gelirlerinin tek kuruşuna bile dokunmadı. Çiftlik ürünlerini parasını verip satın aldı. Tarihçi İsmet Görgülü’nün dediği gibi, “bir kilo çiftlik elmasını bile bedava yemedi.”

Çiftliklerin de dâhil olduğu mal varlığının kendi mirasçılarına geçmemesi için 12 Haziran 1933’te 2307 sayılı özel bir kanun çıkarttırdı. Böylece Medeni Kanungereği akrabalarına kalması gereken“mahfuz hisse” dâhil tüm mal varlığını, dolayısıyla çiftliklerini Hazine’ye devretmenin yolunu açtı.

11 Haziran 1937’de bir Başbakanlık tezkeresiyle Meclis’e sunduğu bir mektupla tüm örnek çiftliklerini, bütün taşınır taşınmaz mallarıyla birlikte millete bıraktı.

Atatürk, İsmet İnönü’nün teşekkür telgrafına şu yanıtı verdi: “Hatırlarsınız; Türk köylüsünün Türk’ün efendisi olduğunu söylediğim zaman… Ben o efendinin arzu ve iradesi altında senelerden beri çalışmış bir hizmetkârım. Şimdi beni çok heyecana getiren hadise Türk köylüsüne naçizane olsa da ufak bir vazife yapmış olduğumdur. Milletin Yüksek Temsilciler Heyeti, bunu iyi görmüş ve kabul etmişlerse benim için ne unutulmaz bir saadet hatırasını bana vermişlerdir. (…) Söz konusu olan hediye, yüksek Türk Milleti’ne benim asıl vermeyi düşündüğüm hediye karşısında hiçbir kıymete haiz değildir. Ben icap ettiği zaman en büyük hediyem olmak üzere Türk Milleti’ne canımı vereceğim.”

Atatürk’ün“Ben icap ettiği zaman Türk Milleti’ne canımı vereceğim” dediği günlerde Hatay meselesi gündemdeydi. Atatürk, Hatay’la yatıp Hatay’la kalkıyordu. Belli ki, Hatay için ölümü göze almıştı.

"Söz konusu olan hediye, yüksek Türk Milleti'ne benim asıl vermeyi düşündüğüm hediye karşısında hiçbir kıymete haiz değildir. Ben icap ettiği zaman en büyük hediyem olmak üzere Türk Milleti'ne canımı vereceğim." (Atatürk, 1937) - sinan meydan

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir