Fonda İsrail; yakın gelecekte İran’la gireceği doğrudan bir savaş, daha kısa vadede HAMAS’la Gazze’de savaş yaşayabileceğini öngörüyor.
Çevresinde güvenli bölge oluşturulması: En uzak mesafedeki füzelerin bertaraf edilmesi için düşman devletler sınırları ötesinde koruma daireleri oluşturulması esasına dayanan Askeri Doktrini’ne işlerlik kazandırıyor.
Savunma Kuvvetleri mühimmat, yakıt ve gerekli kaynakların oluşturulması gibi hazırlıkların yanı sıra savaşa hazırlığa yönelik eğitim çalışmalarını kapsayan “Gideon Planı” üzerinde çalışıyor…
*
Önde ise ABD Dışişleri Bakanı R.Tillerson, Nisan’da İran’la imzalanan nükleer anlaşmaya tarafların uyduğunu ama Tahran yönetiminin Lübnan, Irak, Suriye ve Yemen’de ABD çıkarları aleyhinde faaliyetler yürüttüğünü, dolayısıyla nükleer anlaşmanın hedefine ulaşmadığını açıklıyor.
İran’ın yarattığı tüm tehditlere karşı kapsamlı bir İran politikasıyla tedbir alınacağını söylüyor…
*
Nitekim ABD’nin, Tahran’da rejim değişikliğine hafifçe dokunan referanslar eşliğinde yeni yaptırımlar kararı;
Beyaz Saray yönetiminin Ekim’deki bir sonraki gözden geçirmede İran’ın uyumluluğunun yeniden belgelendirilmesinde yeni bahaneler yaratacağına ilişkin bir işaret sayılıyor.
Aslında Başkan D.Trump, bir sonraki fırsat için İran’ın uyumsuz ilan edilmesini sağlayacak bir ekibi görevlendirmiştir bile…
*
Nükleer anlaşmayı bozmak, her şeyden önce ABD’nin sadece İran ile değil aynı zamanda Rusya, Çin, Birleşik Krallık, Fransa ve Almanya ile müzakere ettiği anlaşmayı sabote etmesi anlamına mı geliyor?
Ama Washington’u İran ile muhtemel bir çatışmanın kaygan zeminine taşıdığı süphesizdir.
Zaten Tahran’da da ABD’nin askeri harekâta geçmeye hazırlandığına dair bir algı oluşmuştur.
Dengesiz Ortadoğu’da tahribata yol açabilecek ve ABD’nin ulusal güvenlik çıkarları da zayıflatacak rüzgarlar esiyor…
*
Ancak ABD’nin de doğrusu İran’dan endişe etmesinin çok nedeni vardır.
Bir kere Rusya’nın Ortodoks gururu ile İran’ın radikal Şii İslamının asla yakın müttefikler olmayacağı düşüncesi aşılmıştır.
*
Öncelikle Rusya ve İran, Hazar’ın zengin hidrokarbon kaynaklarının odağındadır ve Hazar politikasını bu iki ülkenin birlikte koordine etmesi hali;
Asya doğal gaz stratejisinde : Orta ve Güney Asya enerji pazarlarını yönetmekte : Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru’nu tamamlayacak İran-Hindistan koridorunu oluşturmakta: Tacikistan’ın dev Bokhtar gaz alanının geleceğinde : Türkmenistan ve Kırgızistan’ın gaz kapasitesini geliştirme projelerinde, bu iki ülkenin egemen olması anlamına geliyor…
Hindistan’ın da bu ikiliye katılması durumunda, bu üçlünün stratejik geleceği belirlemesi işten bile değildir!
*
Sonra Rusya ve İran, ABD’nin Ortadoğu’daki etkisinin azalmasıyla Suriye’de ortak askeri operasyonları hızlandırarak, bölgede siyasi ve diplomatik ilişkilerini güçlendirmişlerdir.
Suriye’deki Rus ve İran jeostratejik hedefleri arasında bir karşılaştırma yapıldığında iki ülke arasındaki farklılıkların marjinal olduğu anlaşılıyor.
Çünkü, farklılıklar ne olursa olsun ancak her iki ülkenin de kendi istediklerini yansıttıkları kadar değerlidir.
