Türkiye’yi Yunanistan’ın karşısına İngiltere çekti !
Avukat Mamalı, 1954’lerde “Bizim Kıbrıs meselemiz yoktur; o yüzden Kıbrıs hakkında Yunanistan ile görüşmemiz caiz değildir. Kıbrıs İngiltere’ye aittir” politikası güden Türkiye, İngiltere tarafından 1955 yılında Kıbrıs sorununun içerisine çekilmiştir
Türkiye’nin 1954’lerde “Bizim Kıbrıs meselemiz yoktur; o yüzden Kıbrıs hakkında Yunanistan ile görüşmemiz caiz değildir. Kıbrıs İngiltere’ye aittir” şeklinde politikası olduğunu anlatan Avukat Barış Mamalı, “Türkiye, İngiltere tarafından 1955 yılında Yunanistan’ın karşısına çıkartılarak Kıbrıs Sorunu’nun içerisine çekilmiştir. Helenler’in adadaki isyanı İngiltere’yi korkutmuş ve bu isyan neticesinde adanın tümden Yunanistan’a bağlanıp askeri üsleri kaybetme konusunda ciddi endişe yaratmıştır” dedi.
“‘Kıbrıs Türk’tür’ sloganıyla adanın sahiplenilmesine zemin hazırlandı”
1955 yılında Marshall Planları çerçevesinde Türkiye’de derin devlet yapılanması olarak ABD tarafından kurdurulmuş “Özel Harp Dairesi” adında bir birim bulunduğundan bahseden Mamalı, “Türkiye Halkı’nı Kıbrıs Meselesi’ne karşı hazırlamak ve yönlendirmek için 6-7 Eylül 1955 Olayları tertiplenir. Planlı bir hareketin ürünü olan bu olaylarda ‘Kıbrıs Türk’tür’ sloganıyla adanın sahiplenilmesi yönünde Türkiye Halkı üzerinde önemli bir akıl yönetmesi uygulanır. Derin güçler tarafından Atatürk’ün Selanik’te doğup yaşadığı evin avlusuna bomba atılır (Yassıada’da kurulan mahkeme tutanaklarında bu husus yer almaktadır)” ifadelerini kullandı.
“Türk-Rum düşmanlığı alevlendirildi”
O dönemler yayım hayatını sürdüren İstanbul Ekspres Gazetesi vasıtasıyla durumun büyük bir infiale dönüştürüldüğünü ifade eden Mamalı şöyle konuştu: “Dönemin şartlarında ancak 3 günde basılabilecek tirajdaki 300 bin adet gazete, bombalama haberinin radyoda duyurulmasından 1-2 saat sonra dağıtılmaya başlanmış ve yaratılan infial sonucunda İstanbul’da yaşayan Rumlar’ın evleri ve işyerleri talan edilirken kimi Rumlar ise dövülür, tecavüze uğrar ve hatta katledilir. İşte bu olaylar sonucunda Türk-Rum düşmanlığı aniden alevlendirilir ve Kıbrıs’taki soruna Türkiye’nin de taraf edilmesi için uygun bir zemin yaratılır. Bu tertip sonucunda Kıbrıs’taki Üslerin varlığını koruyabilmek adına Türkiye ani ve seri olarak Kıbrıs meselesine taraf yapılır ve böylece 20 Temmuz 1974 için ilk adımlar da atılmış olur.”
“Türkiye, söylemlerinin arkasında durmadı”
1974’te Türkiye’nin askeri müdahalesiyle adanın fiilen kuzey ve güney olarak iki kesime ayrıldığını dile getiren Mamalı, “Nikos Sampson’un bozduğu anayasal düzeni tekrar tesis etmek söylemiyle adaya ordusunu çıkartan Türkiye, bu söyleminin arkasında durmaz. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bütünlüğü yerine bölünmesi için icraatlar yapar. Ancak uluslararası prestijin korunabilmesi ve haksız duruma düşmemek adına çözüm için “Coğrafik Federasyon” tezi ortaya atılır ve bu amaçla 1975 yılında adanın kuzeyinde Kıbrıs Türk Federe Devleti (KTFD) kurulur. Kıbrıs’ın iki federe devletinden birinin alt yapısını oluşturacağı iddiasıyla kurulan KTFD’nin ilk cumhurbaşkanı da R.R.Denktaş olur. Adanın güneyinde ise 1960 yılında kurulan cumhuriyetin organları Rumlar tarafından yeniden tesis edilerek devlet faaliyetlerine devam edilir. Kıbrıs Cumhuriyeti Devlet Başkanı sıfatıyla Makarios ve Türk Toplum Lideri R.R.Denktaş ‘Federasyon’ zemininde bir barış antlaşması yapılabilmesi için görüşmelere başlar. Makarios’un ölümü sonrasında bu görüşmelere Klerides ile devam edilir” şeklinde konuştu.
“CIA’nın da parmağı vardı”
Mamalı, “1977-79 Doruk Antlaşmaları çerçevesinde Kıbrıs’ta iki toplumlu ve iki kesimli coğrafik bir federasyon kurulması noktasında uzlaşıya varılır. Ancak, 12 Eylül 1980’de CIA’in de parmağıyla gerçekleştirilen askeri darbe ile Türkiye’de demokratik düzen askıya alınır ve idareyi generaller ele geçirir. Kıbrıs’ın seyri de bu tarihten sonra yeni bir akış içerisine girer” dedi.
Atase ve 12 eylül…
1980 yılında gerçekleştirilen darbe esnasında adanın kuzeyindeki devletin adının KTFD olduğunu anımsatan Mamalı, “1974 müdahalesi sonrası oluşan fiili durum ışığında yeni bir anayasa ile yeni bir devlet modeli kurulmuş ve adanın tekrar birleşmesinde oluşacak federal yapı arzusuyla ( Bu arzu aslında görünürdeki arzu olup esas istenen yapı çözümsüzlüktü) devletin adına da ‘federe’ kelimesi eklenmişti. Türkiye’nin etkisi ve etkenliği ile de güneyle görüşmelere başlanmıştı. 1977-79 Doruk anlaşmalarının hemen ertesinde yani 1980 yılında ABD ve CIA’in gözetiminde gerçekleşen askeri darbe ile Türkiye kökten bir anti-demokratik değişime yönelir. 12 Eylül’ü gerçekleştirenler aslında ABD yönetiminin “bizim çocuklar başardı (our boys did it)” diye adlandırdığı işbirlikçi paşalar ve subaylardı. İşte tam bu dönemde yani askeri idarenin fiilen ve hukuken egemen olduğu (1980-198) yıllarda Türkiye Genelkurmay Başkanlığı’nca hazırlanan bir rapordan sizlere bahsetmek istiyorum. Bu rapor askeri darbeden 6 ay sonra hazırlanmış olup Kıbrıs hakkında enteresan çözüm önerileri dile getirmekteydi. O dönemin Türkiye’si yanında, ABD’nin de dolaylı olarak Ada üzerindeki fikirlerini yansıtması açısından bu raporun önemli olduğuna inanıyorum” ifadelerini kullandı.
“Ortadoğu Kıbrıs’tan kontrol altına alınabilir”
Raporun Genelkurmay’ın Askeri Tarih ve Stratejik Etütler (ATASE) Başkanlığınca özel olarak hazırlandığını da vurgulayan Mamalı, “12 Eylül 1980 sonrası alınacak tedbirleri ve Türkiye’nin yakın geleceğini şekillendirme planlarını ihtiva etmekteydi. 10.3.1981 tarihli “Özel Bir Jeopolitik İnceleme” konulu bu raporun satır aralarına göz attığımızda şu ilginç önerilerle karşılaşmaktayız: “Kıbrıs dörde bölünüp “Girne” Türkiye’ye bağlanabilir, Baf Yunanistan’a bırakılabilir, İngiliz Üsleri bir süre şimdiki konumunu sürdürür. Bunların dışında kalan topraklarda da “federe bir devlet” kurulur. Birleşmiş Milletler için Kıbrıs, bir çok ünitelerin yerleştirilebileceği ideal bir yerdir. Ortadoğu bu yoldan bir nevi kontrol altına alınabilir” diye konuştu.
“Paylaşım Türkiye-Yunanistan-İngiltere-BM arasında”
KKTC kurulmadan 2 yıl önce enteresan bir şekilde darbecilerin adanın 4’e bölünerek paylaştırılmasını tartıştığını ifade eden Mamalı, “Bunun tamamen stratejik çıkarlar baz alınarak yapıldığı açıktır. Bu paylaşım Türkiye-Yunanistan-İngiltere-BM düşünülerek yapılmıştır. Önerilere bakıldığında Türkiye adadan elini çekerken “Girne”yi de bir üs gibi elinde tutmayı stratejik çıkarlar açısından önemli görmektedir. İngiliz üslerine dokunmamayı da aslında İngilizlerin ebedi ve kadim dostu ABD’nin menfaatlerini düşünerek öngörmüşlerdir. BM’nin üniteleri yerleştirilecek denirken acaba neler kastedilmektedir? Yoksa burası BM’nin bir Ortadoğu şubesi olarak mı tesis edilmek isteniyordu? Kalan küçük alanda oluşacak federe devlet içerisinde BM ünitelerinin varlığı halinde hangi cennetliğin oluşacağı da meçhuldür” dedi.
