Altı Buçuk Cephede Savaşa / Çatışmaya Hazır Olmak (Türkiye)

Altı Buçuk Cephede Savaşa / Çatışmaya Hazır Olmak (Türkiye)

Yazar: Emekli Genelkurmay Başkanlığı Askeri Savcılığı, Genelkurmay İç Güvenlik Şube Müdürü Kurmay Albay Ünal Atabay’

 Altı Buçuk Cephede Savaşa / Çatışmaya Hazır Olmak (Türkiye) - teroere

Türkiye, bulunduğu coğrafi konumu gereği sınırlarında birden fazla cephede aynı anda bir kriz yaşaması ve/veya savaş-çatışma durumunda olması ihtimali yüksek bir ülkedir.

Biz istesek de istemesek de, yaşadığımız bölgesel koşulların ve bölgede gelişen olumlu veya olumsuz faaliyetlerin içerisinde bir şekilde bulunmak zorunda olacağımız ve gelecekte de bir şekilde kalmaya devam edeceğimiz şüphesizdir.

Söz konusu coğrafi konum, küresel odakların hedefi halindeki Ortadoğu coğrafyasıdır. Üç büyük dinin ve sayısız uygarlığın çıkış noktası olan Ortadoğu, yüzyıllar boyunca ticari ve askeri faaliyetlerin geçiş noktasında yer almış, önemli sosyo-kültürel medeniyetlere ev sahipliği yapmış, doğal yer altı zenginlerinden dolayı kavgaların hiç eksik olmadığı ve göz yaşlarının dinmediği bir bölge olma özelliğini sürdüregelmiştir.

Ortadoğu’nun bugüne kadar dünyada ortak kabul görmüş belirli bir sınırları bulunmamakla birlikte, dünya siyasi ortamında “Büyük Ortadoğu” veya “Genişletilmiş Ortadoğu” tanımlaması ile uluslararası kamuoyunda sınırları tam olarak tasavvur edilemeyen coğrafyasını, Cebelitarık’tan Afganistan-Pakistan hattına kadar uzanan geniş bir bölge olarak tasvir etmek uygun olacaktır. Bu kapsamda; Ortadoğu ülkeleri;

-Türkiye başta olmak üzere, Türkiye’nin Güneydoğusu’nda bulunan komşuları,

-Arap Yarım Adasında bulunan ülkelerin tamamı, Afganistan, Pakistan ve Sudan’ı da içine alan Kuzey Afrika ülkeleri,

-Doğu Akdeniz kıyısı ülkeler olmak üzere toplam 22 devletli büyük bir coğrafya olarak tanımlanabilir.

İçinde bulunduğumuz yakın vade ile gelecekte orta ve uzun vadede tüm dünyanın ilgi ve etki alanında şüphesiz Ortadoğu olacaktır. Ortadoğu’nun merkezinde de Türkiye bulunmaktadır.

Dünya petrol rezervlerinin önemli bölümü ile doğalgazın % 40 gibi ciddi bir bölümü bu coğrafyadan çıkarılmaktadır. Bu nedenle, burada cereyan eden hadiseler tüm dünyayı doğrudan veya dolaylı olarak etkilemektedir. Dolayısıyla, olabilecek tüm gelişmelerden Türkiye’nin nasibini almaması elbette düşünülemez.

ABD eski Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice tarafından açıklanan; “Ortadoğu bölgesinde 22 devletin yeniden yapılanacağı…”[1] şeklindeki ifadeleri de  bu öngörüyü desteklemektedir.

Yeni Dünya düzenine önce Ortadoğu bölgesinin şekillendirilmesi ile başlanacağı ifadeleri küresel güçler tarafından her ortamda dile getirilmektedir. Yine, Ortadoğu’daki ilk şekillendirmenin de sözde Kürdistan’ın kurulmasıyla başlanacağı[2] açıkça ifade edilmektedir.

Diğer taraftan, Ortadoğu’da 22 ülkenin sınırları üzerinde yapılmak istenilen değişikliklerin bölge ile sınırlı kalmayacağı düşünülmektedir. Ortadoğu’nun hemen bitişiğinde bulunan Kafkasya bölgesi, Ortadoğu ile adeta çift yumurta ikizleri gibidirler. Bu bölgenin de yeni Dünya düzeninde kaderleri Ortadoğu’ya benzer akıbete doğru evrileceğe benzemektedir. Kuşkusuz bu ülkeler; Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan olacaktır.