Moskova için önemli olan varlığını, gücünü yansıtması, askeri satışı ve bölgede ABD varlığının zayıflatılmasıyken,
İran tüm bunları paylaşıyor ayrıca Hizbullah’a ve diğer milis güçlerine bir koridor tutuyor.
Aynı zamanda Rusya’nın Akdeniz’e doğrudan erişimi ve bölge ülkeleri ile ilişkilerinde bir kaldıraç görevi yapıyor…
*
İki ülke, ortak zemini kolayca buldukları Suriye’de marjinal ya da taktiksel farklılıklar üzerinden birbirleriyle çatışmıyor.
İkisinin de Suriye’de istediği şeyde uzlaşmaz bir şeyi görünmüyor.
İki ülke de bölgenin diğer yerlerinde ana hedef olarak ABD’yi zayıtlatmak konusunu paylaşıyor.
Genel olarak ABD’nin bu işi kolaylaştırması ve Batı ittifakındaki karışıklık, iki ülkenin şimdiye kadar elde ettiklerinde ilerleme şansını sürdürmelerine neden oluyor…
*
ABD için İran’ın bölgede bulundurduğu İran Devrim Muhafızları yanında Lübnan Hizbullah’ı, Kudüs Güçleri, Ebul Fadıl el-Abbas Tugayı, Zülfikâr Tugayı, Irak Hizbullahı, Seyyidu’ş Şüheda Tugayları, Bedir örgütü, Kefil Zeynep Tugayı, Yemen’de Şii Husilerle bağlantılı Zeydiler gibi binlerce savaşçıdan oluşan milis güçleri büyük bir endişedir…
Tahran, bu güçleri kendi caydırıcılığını güçlendirmek için kullandığı taktirde Ortadoğu’nun en uçucu bölgelerinde iç savaşların daha da tırmanmasına ve bölgedeki istikrarsızlığın artmasına neden olabilir…
*
Üstelik İran kışkırtıcı füze testleri yapmaktadır…
Eski Başkan Barack Obama, Nükleer Anlaşma’nın yapılması sırasında Tahran’ın füze programını anlaşmadan çıkarılması talebini kabul etmiş,
Böylece İran şimdiye kadar uluslararası hukukça kontrol edilmeyen balistik füze programını takip etmekte özgür kalmıştı.
*
İşte İran, 27 Temmuz’da uzaya uydu taşıyabilen bir “Simorgh- Safir 2” roketi fırlatmıştır.
İran aslında, yörüngede bir uydu yerleştirmekten çok, küçük nükleer savaş başlıkları taşıyabilecek füzeler inşa etme teknolojisini ve askeri casusluk uydularını uzaya göndermek için gerekli taşıyıcıları mükemmelleştirmeyi hedefliyor…
*
Nükleer anlaşmayı feshetme savunucuları, ABD’nin üstün askeri gücünü kullanarak herhangi bir olumsuz ihtimalle mücadele edebileceği iddiasındadır.
Doğrusu ABD, ülkenin alt yapısına önemli hasar vererek İran’ın eylemlerinin etkilerinin bir kısmını hafifletebilir ancak İran konvansiyonel askeri güç eksikliğini asimetrik kabiliyetleriyle karşılıyor;
Tahran’ın, Arap dünyasının en savunmasız parçaları olan Suriye, Irak, Lübnan ve Yemen’de ABD ve İsrail tehditlerine karşı korunma amacıyla yerleştirdiği milis kuvvetlerinin,
caydırıcılık ve misilleme yeteneklerini etkisizleştirmek öyle kolay şey değildir…
*
Şu dakikada Rusya; ABD, Ürdün ve İsrail’in koordinasyonunda Güneydoğu Suriye bölgesinden İran yanlısı askerleri, militanları ve Hizbullah kuvvetlerini geri çekmek garantisiyle İsrail sınırlarını kontrol etmek üzere Suriye’nin güneydoğusundaki yeni bir üs kurmuştur.
İsrail ve Ürdün sınırlarındaki alanlar dahil olmak üzere Güneydoğu Suriye’de oluşturulan çatışmasızlık bölgesinde Güneydoğu Suriye’nin günlük işlerini yürütmek üzere ortak bir ABD-Rusya yönetimi kurulmuştur.
*
Yine de ABD ya da İsrail’in; İran milislerinin caydırıcılık ve misilleme yeteneklerini nötralize etmek için doğrudan Rusya’nın desteklediği ve aynı alanda faaliyet gösterdiği İran ile tehlikeli bir girişimde bulunması gerekebilecektir.
Ayrıca, Lübnan’la da bu ülkeyi iç savaşa sürükleyebilmek üzere bir savaş gerekebilir.
*
ABD için nükleer anlaşmadan vazgeçme senaryosunun en kötü durumu, uluslararası toplumun İran yanında yer alması ve Washington’a suç yazması halidir.
Oysa bu durum ancak ABD’nin anlaşmadan çekilmesine rağmen nükleer anlaşmanın şartlarına uymaya devam ederek kendini pasifize etmesi durumunda geçerli olabilir.
Çünkü nükleer anlaşmada kendini pasifize etme durumunda İran ve Rusya arasındaki ilişki daha da pekişebilir,
İki ülke arasındaki mevcut bağlar Suriye’deki çıkarların taktiksel birleşimine dayandırılarak daha uzun vadeli ve stratejik hale gelebilirdi…
Üstelik Rusya uluslararası düzende ABD liderliğine meydan okumak için daha kapasiteli olacak ve küresel konumunu güçlendirebilecekti…
*
ABD ve elbette İsrail’in nükleer anlaşmayı çöpe atma senaryosunda en büyük tehlike; fırsat kaybıdır.
İran; Suudi Arabistan ile birlikte ABD’nin başlattığı enerji çıkarlarını tehdit eden ve iç savaşlara neden olan radikal terörle küresel mücadelede herhangi bir çözümün parçası olmalıydı.
Çünkü önemli bölgesel güçler arasındaki işbirliği, savaşları azaltmak ve İŞİD’in yeniden tehdite dönüşmesini önlemekte her zaman gereklidir.
*
Şimdi nükleer anlaşmanın bozulması ve yeni yaptırımlar, ABD ve İran arasındaki diplomasiye dayalı mücadelenin önünü tıkamıştır.
Nükleer anlaşmanın bozulması İran’ın bugünkü işbirliğinden daha da uzaklaşmasını teşvik edecektir.
İran son derecede dengesiz bu bölgede daha çok muhalif rol oynayacaktır.
Halbuki ABD; nükleer anlaşmayı sürdürmeyi içeren baskı ve diplomasi kombinasyonu ile başarılı bir İran politikası talep edebilir ve küresel güvenliğin merkezi olan bu bölgede çok olası bir krizi önleyebilirdi…
*
Bu sırada Türkiye; doğrudan doğruya gerçek kötü bir durum yaşıyor.
Gerçeği AKP MKYK üyesi Ayhan Oğuz, “15 Temmuz’da bu halk bir devrim yaptı. Şimdi yeni bir devlet kuruyoruz. Beğenin beğenmeyin bu devletin kurucusu Erdoğan’dır” ifadesiyle açıklıyor!
*
Halbuki İslamcılığa karşı küresel savaş süredursun, yeni Türkiye lideri Erdoğan İslamcılığın şampiyonu olarak kendini yeniden icat etmeye çalışıyor!
En başta Sünni Arap dünyasında hayranlık kazanabilmek için Türkiye’nin gurur verici laik geleneklerini geri alıyor.
Mesela Lâik Türkiye’nin “Yurtta Barış, Dünyada Barış” temelindeki dış politikasını; Batı Medeniyetinden ayrılmak ve İslam Medeniyetine dönmeyi hedefleyen saldırgan bir vizyonla değiştirmiştir.
Türkiye’nin burnu pislikten kurtulmuyor ama bu saatten sonra yeni Türkiye’den kimsenin, hiçbir kurumun bu ülkenin rotasını normale çevirme gücü de bulunmuyor…
*
Yazık ki, yeni Türkiye; İran gibi bölge istikrarının önünde en büyük bir diğer tehlike olarak kabul ediliyor…
5. 8.2017
Bir yanıt yazın