Türkiye son zamanlarda, Avrupa Birliği (AB) üyelerinin odağı haline gelmiş gibi görünüyor. Dahası, Türkiye, AB’deki çeşitli iç aktörlerin dikkatini üzerine çekmiş gibi görünmektedir. Türkiye’nin neden olduğu görülen bu ilgi olumsuz niteliktedir. Bu olumsuz ilginin çeşitli nedenleri vardır. Bu nedenlerden birisi, yapılan hücumların oyunculara herhangi bir şeye mal olmamasıdır. Aslında, hücuma kalkan bu kişilerin Türkiye’ye yönelik bu siyasi amaçlı saldırılardan yararlandıkları görülmektedir.
Bu saldırılar esas olarak iki konu üzerinde odaklanmaktadır. İlk konu Balkanlarla ilgilidir. AB’deki birçok aktör; “Batı Balkanlar” olarak isimlendirilen Balkanların alt bölgesine Türkiye ve Rusya’nın karıştığını iddia etmektedir. “Batı Balkanlar”, Türkiye’yi Balkanlar’ın geri kalanından ve dolayısıyla Avrupa’dan ötekileştirmek maksadıyla AB üyesi ülkeler tarafından icat edilmiştir. Bu icat edilmiş terim, Türkiye’nin AB üyelik sürecini kabul etmemek için uygun bir bahane oluşturmaktadır. Yukarıda bahsedilen mantığa göre, Türkiye ve Rusya yetkilileri, Arnavutluk ve Sırbistan’ı Balkanlar’daki sınırları yeniden çizmek için kullanmaktadır.
İddiaya göre Rusya, Sırbistan’ı Bosna-Hersek’teki bölgeleri sınırlarına katması için teşvik etmektedir. Ayrıca Türkiye’nin, Arnavutluk’u sınırlarına Kosova ve Makedonya’daki bölgeyi ekleyerek “Büyük Arnavutluk’u” oluşturması için desteklediği iddia edilmektedir.
Prestijli gazetelerdeki bazı analistler, Balkan liderlerinin AB’ye, eğer AB üyelik sürecini hızlandırmak istemiyorsa, kendilerinin Doğu’ya yönelmek istediklerini gösterdiğini savunmaktadır. Daha da belirgin olarak, analistler bu Balkan ülkeleri açıkça, Rusya ve Türkiye’nin milliyetçi gündemlerine katkıda bulunmak istediklerini yazmaktadır.
Bu tür makalelerin göz önünde bulundurmadığı iki önemli husus vardır. Gözden kaçırdıkları ilk nokta, Balkanlar’da kriz yaratılmasında Türkiye’nin rolünü destekleyen kanıtların olmayışıdır. Türkiye’nin Balkanlar’da kriz kışkırtıcısı rolü üstlendiğini ortaya atan makalelerden hiçbiri, Türkiye hakkındaki bu iddialarını destekleyecek hiçbir kanıt sunamamaktadır. İlginç olanı, Rusya için kanıt ortaya koymaları, fakat Türkiye için koymamalarıdır.
İkincisi gözden kaçırılan nokta ise, Türkiye ve Rusya’nın özü itibariyle ve tarihsel olarak birbirlerine karşı hedefleri varken, bir yandan da bu iki ülkenin Balkanlar’da bir kriz başlatmak için nasıl beraber çalışabilecekleri sorusudur. Bahsi geçen analistlere göre, Rusya daha büyük bir Sırbistan oluşturmak için çaba gösterirken, Türkiye ise daha büyük bir Arnavutluk oluşturmaya çalışmaktadır. Makalelerden hiçbirinde, karşılıklı olarak birbirinden farklı bu amaçların aynı anda nasıl var olduğuna dair bir açıklama bulunmamaktadır.
İkinci husus ise, AB aktörlerinin Türkiye’yi “Sadece İsmen NATO” (NINO, NATO in Name Only) ülkesi olarak tanımlamaya çalışıyor görünmeleridir. Bu kavram, yavaş yavaş ama sürekli olarak Türkiye’ye karşı kullanılmaya başlamıştır. Akla, Türkiye’ye karşı NINO kavramının kullanılmasının ardındaki kanıtların sorgulanması gelmektedir. Türkiye, NATO’nun yüzde iki savunma harcaması kriterini neredeyse karşılayan az sayıdaki NATO üyesinden birisidir. AB’nin en büyük ekonomisi ve dünyanın en büyüklerinden biri olan Almanya gibi AB üyeleri, bariz bir şekilde Türkiye’nin gerisinden gelmektedir. Rusya’ya karşı yaptırımlara direnen ve ABD modeline muhalif olduğunu dile getiren Almanya, böyle hassas bir konuda NINO olarak adlandırılmazken, neden Türkiye böyle anılmaktadır? Dahası, Türk Silahlı Kuvvetlerinin, Alman silahlı kuvvetlerine göre belirgin bir şekilde daha fazla gerçek savaş deneyimi vardır. Peki yeniden sorarsak, Türkiye neden NINO olarak damgalanmaktadır? Bu tür örnekleri Almanya veya diğer NATO üyeleri için de çoğaltabiliriz.
Görünen o ki, Türkiye’nin NINO olarak suçlanma nedenlerinden birisinin, Anadolu Haber Ajansı’nın Ortadoğu’daki müttefik askerlerinin bulunduğu yerler hakkında bazı bilgiler vermesidir. Fakat, Ortadoğu’da Türkiye’ye destek verilmemesi konusunda, NATO müttefiklerinden hiçbirinin endişe etmediği görünmektedir. İlginç olan ise, bu eylemsizliğin onları NINO’ya döndürmemesidir. Bir kez daha soracak olursak, neden?
Son aylarda, özellikle son altı ayda, Türkiye birçok AB aktörü için kum torbası haline gelmiş gibi görünüyor. Türkiye’yi karalama eylemi kolaymış gibi gözükmektedir, çünkü siyasi veya siyasi olmayan bu aktörler, Türkiye’ye saldırıları karşısında çok az bedel ödemektedir. Aslında, özellikle aşırı sağcı ve aşırı ırkçı kesimden siyasi kâr elde ettikleri görülmektedir. Ancak, AB üyesi ülkelerin toplumlarının bu aktör, seçkin ve düşünürlerinin hiçbirisi ileriyi görmemektedir. Önümüzdeki seçimler bittiğinde ne olacaktır? Bugün koltukları işgal eden bu politikacılar gittiğinde ne olacaktır? Söylenen sözler, ekilen tohumlar büyümeye devam edecektir.
İngilizce orijinal yazının bağlantısı: http://www.