Aynı şekilde, Kıbrıs ve Akdeniz bölgesindeki bağları nedeniyle Yunanistan’ı da aynı zamanda bir Ortadoğu ülkesi gibi değerlendirmek yanlış olmayacaktır. Hal böyle olunca, bu bölgelerle olan tarihsel bağları ve küresel güç olmasının yanı sıra bölgeyle olan yakınlığı nedeniyle Rusya faktörünü de birlikte değerlendirmek gerekecektir. Tüm bunlar birlikte mütalaa edildiğinde Türkiye’nin içinde bulunduğu stratejik konumun zorluğu daha iyi anlaşılmaktadır.

Küresel güçlerin, Ortadoğu’ya yönelik adımlarını atarlarken bölgenin saç ayağını Türkiye’nin oluşturduğunu değerlendirdiklerinden hiç kuşku yoktur. Halen ülkemiz üzerinde devam eden siyasi saldırılar, küresel odakların tutumları, Dünya kamuoyundaki tartışmaları yine birlikte değerlendirdiğimizde ülkemizin gelecekte karşılaşabileceği zorluluklar ve tehditler açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır.

Söz konusu zorlukların; geçmişte bölgede yaşanan tarihsel sorunları ve halen günümüze yansıyan durumları, bölgenin etnik, dini ve mezhepsel yapısı ile sosyo-kültürel uyumsuzlukları kapsadığını söylemek uygun olacaktır.

Türkiye’nin bütün sınır komşuları ile yaşadığı mevcut sorunları göz önünde bulundurulduğunda; bu durum, ülkemizin eş zamanlı olarak karşı karşıya kalabileceği tehdidin boyutlarını ortaya koymaktadır.

Bunlar özetle;

  • Yunanistan ile Eğe denizi-adaları ve Kıbrıs sorunu,
  • Suriye’de devam eden iç savaş ile Suriye Kuzeyi’nde oluşturulmaya çalışılan Kürt Özerk Bölgesi hamleleri,
  • Irak’ta Barzani Bölgesel Yönetimi’nin bağımsız Kürdistan yolunda halk oylaması yapacağı yönündeki açıklamaları,
  • İran’ın, Suriye’de Türkiye aleyhine tutumu ile Irak üzerinde Şii nüfuzunu amaçlayan Irak’ın toprak bütünlüğüne yönelik tehdidi,
  • Azerbaycan-Ermenistan arasında devam eden Karabağ sorunu ve buna bağlı devam eden sınır çatışmalarıdır.

Bu coğrafyanın kaderi; birden fazla cephede aynı anda ve/veya bir birini takip eder şekilde savaşmayı-çatışmayı içeren bir yapıya sahiptir. Nitekim, Osmanlı İmparatorluğu son dönemlerinde aynı anda birden fazla cephede savaşmak zorunda kalmış ve bu koşullara daha fazla dayanamayan Osmanlı’nın küllerinden yeni bir devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti büyük zorluklarla yaratılmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti, Türklerin Anadolu’da varlık mücadelesinin son kalesidir. Bu coğrafyada yapılabilecek bir hatanın maliyeti her birimiz için çok yüksek olacaktır. Çünkü, coğrafya acımasız ve pervasızca hesap yürüten küresel güçler doyumsuz olduğu sürece, atılacak her adımda dikkatli olmak ve en kötü senaryoya karşı hazırlıklı bulunmak, millet olarak varlık ve yokluk arasında bir seçim yapmak anlamına gelebilecektir.

Yaşadığımız coğrafya değişmedikçe, bölgenin karşılaşacağı tehdit de bir değişiklik olmayacağı gibi, bölgenin demografik yapısındaki karmaşıklık ile etnik, mezhepsel çatışma potansiyeli var oldukça, bu durumu rehabilite edebilecek toplumsal değişime-dönüşüme yönelik tedbirler geliştirilmedikçe Ortadoğu’nun kaderi, kader olmaktan öteye geçemeyecektir.

Küresel güçlerin Ortadoğu üzerinde yeni devletçikler planlamakta olduğu yukarıda eski ABD Dışişleri Bakanı’nın ifadesiyle vurgulanmıştı. Bölgenin sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik rehabilitesi sağlanmadan devletlerin devletçikleşmesi, yeni devletlerin kurulması, şehir devletçiklerinin oluşturulması, hiç bir şeyi ama hiç bir şeyi değiştirmeyecektir.

Halen içinde bulunduğumuz küresel ve bölgesel gelişmeler ile bu kapsamda Ortadoğu’da dayatılmak istenilen düzenlemelerin, tüm bölgeye yayılacak şekilde çatışmalara sahne olabileceği, bu durumdan Türkiye’nin ciddi manada etkilenebileceği, bu kapsamda; Suriye, Irak, İran, Ermenistan, Yunanistan ve Kıbrıs olmak üzere altı cephede, iç güvenlik harekâtını da yarım cephe olarak kabul edersek, altı buçuk cephede eş zamanlı bir çatışmanın yaşanabileceği kıymetlendirilmektedir.

Söz konusu muhtemel cepheleri ve ana küresel güç odaklarının önümüzdeki süreçte bölgeye olabilecek muhtemel etkilerini de sırasıyla incelemek uygun olacaktır.

 

Genel

Ortadoğu bölgesinde sayısız çıkar çatışmaları bulunmaktadır. Muhtemelen yapılacak tüm ittifaklar kısa ömürlü olacaktır.[3] İttifak yapmadan tarafsız kalmak da bir hal çaresi olabilir, bu durum bölgede süratli gelişmelere ayak uydurulması bakımından ileride beklenmedik bir şekilde ortaya çıkabilecek ittifaklara geçiş kolaylığı sağlayabilecektir.

Diğer taraftan, başlangıçtan itibaren ittifaklarda yer almak ve etkin olmak ise, yeni gelişmelere göre değişen ittifaklar içinde rol almak zor bir durum olabilirken, ittifak içerisinde dengeli ve/veya ittifaklar arasında dengeli ve öngörülü tutumlar ülkemizin hareket kabiliyetini şüphesiz rahatlatacaktır.

Arap Coğrafyası’nda oluşabilecek muhtemel cephelerin; milliyetçilikten ziyade mezhepsel farklılıklar üzerine tesis edileceği, mezhepsel sınırlar oluştuktan sonra, bunların da zaman içerisinde kendi aralarında savaşacakları-çatışacakları, nihayetinde bilinen geleneksel devletlerden ziyade küçük yerel yönetimleri içeren şehir devletçikleri dediğimiz; mezhepsel, ekonomik, mikro milliyetçi küçük gruplar halinde federatif ve otonomi yapılar oluşturulacağı mütalaa edilmektedir.

 

ABD

Söylem ve tutumları itibariyle, küresel egemenliklerinin önünde en büyük engel olarak uluslararası terörizm olduğunu, bunun bataklığının da Ortadoğu bölgesinde bulunduğunu kabul ettikleri düşünülmektedir.

“Ortadoğu’ya refah ve özgürlük gelsin”, “Bölgeye barış ve istikrar gelsin”, “Ortadoğu’ya demokrasi gelsin”söylemleriyle, Ortadoğu halklarının yanındaymış gibi görünerek ABD’nin refahını sağlayacak kaynakları kontrol altında bulundurmak istemektedirler.

Bölgede kontrollü bir istikrarsızlıkla kontrolü elde tutmaya çalışmaktadırlar. ABD-Çin’in birbirine ekonomik bağımlılığı düşünüldüğünde, ABD-Çin arasında Ortadoğu üzerinde kısa vadede bir gerilim yaşanmayacağı, buna mukabil ABD’nin İran ile olan ilişkilerinde gözle görülür düzelmelerin bu aşamada Rusya-Çin-İran ittifakını zorlayacağı kıymetlendirilmektedir.

Karadeniz’de, Romanya ve Bulgaristan’da deniz üslerini geliştirme girişimi devam etmektedir[4], boğazların bugünkü statüsünü belirleyen Montrö Anlaşması’nın geçerliliğini tartışmaya açabilecektir. Rusya’da, boğazlardaki hareket kabiliyetine yönelik sözde var olan sıkıntıları nedeniyle bu girişime muhtemeldir ki destek olacaktır.

Türkiye’nin laik yapısını, şimdilik bölge ülkeleri için model olarak kabul etmektedirler, bilahare onun yerine ılımlı İslam modelini hakim kılarak tepkisiz toplum yaratılıp etkisiz hale getirmek niyetindedirler.

Ortadoğu’da iddia ettikleri gibi birinci sınıf demokrasiye ihtiyaç duymamaktadırlar. Sömürge haline getirilmek istenilen Ortadoğu’nun ulusal bilinçten arındırılması gerekmektedir[5]. İşte bu nedenle, bölgede siyasal İslam üzerinden mezhepsel / tarikatsal ayrıştırmayı elverişli bir araç olarak kullanmak istemektedirler.

Irak’taki  Sünni kesime el altından silah yardımı yapılmaktadır. Bu durum, gelecekte Irak’ın parçalanmasında Sünni bir devletin yaratılması anlamına gelebilecektir. Diğer taraftan peşmerge güçlerine silah ve mühimmat yardımı da açıktan devam etmektedir.

 

Önümüzdeki dönemde;

Türkiye sınırından Suriye tarafına geçen kontrolsüz gruplar nedeniyle IŞİD’e destek ulaştığını, bu durumdan endişelendiklerini dile getirerek; sınırın karadan kontrolle birlikte Kuzey Irak’taki 36’ıncı paralel benzeri hava sahasının uçuşa yasak hale getirilerek Türkiye’nin bölgeye girişine engel olmaya ve böylece PYD/YPG güçlerinin güvenliğini sağlayarak sözde Kürt Özerk Bölgesi yapılanmasının taşlarını döşemeye devam edecekleri ve Rusya ile birlikte kendi nüfuz bölgelerini belirleyecekleri değerlendirilmektedir.

Diğer taraftan, Katar krizi üzerinden Suudi Arabistan’ı kullanarak Katar’a saldırtmak ve orada yaratacağı siyasi değişim üzerinden Türkiye’yi sıkıştırarak bölgede yeni bir stratejik blok oluşturmak isteyeceklerdir.

İran’ı, oluşturulacak Arap ittifakı ile kuşatarak baskı altına alacakları ve aynı paralelde İran’da iç karışıklık çıkarılmasına çalışacakları, Katar gerilimi üzerinden Araplar arasında oluşabilecek yeni ittifaklara göre yeni iş birlikçi ülkelerini belirleyecekleri, bir taraftan da aralarında husumet oluşturmak suretiyle Arap Yarımadası’na yönelik yeni bir hizalandırma ve jeo-politik düzene kapı aralayabilecekleri değerlendirilmektedir.

 

Rusya

Ortadoğu bölgesi ile Osmanlı İmparatorluğu döneminden beri sıcak denizlere ulaşmak politikası çerçevesinde aktif olarak ilgilenmektedir. Birinci Dünya Savaşı sırasında yapılan paylaşım planları içerisinde yer almıştır. O tarihlerde eğer Bolşevik İhtilali gerçekleşmeseydi Ortadoğu’daki mandater devletlerden birisi olacaklardı.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra oluşan koşullarda BM çatısı altında Araplar lehine tutumu ve 1956 Süveyş bunalımında yaşananlar Arapların Rusları bölgede bir denge unsuru olarak görmelerine neden olmuştur.

Yakın çevre politikası kapsamında; bir taraftan Kırım’ın ilhakı ve Ukrayna Doğusu’nun örtülü işgalini uluslararası baskılara rağmen sürdürürken, bir taraftan da uzaktan güvenlik kapsamında, Suriye başta olmak üzere Ortadoğu’daki etkinliğini artırma gayretini devam ettirmektedir.

ABD’nin Müslüman Dünyası’na yönelik tutumları ve Ortadoğu’yu dizayn etmek için gösterdikleri gayret bilhassa Arap liderlerini ciddi anlamda kaygılandırdığından, bu durum Rusya’nın bölgede önemli bir denge unsuru olarak gücünü korumasına sebep olmaktadır.

Rusya’nın Sovyetler Birliği döneminden kalan, ama bugün halen geçerliliğini koruduğunu söyleyebileceğimiz stratejisi, sıcak denizlerle kucaklaşan enerji havzasının kontrolüdür. Bu çerçevede Suriye’de uzun yıllar tahkim edilmiş kazanımlarını kaybetmek istemeyeceği bir gerçektir. Küresel güç olmanın yolunun Ortadoğu denkleminde yer almaktan geçtiğini çok iyi bildiği şüphesizdir.

Ayrıca, Ortadoğu’da Kürt kartını elinde tutanın da, bölgede etkin söz sahibi olacağını düşünenlerdendir. Bu alanda Türkiye’nin rahatsız edilmeden ABD’nin yanı sıra Kürt’ler üzerinde rol oynamak istemektedirler. Bu alanda, ABD-Rusya arasında gizli bir antlaşmanın olabileceği gerçeğini de hatırdan çıkarmamak gerekecektir.

 

Önümüzdeki dönemde;

Rusya’nın, uzaktan güvenliğini sağlayan Ortadoğu bölgesindeki menfaatlerini daha fazla riske atmadan, Suriye’deki mevcut askeri varlığını gittikçe artıracağı ve ABD ile birlikte Ortadoğu’da nüfuz alanlarını daha net belirleyecekleri öngörülmektedir.

 

AB

Başta İngiltere ve Fransa olmak üzere Avrupa, Birinci Dünya Savaşı sonrasında bölgede etkinliklerini sürdürürken İkinci Dünya Savaşı sonrasında bölgenin sorumluluğunu ABD’nin omuzlarına bırakmışlardır.

Bugün içinde, Avrupa’nın ABD ile aynı kültür dinamiklerine sahip olması, diplomatik bir çok meselede ABD ile aynı çizgide bulunması gibi etkenlerle bölgeye dönük uygulamalarda birlikte hareket edeceklerini söylemek yanlış olmayacaktır.

Bölge, bazı AB ülkeleri için de değişik sorunların kaynağı olarak görülmektedir. Bu nedenle bölge, ABD ve AB çıkarlarının korunması açısından müşterek ilgi alanı haline getirilmek istenmektedir[6].

AB ile ABD’nin Ortadoğu’da giderek  örtüşen menfaatleri, Türkiye için bölgede üstlenilebilecek yeni bir rol yarattığına inanmaktadırlar. Bu rol; Türkiye’nin Büyük Ortadoğu Birliği içerisinde model oluşturması şeklindedir. Türkiye’nin AB içinde yer alması yerine, Büyük Ortadoğu Birliği içinde bulunması, şüphesiz AB’nin yararına olacaktır[7]. AB’ye üye olma yolunda, ulusal değerleri aşındırılmış bir Türkiye; Büyük Ortadoğu Projesi içerisinde yer almaya uygun hale getirilmiş olacaktır.

 

Önümüzdeki dönemde;

Bölgedeki gelişmeler devam ederken, Avrupa ülkelerinin de kendi aralarında ekonomik birlikteliği sürdüremeyecekleri bir dönemeçe doğru savrulacakları düşünülmektedir. Bu durumun sadece siyasi birlikteliği sonlandırmaya doğru evrilmesine neden olabileceği gibi, bunun yanı sıra Avrupa ülkeleri arasında çatışmaların da yaşanabileceği değerlendirilmektedir. Nitekim Almanya Başbakanı Merkel’in; “Kimse Avrupa’ya bir yarım yüzyıl daha barışın hakim olacağına inanmamalı. Eğer Euro çökerse, Avrupa’da çöker. Bu olmamalı”[8] ifadeleri ile yakın gelecekte Avrupa’da da istikrarın bozulabileceği işaretini vermiştir.

Ekonominin bozulmasına bağlı olarak sosyal kargaşanın artabileceği, bunun yaratacağı etki ile kıta genelinde ırkçılık ve yabancı düşmanlığının  yayılacağı, böyle bir gelişmenin Yunanistan’da 2008 ve 2011 yıllarında yaşanan sosyal patlama benzeri toplumsal bir harekete dönüşerek tüm Avrupa’yı sarabileceği değerlendirilmektedir.

Avrupa’nın, Ortadoğu’daki gelişmeler paralelinde böyle bir rastlantısal sorunu yaşaması halinde, Ortadoğu bölgesinin değişiminde ABD ve Rusya ile birlikte AB’den resmen ayrılma arifesinde olan İngiltere’nin başat rol alacağı söylenebilir.

 

Çin

Dünya tarihinde ilk medeniyetlerin ortaya çıktığı merkezlerden biri olan Çin, küresel siyasetin etkin aktörlerinden biridir. Dünya’nın ABD’den sonra en büyük petrol ithalatçısıdır. En büyük petrol ithalatını Suudi Arabistan’dan yapmaktadır.

Çin’in Ortadoğu bölgesinde geçmişte sömürgeci geçmişinin olmaması, Arap-İsrail ilişkilerinde denge politikası gütmesi, kısmen Araplar lehine tavırları ve bölgedeki iş birliği faaliyetleri nedeniyle, Ortadoğu ülkeleri Çin’i ABD’ye karşı bir denge unsuru olarak görme eğilimindedirler.

 

Önümüzdeki dönemde;

ABD’nin bölge ülkeleri üzerindeki tutumlarını dengelemeye çalışacağı, tedbirli diplomasi ışığında menfaatlerinden vazgeçmeyeceği, özellikle İran ile ilişkilerini gelişmelere bağlı olarak destekleyeceği ve İran lehine müdahil olabileceği değerlendirilmektedir.

ABD’nin bölge üzerinde tek yanlı emrivaki düzenlemeler yapması yönünde bir irade belirmesi halinde, Çin-Rusya ikilisinin birlikte hareket edebilecekleri düşünülmektedir.

 

Suriye

ABD ve Rusya’nın Suriye üzerindeki stratejik güç mücadelesi, Esat yönetimini şimdilik ayakta tutmaya sevk etmiş, güç mücadelelerine bağlı iç çatışmanın uzamasıyla birlikte kaos, karmaşık ilişkiler ağı ve adeta yumaklaşan uluslararası bir insanlık sorunu halini almıştır.

İç savaşın yarattığı travma, asırlardır oluşmuş demografik yapıyı kökünden sarsmış ve bu kapsamda toplumun ayrışan dinamikleri üzerinden artık bir araya getirilmesi yeteneği yitirilmiş, kapanın elinde kalır düşüncesiyle tüm gruplar kendi geleceğini tayin etmekte destek bulacağı ittifaklar ile taraflarını oluşturmaya girişmişlerdir.

Önümüzdeki dönemde;

Suriye iç savaşının 3-5 yıldan önce bitmeyeceği, bu süreç içerisinde müstakbel Suriye Federasyonu için, ABD’nin başta Suriye Kuzeyi’nde güvenli bölgeler maskesi altında PYD/YPG güçleriyle özerk bir bölge için alt yapısının tamamlanacağı mütalaa edilmektedir. İç savaş sonrasında hazırlanacak yeni anayasa ile birlikte Irak kuzeyinde olduğu gibi Kürt yerel yönetimi şeklinde bir düzeninin tesis edileceği, Akdeniz kıyısında Esat ailesinin kontrolünde ve Rusya’nın hamiliğinde Nusayri-Alevi devletçiğinin kurulacağı, diğer bölgede Irak’la da bütünlük sağlayacak şekilde Sünni bir devletçiğin oluşturulacağı düşünülmektedir.

 

İran

Jeostratejik konumu, enerji zenginliği, toprak büyüklüğü ve tarihten gelen siyasi, dini ve kültürel özellikleri ile Ortadoğu’nun anahtarı konumundadır. Ancak, rejimi ve ülkeler arası ilişkileri nedeniyle potansiyelini beklenilen seviyede harekete geçirememektedir.

Mevcut mezhepsel yapısı üzerinden; Irak, Suriye ve Lübnan hattından Akdeniz’e uzanan bir Şii koridoru oluşturulmasını düşündükleri ve böylece İsrail’e daha yakın bir tehdit oluşturmak, kendisine olabilecek tehditi uzaktan karşılamak istemektedirler. Bu kapsamda, radikal dini gruplarla iş birlğini şiar edinmişlerdir.

Kapalı rejimi nedeniyle dışa dönük ilişkilerinde yanlızlık hakimdir. ABD’nin haydut devletler kategorisinde bulunmaktadır[9]. İran nüfusunun yarısına yakınını oluşturan Azeri Türkleri ABD tarafından yakın markaja alınmıştır[10]. Böylece, başta Azeriler olmak üzere ayrılıkçılık tohumları taze tutulmaktadır.

Katar krizinin, Türkiye’nin Katar ile gelişen münasebetleri nedeniyle İran-Türkiye yakınlaşmasını doğal olarak olumlu yönde tetikleyebileceği, ancak ABD’nin bu duruma geliştireceği tavırla bu ilişkinin daha ileri boyuta taşınamayacağı düşünülmektedir.

Önümüzdeki dönemde;

ABD-İran geriliminde Türkiye’nin, takınacağı tavırda ikilem yaşayacağı, muhtemelen ABD’nin yanında rol almak zorunda kalacağı, bu durumda; ABD-İran hesaplaşma sahasının Türkiye olacağı ve bu gelişmelere bağlı olarak İran’ın PKK başta olmak üzere radikal dini örgütleri kullanabileceği düşünülmektedir. ABD’nin desteğiyle küresel güçler tarafından Azeri bölgesi olan Kuzey İran üzerinde Türkiye’nin Azerbaycan’la iş birliği halinde etkili faaliyetlerde bulunulması istenebilecektir.

