Başkan D.Trump, B.Obama’nın dünyanın dört bir yanında İslamcı terör ideolojisini ve terörünü küçültme strateji yerine,İslamcı terör ideolojisini ve terörü hızla ortadan kaldırmaya yönelik bir strateji izliyor.
Güvenlikle ilgili kurumları denetime alıyor, Obama döneminin sorgulanacağı taahhüd etmiş bulunuyor…
*
Bu perspektif Washington’da ciddi bir siyasi savaşa yol açmıştır.
Dış politika ve en belirgin olarak savaş stratejisi şiddetli bir şekilde bölünmüş bir izlenim veriyor.
Trump’ın yönetim politikasının bazı alanları ciddi partizan kavgalarının konusudur.
Pentagon hâlâ iki partili desteğin tadını çıkarıyor.
ABD-Rusya ilişkisi de partizan mücadelenin odağında yer alıyor…
Bu karmaşa İslamcı terör ideolojisi önderleri ve İslamcı Cihad teröristlerinin işine geliyor…
Akıl almaz usullerle bu karmaşayı körüklüyorlar…
*
Ama Başkan Trump kararlı bir duruş sergiliyor.
Mesela Orta Doğu stratejisinde; başta İsrail-Filistin arasında bir barışı sağlamayı, sonra İsrail’in ve Suudi Arabistan’ın sadece IŞİD değil, aynı zamanda İran ile ilgili korkularını esas alıyor.
Amaçlanan İsrail-Filistin Barış Anlaşması; İsrail ve Suudi Arabistan önderliğini: İsrail’in 1967 savaşında işgal ettiği tüm topraklardan çekilmesini: 1967 sınırlarında kurulacak ve başkenti Doğu Kudüolacak bağımsız bir Filistin devletiyle beraber iki devletli çözümü öngörüyor…
*
Bu noktada Trump, son gelişmeleri şöyle özetliyor;
“Ortadoğu’ya yaptığım son seferimde artık radikal ideolojiye yapılan mali yardımın olmaması gerektiğini bildirdim.
Bölge rehberleri Katar’ı işaret ederek suçladılar.
Arabistan’a yaptığım ziyaretim, Kral ve 50 Arap ülkesiyle görüşmem sonuç verdi.
Radikalizmin mali kaynaklarını kesme noktasında sert önlemler alacaklarını söylediler.
Tüm deliller Katar aleyhineydi, belki de bu terörizmin son bulmasının başlangıcıdır.”
*
Ama ne eski Başkan Obama’nın demokrat adamları ne de Barış’ın İslamcı düşmanları boş duruyor…
İşte İsrail polisi, Mescid-i Aksa’da silahlı saldırı girişiminde bulunan ve iki İsrail polisini öldüren 3 Filistinliyi öldürmüştür.
İsrail, saldırının İslamcılar’ın gerçekleştirdiği bir terörist saldırı olduğunu iddia ediyor.
Bu sırada Mescid-i Aksa iki gün boyunca ziyarete ve ibadete kapatılmış, İsrail polisi namaz kılmak isteyen Filistinlileri darp etmiştir.
*
Şimdi bakınız hele!
Filistinli liderler İslam Dünyası’na çağrılar yapıyor, İsrail’in Mescid- Aksa’da cuma namazı yasağı kararına direniş yağpılmasını istiyorlar…
Lübnan Hizbullah Hareketi, 3 Filistinli gencin Mescid-i Aksa’da düzenlediği kahramanca şehadet eylemini bazı siyasi ve medyatik çevrelerin kınamasını hayretle karşıladığını duyuruyor!
*
“İslami Cihad”ın prim yaptığı bir bölgede “Tapınak Dağı- Harem Ül-Şerif “; Müslümanlar için kutsal, Yahudiler için dünya üzerindeki en kutsal yerdir.
Pek çok kişinin İsrail’in gerek Ortadoğu’da gerekse dünya ölçeğinde İslami güçleri zayıflatmak, yok etmek için giriştiği savaşın arkasındaki mantığını;
Tapınak’ta yer alan Ömer Camii ve Mescid-i Aksa’yı yıktırıp, onun yerine yeniden bir Süleyman Mabedi inşa etmek,
Mescid-i Aksa’yı yıktığında ise Yahudi Devleti’nin Müslümanlarla karşı karşıya geleceğine ve savaşılacağına ilişkin inanç oluşturuyor…
*
Ama bugün İsrail’in kuşatan “Politik İslami Sistemde” takdim edilen; İslam’ın bir barış dini olduğu efsanesi yaşanan onca şeyden sonra son bulmuştur.
Çünkü herkes Müslüman Kardeşlerin, HAMAS’ın, Hizbullah’ın ve El Kaideci bir çok İslamcı terör örgütünün “kafirleri öldürüp dünyaya İslamı empoze etmeyi hedeflediğini”,
Bu çerçevede, mesela HAMAS’ın, dünyadaki en son Yahudiyi öldürüp bir İslam devleti kurmaya çalışan İslam Tugayları’nın bir bölüğü olduğunu biliyor…
*
Recep Tayyip Erdoğan’da kendisini Müslüman Kardeşler’in hamisi olarak görmekte,
Yeni Osmanlıların başı olarak günün birinde Hilafeti ve Kudüs’ü geri getireceğini düşlemektedir.
Erdoğan yönetiminin Kudüs ve Tapınak Dağındaki ilgisi aslında Müslüman Kardeşler Hareketi’nin dünyada tutunacak son dalıdır.
Türkiye bu yüzden bölgede Ağlama Duvarı ile Mugrabi Köprüsü çevresindeki arkeolojik kazılara kontrol amacıyla büyük harcamalar yaparken, bu bölgeye yerleşmeyi hedefliyor.
Mescid-i Aksa ve Tapınak dağındaki ilerlemeyi Başbakanlığa bağlı Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA) planlı bir çerçevede yürütüyor…
*
Nitekim Mescid-i Aksa’daki olaylar üzerine Erdoğan, İslam İşbirliği Teşkilatı Zirve Dönüm Başkanı olarak devreye giriyor.
“Suriye, Irak, Libya, Filistin’de yaşanan acılar ortadadır.
Mescid-i Aksa’da yaşananlar bunun bir örneğidir.
Pervasızlıklar İslam Dünyası’nı derinden üzmektedir.
Harem Ül- Şerif’e yönelik kısıtlamalar ile Müslümanların onurunun incitilmesi karşısında İslam Dünyası’nın tepkisiz kalması beklenemez” diyor…
*
Ancak, İslam Dünyası’nın artık birbirlerinden ayrık Müslümanlar ile İslamcılardan oluştuğunun altını çizmek gerekiyor.
Müslümanlar; Allah’ın inanç sistemini, imanı, ibadeti, ahlakı ve insan ilişkilerini özgür akıl ve irade ile arayanlardır.
Müslüman Kardeşler, HAMAS ve bir çok El Kaideci İslamcı örgüt ve Fethullan Gülen cemaatini oluşturan İslamcılar ise özgür akıl ve iradeyi kısıtlamayı, otoriter bir rejimle ruhban sınıf oluşturmayı öngörüyorlar.
İslamcıların hepsi, Batı’nın demokratik hukuk devletine giden zahmetli yoldan geçerken edindiği yaşam kültüründen ve demokratik geleneklerden yoksundurlar.
“Siyasal İslamcılık” barışın ve adaletin dini inanışlar üzerinde inşa edilmesine dayanıyor, sadece ekonomi değil, siyasal, kültürel ve sosyal boyutlarında bütün etnik yapıları da İslam ümmeti potasında algılıyor.
Birbirleri ile tamamlayıcı politikalar geliştiremiyorlar, fikir ayrılıklarını müzakere ve barış görüşmeleriyle çözemiyorlar.
Aksine uygulamalarıyla kitlelerini Batı tipi düzenin Müslüman halklara her türlü zulme maruz bıraktıkları fikrinde yetiştiriyor ve İslami Cihad ateşini körüklüyorlar.
*
Bu yüzden ABD; büyük hayallere kapılmış bir otokrat olan ve Batının ideallerini ayaklar altına alan Erdoğan ile arasında ayrım yapmıştır.
Hem NATO’yu demokrasi savunucusu olarak sunmaya devam edebilmek hem de Washington’a meydan okuyan hiçbir liderin cezasız kalmayacağı için Erdoğan hedefe konulmuştur.
*
Başkan Trump’ın, başta İsrail-Filistin arasında bir barışı sağlamayı, sonra İsrail’in ve Suudi Arabistan’ın güvenliğini sadece IŞİD değil, aynı zamanda İran ile ilgili korkularını esas alan Orta Doğu stratejisinde;
Suriye’de yaşanan barış süreci ve İran’a karşı ortak tutum, Rusya ile ABD arasındaki işbirliğinin en önemli alanlarını oluşturuyor.
*
ABD, Rusya ve Ürdün’ün Suriye’nin güneybatı kesimindeki çatışmazlık bölgesinde ateşkes anlaşması sürüyor.
Bu bölge vasıtasıyla Hizbullah, İŞİD benzeri İslamcı terör örgütleri İsrail’e sızamıyor.
Bu ülkeler Suriye’de bundan sonra çatışmasızlık bölgelerine odaklanacaklarını söylüyorlar.
*
Ama Erdoğan ve yönetiminin; ABD ve Rusya liderliğinde radikal terör örgütlerine karşı yapılan mücadelenin başarılı olması halinde,
Libya, Mısır, Yemen, Suriye ve Irak’ta radikal terör örgütleri ile birlikte uyguladığı siyaset çökecek,
Bu politikayı yürütenler tıpkı Obama döneminin sorgulanacağı taahhütü gibi bir sürece ortak olacaklardır.
*
O yüzden uluslararası Batı camiasında kendisine duyulan inancı kaybeden Erdoğan, dirayetini göstermek üzere,
Suriye’nin Irak, Ürdün ve İsrail’le arasında oluşturulan çatışmazlık bölgesine kendi silahlı birliklerini konuşlandırmayı teklif etmiş,
ABD ve Ürdün temsilcileri çatışmasızlık bölgelerinin denetlenmesi için uluslararası bir güç oluşturulduğunu söylemişlerdi.
*
Çatışmasızlık bölgelerinin bir şekilde yıkılması İslamcı ideolojinin ve İslamcı Cihad’ın tasfiye edilmesi halinin ne kadar zor olduğunu göstermeye yetiyor.
Hele birde, Mescid-i Aksa’da düzenlenen kahramanca şehadet eylemi başarıya ulaşırsa…
Nitekim İsrail Başbakanı B. Netenyahu, Suriye’de yönetim ile terörist gruplar ve silahlı muhalifler arasında her türlü ateşkesi reddetmiş bulunuyor…
26.7.2017