“Derin devletin istemediği kişiler hep bertaraf edilmiştir”
Mamalı şöyle devam etti: “12 Eylül’ü gerçekleştiren darbeci zihniyetler ve diğer adıyla “derin devletçiler”, aslında çok önceden Kıbrıs ile alakadar olmaktaydılar. 1958’de Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT)’nın kurulmasına, T.C Genel Kurmay Başkanlığı’na bağlı gizli bir yapılanma olan Özel Harp Dairesi katkı koyarak belirli anlamda öncülük etmiştir. 1968 yılında yapılacak Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Muavini (Seçilen bu kişi Kıbrıs Geçici Türk Yönetimi’nin de Başkanı olacaktır) seçimlerine AİHM’den emekli Hakim Zeka Bey aday olur. Kıbrıs Türk toplumundan ciddi bir destekle aday olan Zeka Bey’in karşısında Dr. Fazıl Küçük vardır. Ancak dönemin T.C Büyükelçisi ve TMT liderliğinin baskı ve etkisiyle Zeka Bey adaylığını geri çekmek zorunda kalır. 1973 yılında yapılacak seçimler için aday olan Dr. Fazıl Küçük ve Ahmet Mithat Berberoğlu ise bu sefer Rauf Denktaş karşısında benzer nedenlerle adaylıktan vazgeçirilirler. 1974 yılında garantörlük hakkına dayanarak yapılan Barış Harekatı’nın adada bozulan anayasal düzeni tekrar tesis etmek gayesiyle yapıldığı lider kadrolarca beyan edilmesine rağmen (Temmuz – Ağustos 1974 tarihlerinde Türkiye’de yayın yapan gazetelerde devlet yetkililerinin bu yönde birçok beyan ve demeçleri bulunmaktadır) hep adanın bölünmüşlüğünün kalıcılığına yönelik politikalar üretilmiştir. Oysa 20 Temmuz 1974 sabahı Rauf Denktaş radyodan halka yaptığı konuşmada, harekatın temel amacının Kıbrıs Cumhuriyeti’nin egemenliğinin ve toprak bütünlüğünün korunması olduğunu açıkça beyan etmişti. 1981 yılında KTFD’nde yapılan genel seçimlerde sol ağırlıklı muhalefet, Denktaş desteğindeki ve liderliğindeki UBP’ye karşı üstün çıkar (UBP:18, TKP+CTP+Diğerleri:21). Dönemin darbe yöneticileri ve onun temsilcisi askeri ve sivil yetkililer bu muhalefet partileriyle görüşme yaparak hükümette yer alamayacaklarını kendilerine uyarı ve tehdit şeklinde aşikar olarak beyan ederler. Bu yapılanlar ada demokrasisine ve bağımsızlığına açıktan bir müdahale teşkil etmekteydi. 1981 yılında yapılan demokratik seçimlerde solun güçlü çıkması Türkiye’deki askeri yönetimi ve aslında ABD’yi endişelendirmişti” diye konuştu.
“R. Denktaş Anayasa’ya aykırı şekilde devlet başkanı oldu”
1981 yılında yapılan Devlet Başkanlığı seçiminde Rauf Denktaş’ın %48 oy aldığı belli olduktan sonra aniden Türkiye’nin tek TV kanalı olan TRT’den seçimi kazandığının ilan edilmesinin önemine de dikkat çeken Mamalı, “Oysa seçimi kazanabilmek için %50’den fazla oya ulaşmak gerekirdi. Bu olayın hemen öncesinde KTFD Başbakan Müsteşarı’nın ‘Elçilik emir verdi. Biraz sonra R.Denktaş devlet başkanı ilan edilecek’ demesi bu seçimlere, Türkiye’deki askeri yönetimin müdahalesini açıktan göstermekteydi. R.Denktaş’ın %48 oy oranıyla ve anayasaya aykırı bir şekilde devlet başkanı ilan edilmesi üzerine muhalefet kanadı Yüksek Seçim Kurulu’na şikayette bulunmuş ancak YSK Başkanı ise (YSK Başkanı aynı zamanda yargı erkini temsil eden Yüksek Mahkeme Başkanı’nıdır) bunun üzerine karar üretme yerine şikayetçilere ‘Gidin Elçiye’ demek zorunda kalmıştır. Görüleceği üzere darbecilerin Kıbrıs’taki siyasi etkisi ve seçimlere müdahalesi Yüksek Mahkeme Başkanı’na kadar uzanmıştı” şeklinde konuştu.
“KKTC’nin kurulmasını Türkiye istedi”
KTFD Anayasası’na göre, R.Denktaş’ın 1983 yılından sonra tekrar devlet başkanı olmasının da hukuken mümkün olmadığına dikkat çeken Mamalı, “Ancak CIA güdümlü derin devletin ve dolayısıyla onun temsilcisi pozisyonundaki darbe yönetimi, R.Denktaş’ın devlet başkanlığının devamını istemekteydi. Denktaş’ın tekrar seçilebilmesi için anayasal değişikliğe ihtiyaç vardı. Ancak mecliste bu değişimi sağlayacak taraftar çoğunluğu yoktu (2/3 yani 27 milletvekiline ihtiyaç vardı). Bu yüzden yeni bir devlet ve buna bağlı yeni bir anayasa yaparak Denktaş’ın liderliği sağlanabilecekti. Dönemin Türkiye Dışişleri Bakanı İlter Türkmen 2008 yılında yazdığı bir yazısında, KKTC’nin kurulması ile güdülen amaçlardan birinin de R. Denktaş’ın Cumhurbaşkanlığını devam ettirmek olduğunu açıkça itiraf etmiştir. Neticede halkoyuyla kabul edilen Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) Anayasası ile R.Denktaş’ın uzun yıllar daha cumhurbaşkanı olmasının önü açılmış olur. Zaten ABD için de adanın bölünmüşlüğünden fayda sağlamak ve üsleri kullanabilmek her şeyden daha önemliydi. Kenan Evren ABD’yi ikna ederken adadaki siyasi görüntüyü dahi çarpıtarak vermekten kaçınmamıştır. Çünkü o dönem adadaki sol siyasi grubun takriben %75’i komünist olmayıp sosyal demokrat çizgideydi. TKP bu çizgisiyle soldaki en güçlü partiydi. Görüleceği üzere Darbeciler, Kıbrıslı Türklerin demokrasisine, kurulu düzenine ve siyasal statükosuna müdahale ederek, mevcut siyasal yapıyı değiştirmeyi ana amaç edinmişlerdi” ifadelerini kullandı.
“Adadaki bölünmüşlüğü kalıcılaştıracağı biliniyordu”
12 Eylülcüler ile Denktaş’ın organizasyonu sonucunda Federasyon Tezi’ni alt üst edecek şekilde 1983 yılında adanın kuzeyinde Bağımsız Türk Devleti kurma fikrinin ortaya çıktığından bahseden Mamalı şöyle konuştu: “Uluslararası hukuka aykırı bir durum yaratacağı ve adadaki bölünmüşlüğü kalıcılaştırmaya yönelik bir hamle olacağı açıkça bilinmesine rağmen 15 Kasım 1983’te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kuruluşu ilan edilir. KKTC’nin ilanından hemen sonra BM Güvenlik Konseyi 18 Kasım 1983 tarihli 541 sayılı Kararı’nı açıklayarak KKTC’yi kuran kararın Kuruluş ve Garanti anlaşmalarına aykırı ve KKTC’yi kurma girişiminin hukuken geçersiz olduğunu ilan etmiş ve bu girişimin Kıbrıs’taki durumu daha da kötüleştirdiği kanaatinde olduğunu ortaya koymuştur. Kararın esas kısmında ise özetle şunlar beyan edilmiştir: “KKTC’yi ilan kararı hukuken geçersizdir ve geri alınması gerekir, keza tüm devletlere “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin egemenliğine, bağımsızlığına ve toprak bütünlüğüne saygı gösterilmesi çağrısı yapılır”. Yine bu kararın devamında ek olarak “Tüm devletlere Kıbrıs’ta “Kıbrıs Cumhuriyeti” dışındaki herhangi bir devleti tanımama çağrısı da yapılır” denmiştir. ABD ve İngiltere, KKTC’nin ilan edilmesinin Orta Doğu’daki kendi çıkarlarına uygun bir hareket olduğunu ve bunun yapılmasıyla bölünmüşlüğün daha da kalıcılaşacağını çok iyi biliyordu. Bunun yanında adanın kuzeyinde güçlenmekte olan solun bu oluşum sayesinde zayıflatılacak olması ise bir başka önemli noktaydı. ABD, adanın parçalı yapısının güçlenmesine ve Kıbrıs’ta SSCB etkisini zayıflatacak bu oluşuma zımnen onay verirken diğer taraftan da dünyaya KKTC’nin ilanının hukuka aykırı bir oluşum olduğunu deklare etmekteydi. KTFD ve KKTC ile birlikte yaratılan siyasi oluşumlar yanında adanın kuzeyindeki toprak yapısı üzerinde de sarsıcı gelişmeler yaşanmıştır.”
Kaynak: Türkiye’yi Yunanistan’ın karşısına İngiltere çekti!