Muhtemel İran-Türkiye gerilimi ile beraber, İran içerisinde etnik kaynaklı hareketliliğin artacağı ve rejim değişikliğine doğru evrileceği, Suriye benzeri kitlesel göçlerden Türkiye’nin ciddi olarak etkilenebileceği, tüm bu gelişmeler devam ederken, daha fazla özgürlük sloganıyla çalkalanacak olan İran’ın Suriye iç savaşından çıkarttıkları dersler üzerinden ana ayrılıkçı kitleyi (Azeri, Kürt, Belucistan, Luristan, Kuzistan) çatışmaya fırsat vermeden federatif hale dönüştürebileceği değerlendirilmektedir. Bilahare Azeri ve Kürtlerin ise İran Federasyonu şemsiyesinden tamamen çıkacakları mütalaa edilmektedir.

 

Irak

İçinde bulundurduğu farklı etnik, dini topluluklardan dolayı dış etkilere ve karmaşaya hazır yapısı ile hep sorunlu bölge olmuştur. Son 20 yıl içerisinde ABD’nin iki müdahalesini yaşayan Irak; federatif yapısı önemli derecede gevşemiş bir devleti, perişan olmuş ve geleceğini öngöremeyen bir halkı bulunmaktadır[11].

Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi, tek taraflı aldığı ve 25 Eylül 2017 tarihinde yapacağı bağımsızlık referandum kararı[12] ile Irak’ın toprak bütünlüğünü tehdit eder hale gelmiştir. Referandum yapılsa bile şimdilik bağımsızlık ilanında bulunamayacakları, geleceğe dönük ellerinde bir manivela unsuru olarak tutacakları düşünülmektedir.

Diğer taraftan, bağımsız istikrarlı bir Kürt bölgesi ve Federal Irak’ın ortadan kaldırılarak Sünni-Şii mezhepsel temelinde ayrı küçük devletçiklerin oluşumu ile Türkiye’ye rahatlama sağlayabileceği inancı yaratılarak, Suriye’nin Kuzeyi içinde, benzer şekilde Türkiye’nin endişelerini ortadan kaldırabilecek bir modelin oluşturulmak istendiği değerlendirilmektedir.

 

Yunanistan

Ege bölgesinde Lozan Antlaşması ile Türk egemenliğinde kalan 18 ada 2004 yılından beri Yunanistan tarafından sahiplenilmiştir[13]. Ege’de tek taraflı olacak şekilde deniz ve hava sahası ihlalleri öteden beri süregelmektedir. Kıbrıs meselesinin görüşülmesinde uzlaşmaz tutumları ise bir taraftan devam etmektedir.

Önümüzdeki süreçte;

Ege Denizi’nde 18 adanın dışında kalan bazı  adaları da işgal etmeye devam edecekleri, bu adaların karasularını 6 mil olarak uygulamaya koyacakları ve Ege Denizi’ndeki hareket kabiliyetimizi önemli ölçüde kısıtlamaya yönelebilecekleri düşünülmektedir. Trakya’da yaşayan Türk azınlık üzerinde de gittikçe artan bir baskı uygulamaya koyacakları bir diğer yakın tehdit olarak öngörülmektedir.

 

Ermenistan

Ermeni tarihi ve gelişimi hakkında çok sayıda tahmin ve efsaneler var olmakla birlikte, tam olarak belge ve kaynaklara bağlı bilgiler mevcut değildir.

Türkiye, Ermenistan ile sorunlarını barışçıl yönden çözme yolunu benimsediğini tüm Dünya’ya duyurmasına rağmen Ermenistan’ın tek taraflı tutumu nedeniyle ilerleme kaydedilememektedir.

Azerbaycan topraklarının bir kısmını haksız bir şekilde işgal etmiş ve halen Azeri-Ermeni sınır çatışmaları, gerek Azerbaycan’ın gerekse Türkiye’nin sabırlarını tüketmektedir. Uluslararası konjonktürün kendi lehine oluştuğuna inandıkları bir anda kendi güvenliğini bahane ederek Rusya’nın da desteğiyle Azerbaycan’a bağlı Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti’ni ilhak etmeye kalkışabileceği değerlendirilmektedir.

