ÜÇ KIBRIS
Hüseyin MÜMTAZ
“İkisini anladık da üçüncü nereden çıktı?” demeyin lütfen.
Başka “çok önemli” işlerle öylesine meşguldük ki, 20 Temmuz’un 43’üncü yıldönümü Türkiye basınında neredeyse hiç yer almadı.
Ben de Ada’nın kuzeyindeki yerel basından; gazetenin adını yazınca ekranda şak diye beliren kurukafalı kumarhane reklamlarından güç belâ paçayı kurtardıktan sonra okuyabildiğim üç 20 Temmuz köşe yazısını paylaşacağım.
1.”Kötü Yönetildik Diye Devleti Mi Reddedelim?
Şimdi konu kutlamalara gelince, ‘böyle bir durumu niye kutlayalım ki’ yorumları yapılıyor.
İşte buna katılmıyorum.
Kutlamaların halktan kopuk olması, küçük bir azınlığa hitap etmesi, sadece protokolden ibaret olması eleştirilebilir. Ancak, kötü yönetiliyoruz diye özgürlükten bahsetmeyelim mi? O özgürlük için emek verenleri anmayalım mı? Ben böyle bir mantığı kabul edemem.
Bu kendini inkâr etmek olur… Eğer düzeltmek, iyileştirmek için hiçbir çaba göstermez, ülkenize sahip çıkmazsanız, kaderinize mahkûmsunuz demektir. Bu da var olan statükonun devamından başka bir işe yaramaz…
Çünkü statükonun bekçileri, sizin kadar pasif değil. Onlar bu düzeni sürdürmek için canla başla çalışıyor….
Eğitimden sağlığa, ekonomiden çalışma hayatına her alanda sorunlar var diye, devlet kötü yönetiliyor diye devleti mi reddedelim? Ya reddettiğimizde ne olacak? Bu topraklarda yaşamaktan vaz mı geçiyoruz? Öyle bir durum yok…
O halde ortada yanlış bir mantık var.
Ha, 20 Temmuz’un getirilerini reddetmekse maksat, bunu açıkça söylesin söyleyen.
Kadercilikle, suçu başkasına atarak, reddederek yapılan eleştirinin maksadı başkadır ve bunun da KKTC’nin refahıyla, kalkınmasıyla, sisteminin düzelmesiyle falan da alakası yoktur…”
2. “Evet; 20 Temmuz’la ilgili anlatılacak o kadar çok şey var ki, kitaplar sığmaz. O sabah Gönyeli, Boğaz, Ortaköy ve Hamitköy ovalarına paraşütlerin inmesi dün gibi gözlerimizin önünde… Süheyla Küçük de matbaa binasının damına çıkarak, paraşütleri biriken kalabalıkla birlikte seyretmişti… Herkes sevinç gözyaşları akıtıyor, ‘Şükür Yarabbi bu günleri de gördük’ diyerek birbirleriyle kucaklaşıyordu.
Karaoğlan, dönemin Türkiye Cumhuriyeti hükümeti Başbakanı Bülent Ecevit’in, ‘Biz Kıbrıs’a savaş için değil, barış için gidiyoruz’ diye başlayan konuşması, artık Ada’da yeni bir dönemin işaretiydi. Nitekim 43 yıldan beri bu ülkede savaş yoktur, ama inadına barış vardır. Ancak birkaç gün daha geç kalınsa, ya da müdahale kararı alınmamış olsaydı, Girit’te olduğu gibi, burada canlı Türk bulamazlardı.
Bu bakımdan barışın ve güvenin değerini bilelim, devletimize dört elle sarılalım. Bugün, Kıbrıs Türkü’nün en büyük bayramı… 20 Temmuz Barış ve Özgürlük Bayramı kutlu olsun”.
3. “Peki ne yapmak lazım?
Vallahi yaşam devam ediyor… Kim nerede mutluysa orada yaşamayı sürdürecek.
Ben şahsen KKTC’de mutlu değilim.
Yarın sabah kaçsam, Güney’de ya da Kuzey’de ne değişir?
Kimin umurunda olur?
O zaman, mutsuz olan, nereye isterse gitsin.
Vay vatanım, vaay Kıbrıs’ım!
Bitti onlar.
Geçti.
Geçmiş olsun…”
Bir tane 20 Temmuz ve tam 43 yıl sonra Türk Kıbrıs’ta birbirinden ayrı/farklı üç görüş.
Yazılardan birisi, linobambaki asıllı bir İngiliz’e aittir.
İngiltere’den Kıbrıs’ın kuzeyine gelmiş ve yerleşmiş bir maaşlı/paralı eleman.
Sizce hangisi?
* * *
Dönüyorum alıntıladığım ilk yazının başlığına;
“Kötü Yönetildik Diye Devleti Mi Reddedelim?”
Cevap ve çözüm aslında sorunun kendisinde gizli.
Birkaç yol var; a)Devleti reddedelim, köle-yama-eyalet olalım; b)Devleti reddetmeyelim aynen böyle devam edelim; c)Devleti iyi yönetelim!
Askeri, memuru, parası, havası, suyu, hâttâ Ayşe’si bile gitsin, “beytambal kalsın” tamam da mahalle muhtarlarını, belediye başkanlarını, milletvekillerini, bakanları da Türkiye mi seçiyor/tayin ediyor be birader?
Kim seçmiş bütün bu “yönetenleri”?
Hem bu saydıklarımın kaç tanesi “yerli”, kaç tanesi “yerleşik”?
Evet kıymetli dostum; demek istediğin gibi elbette reddetmeyip, iyi yönetmeye/yönetilmeye çalışacağız.
O da başkasının değil, bizim elimizde.
43’üncü yıl kutlu olsun… 23 Temmuz 2017
https://www.turkishnews.com/tr/content/yazarlar/huseyin-mumtaz/