Yazar: Cahit Armagan Dilek
ABD Özel Kuvvetler Komutanı Orgeneral Raymond Thomas, Türkiye’nin, terör örgütü PKK ile ilişkili görmesi sebebiyle YPG’ye “isim değiştirme” tavsiyesinde bulunduklarını, bunun üzerine örgütün, adını “Suriye Demokratik Güçleri” (SDG) olarak değiştirdiğini söyledi. Bu haber fikri takip ve bölgedeki gelişmeleri gereği gibi izlemeyen Türk medyasında sanki yeni yapılan bir değişiklikmiş gibi sunuldu, hatta hükümet yetkililerine de o şekilde soruldu, onlar da o çerçevede cevap verdi. Halbuki bu isim değişikliği yaklaşık 2 yıl önce Ekim 2015’te yapılan bir aldatmacaydı.
O zamanlarda yazdığımız birçok yazıda ve TV programlarında SDG’nin YPG’yi maskelemek için kurulan paravan bir örgüt olduğunu, sadece tabelada olacağını ve SDG’nin ana omurgasının ve başının YPG olacağını ısrarla söylemiştik. Ancak Türk hükümeti bunu görmek istemedi.
Örneğin, Aralık 2015 sonunda YPG Tışrin barajı üzerinden Fırat’ın batısına geçtiğinde yani Türkiye’nin kırmızı çizgisi ihlal edildiğinde ve fotoğraflarla YPG’nin geçmiş olduğu gösterildiğinde bile Türk hükümeti YPG değil SDG geçti söylemine sarıldı. Mayıs 2016’da Menbic operasyonu başlamadan önce Amerikan tarafı operasyonu SDG’nin yapacağını SDG içindeki YPG’li sayısının çok az olacağını söylediğinde buna itimat edip Menbic operasyonunu SDG’nin yapacağını kabullendi. Ne zamanki 15 Temmuz darbe girişimi oldu ve peşinden Fırat Kalkanı operasyonu yapılmak zorunda kalındı işte onun devamında ABD’nin Fırat Kalkanı harekatını engelleme / durdurma girişimleri iyice belirginleşince Türkiye’nin YPG konusundaki duruşu daha da sertleşti. Sertleşti ancak bu durum ABD’nin YPG’yi esas alan planını değiştirtemedi.
Bu karşılıklı gerginlik ve restleşme ortamı Fırat Kalkanı ile birlikte Rakka operasyonunun gündeme gelmesi, ABD’nin Rakka için Türkiye değil PYD/YPG’yi tercih etmesi peşinden YPG’yi düzenli ordu haline getirecek şekilde eğitim vermesi, silah ve teçhizatlarla donatmasını engellemedi. İşte Amerikalı generalin itirafı tam da bu zamanda geldi. Yani ABD YPG bağlamında hedefine ulaştı. Hem YPG’ye desteğini sorunsuz yaptı ve yapıyor hem de Türkiye’yi PYD bölgesine müdahale etmesini önlemiş oldu. Yani Amerikan itirafı herşey bittikten sonra geldi.
Bu itiraf kadar Amerikalı generalin olayı anlatış şekli de aslında Türkiye açısından çok can acıtıcı. Çünkü Amerikalı general YPG’ye isim değişikliği yapın dediklerinde YPG’nin SDG ile geldiğini ve ismin ortasına demokratik kelimesinin konmasını överken gülerek anlatması adeta Türkiye ile dalga geçtiklerini de gösteriyor.
Peki bölgeyi iyi takip eden az sayıda Türk uzmanın daha o günlerde bu isim değişikliğinin bir aldatmaca olduğunu ortaya koymuş olmasına rağmen ABD neye güvenerek böyle bir adım attı ve Türk hükümeti neden tepki göstermedi? Bunun ana nedeninin Türkiye’nin bozulan karar alma sürecinde olduğunu düşünüyorum.
Türkiye 2011 seçimleri sonrası ve özellikle Başbakan Erdoğan’ın 2014’te Cumhurbaşkanı olmasıyla birlikte kurumsal karar alma sürecini terk etti ve tek bir kişinin ve danışmanlarının etkili olduğu karar alma sürecine sürüklendi. Bu durum uzun soluklu politika ve stratejiler yerine anlık günlük kararları beraberinde getirdi. ABD tarafı ise yerleşmiş kurumsal karar süreciyle Türk tarafını çok detaylı analiz edip zayıf kuvvetli yanlarını, hassas noktalarını çok iyi tespit edip onları istismar ettiklerini yönlendirdiklerini görüyoruz. Yani ABD Ekim 2015’te bu isim değişikliği yapıldığında Türk tarafının kabulleneceğini öngörmüş olması büyük olasılıktır. Çünkü Türkiye Temmuz 2015’te İncirlik Mutabakatıyla ABD’nin IŞİD stratejisine açık uçlu destek vermeyi kabul ettiğini ortaya koymuş oluyordu. Çünkü Türk hükümeti Ekim 2014’te Kobani’de YPG’ye havadan askeri destek indirilmesine, Peşmerge güçlerinin Türk topraklarından geçerek Kobani’de YPG’ye destek vermesine onay vermişti.
ABD zımnen Türkiye’yi onay verir pozisyona düşürdüğü bu gelişmelerle aslında sınırlarının hemen güneyinde bir terör koridorunun oluşmasının da önünü açıyordu. Bu terör koridorunun sadece koridor olarak kalmayacağı, sonrasında bir özerk bölgeye dönüşeceği, bunun da Türk sınırlarının içine doğru genişleyeceği, Türkiye içinde PKK kaynaklı yeni terör sarmallarının ve hatta Suriye’deki gibi fiilen özerk bölgeler oluşturmak için toprak ele geçirme hedefli çatışmaların (bir nevi iç çatışma) yaşanmasının önünü açmak olduğu çok aşikardı. Bu da açıkça ABD’nin Türkiye’nin güvenliğiyle ve bekasıyla oynamak onu tehlikeye düşürmekten başka bir şey değildir. Geçen hafta medyaya düşen Amerikan Kara Harp Akademisinde hazırlanan bir raporda önümüzdeki 10 yıl içinde beklenen tehdit değerlendirmelerinde “Türkiye’de bir iç çatışma yaşanabileceği” seçeneğinin de ortaya konmasını bu bağlamda okumak lazım.
Bu durum Suriye kuzeyinde PKK koridorunun oluşup özerk bir bölge yönetimine dönüşmesi sonrasında etkisini kuzeye yani Türkiye’nin içine yönlendirmesiyle sonuçlanması öncelikli sonuçlardan biri olacaktır. Bu da Türkiye’de PKK’nin özerk bölge talebiyle yeni terör sarmalana başlaması ve Suriye kuzeyindeki başarı hikayesini Türkiye’de tekrar etmekten başka bir şey olmayacaktır. İşte ABD’nin Türkiye’deki iç çatışma öngörüsü de tam da bununla ilgilidir. Bu nedenle, ABD’nin şimdilerde PKK/YPG’yi düzenli orduya dönüştüren askeri yardımı ve bunu yaparken de YPG’nin terörist kimliğini örtmek üzere DSG paravan kimliğini sağlamasının müttefiklikle, ortaklıkla hiçbir ilgisi olmadığı gibi tam düşmanca bir harekettir.
Hem NATO’da hem de IŞİD karşıtı koalisyonda müttefik olan iki ülkeden lider konumdaki ABD’nin kritik önemdeki müttefiki Türkiye’ye bu şekilde tehlikeye düşürmesi nasıl açıklanır ve kabul edilebilir mi? ABD terörle mücadele ortak paydasında Türkiye ile ortak mücadele yapacağını belirtip Türkiye ile yola çıkarken Irak ve Suriye’deki nihai hedefinin ne olduğunu Türkiye’den sakladığını söylemeliyiz. Böyle olunca da IŞİD’le mücadelede sona yaklaştıkça ve ABD’nin nihai hedefi (IŞİD eliyle bölgenin dizaynı ve PKK üzerinden Kürdisatn oluşturma) açığa çıktıkça Türkiye ile gerginliğin de arttığını görüyoruz.
ABD sahada Türkiye aleyhinde askeri anlamda adımlar atarken Türkiye’nin aynı çerçevede yani askeri alanda karşılık veremediğini görüyoruz.Bu muhtemelen yukarıda ifade ettiğimiz şekilde ABD’nin Türkiye’nin imkan ve kabiliyetlerini zayıf kuvvetli yönlerini çok analiz etmesinden ve değişik konularda Türk hükümetine karşı elindeki bazı konuları şantaj olarak kullanmasından kaynaklanmaktadır. Bu da Türkiye’nin hareket serbestisini ortadan kaldırmaktadır.
Örneğin, Türk hükümeti YPG bağlamında YPG’ye yapılan askeri yardımlar Türkiye’ye kaşı kullanılırsa kimseden izin almadan gereğini yaparız demesine ve o yardım kapsamındaki silahların Türkiye içinde yakalanmış olmasına rağmen PYD bölgesine hiçbir askeri operasyon yapmaması ya da nokta hedeflerin vurulmaması dikkat çekicidir. Türkiye’deki her PKK saldırısından sonra, Suriye kuzeyinden getirildiği belli olan her yakalan silahtan sonra Türkiye’nin Suriye kuzeyindeki PKK/YPG hedeflerini vurmaması ABD ve PKK cephesinde Türkiye’nin bir şey yapamayacak, askeri karşılık vermekten kaçınıyor değerlendirmesinin güçlenmesine yol açıyor.
Suriye ve Irak bağlamında hatta Avrupa ile yaşanan krizlerde burada anlatılması çok uzun olacak önceki bazı gelişmeler maalesef Türkiye’nin caydırıcılığını kaybettiğini ya da en azından Türk karar vericilerin yerinde ve zamanında askeri gücünü kullanma, politik hamlelerini yapma insiyatifini kaybettiğini göstermektedir. Bu durumun Amerikalılarca iyi analiz edildiğini söyleyebiliriz.
Dolayısıyla, Türkiye’nin ABD’den korkmasından ziyade caydırıcılığını kaybettiğini bunun temelinde de Türk karar vericilerin ülkenin milli güç unsurlarını ve T.C.nin milli çıkarlarını iyi analiz edemediğini ve önceliklendiremediğini, Türkiye’nin Rusya ile ABD arasında yalpalayan gelgitler yaratan politikasıyla birlikte bütün bunların hatalı kararlara yol açtığını söylemek daha doğru olacaktır. Bu bağlamda ABD başta olmak üzere Batı’nın bölge ve Türkiye üzerindeki planlarını gördüğünü söyleyen Türkiye, ABD’nin IŞİD karşıtı mücadele aksamasın söylemine aldırış etmeden kendi bekası ve güvenliğine ilk sıraya alarak Suriye kuzeyindeki PKK/YPG’ye askeri karşılık vermeli, bunu da gecikmeden yapmalıdır. Çünkü ABD’nin Türkiye’nin güvenliğini tehdit edecek şekilde PKK/YPG’ye verdiği askeri desteğe karşılık Türkiye’de askeri cevap vermelidir.
Bir yanıt yazın