Sonuç olarak;

Türkiye’nin komşularıyla ve küresel güç odaklarıyla münasebetleri karmaşık yapıdadır. Yeni Dünya düzeninin dayatmacı gelişmeleri, müstakbel düzen değişikliğinin yaşanabileceği coğrafyanın merkezinde bulunulması, bölge ülkeleri ile olan tarihsel bağları ve bu durumun yarattığı sorumluluklar birlikte mütalaa edildiğinde, Türkiye, Ortadoğu sahasında gelişen tehdit karmaşıklığına göre,

Yakın vadede;

Yurt içi, Musul-Kerkük dahil Irak Kuzeyi ve Suriye Kuzeyi olmak üzere üç ayrı bölgede kendi kendine yeterli ve bölgede yeni Orta Doğu şekillendirilinceye kadar uzun bir süre kalacak şekilde mücadele konsepti uygulamak zorunda kalacağı değerlendirilmektedir.

Orta vadede;

Tehdit senaryosuna; İran, Ermenistan, Yunanistan ve Kıbrıs coğrafi bölgesinin de dahil olabileceğini düşünerek yani altı cephede, iç güvenlik harekâtı çatışma alanını yarım cephe olarak kabul edersek altı buçuk cephede eş zamanlı bir savaşın / çatışmanın yaşanabileceği düşünülmektedir.

Trakya bölgesinde ise; Ege’deki hak ve menfaatlerimizin korunması için gerektiğinde dar bölgeli sınırlı bir ileri harekâtı öngören asgari yeterli kuvvet bulundurulması kısa ve orta vadede Türkiye’nin bekası için kaçınılmaz olacaktır

Söz konusu cephelerle birlikte, yurt içinde doğu ve batı derinliğinde iki alanda konuşlu süratli stratejik ihtiyatlar olmak üzere, gerektiğinde altı ayrı bölgeye aynı anda angaje olacak şekilde ana kuvvetlerin teşkilini şimdiden yeni bir konsept ışığı altında yapılandırmak zorundadır.

Anılan yapılanmada; önümüzdeki süreçte araziden ziyade şehir merkezli kontrollerin daha ön plana çıkacağı dikkate alınarak; meskûn mahalleri kontrol edecek karma unsurlardan oluşturulacak birlikler ile özel bölgesel propaganda unsurları başta olmak üzere iyi bir teşkilatlanmaya gidilmesi hayatidir. Ayrıca özel kuvvetler yeteneği ile destekli yurt dışı alanda yerel müzahir kitleyi oluşturacak kabiliyetlerin de tüm bölgeyi kapsayacak şekilde şimdiden düzenlenmesi diğer bir hayati organizasyon olarak görülmektedir.

 

[1]Washington Post Gazetesi, “Orta Doğu’yu Dönüştürmek”, Condoleezza Rice, 2003.

[2]Salim Yavaşoğlu, “Kürdistan, Akdeniz’e Çok Yakın”, www.yenicaggazetesi.com.tr/109666h.htm, 08.02.2015.

[3]Sait YILMAZ, Ortadoğu’da Başlangıcın Sonu; Sıradaki Savaşlar, www.ulusal.com., 18 Şubat 2016,

[4]Kamer Kasım, Soğuk Savaş Sonrası Kafkasya, USAK Yay., Ankara, Aralık 2009, s.118.

[5]Çetin Ağase, Analiz: Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye, www.cetinagase.net, 26 Aralık 2016.

[6]Çetin Ağase, a.g.a.

[7]Çetin Ağase, a.g.a.

[8]Avrupa, 2018’de Savaşa Giriyor, Habertürk, www.haberturk.com/683829, 31.10.2011.

[9]Çetin Ağase, a.g.a

[10]Ferai Tınç, ABD’nin Azeri Kozu, www.hürriyet.com.tr, 06.06.2003.

[11]Abdulkadir Kahraman, Irak’ın Geçmişi, Bugünü ve Geleceği Üzerine Muhtemel Senaryolar, YLT, İstanbul. 2008,

[12]Cahit Armağan Dilek, Barzani Bölgesinde ve Kerkük’te Bağımsızlık Referandumu, 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü, 09.06.2017.

[13]Saygı Öztürk, Lozan’ın Yıldönümünde Yunan Tahriki, Sözcü Gazetesi, 24.07.2017.

 

Altı Buçuk Cephede Savaşa / Çatışmaya Hazır Olmak (Türkiye) - teroere

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir