Teori nereden gelirse gelsin ideolojik silahlı eylem pratiği Türkiye’ye Paris’ten değil, Musul’dan giriş yapmıştır. Hedef gözeterek, “Milliyetçilere” ve Milli politikamıza yönelik ilk silahlı sol eylem, Irak’ta yaşanan 14 Temmuz 1959 “Kerkük Katliamı”dır.
Misak-ı Milli’ye, Türkiye’ye ve Türklüğe kafa tutmanın başlangıcı olan 1959’daki katliamdan 52 yıl sonra 14 Temmuz 2011’de PKK’nın “Demokratik Özerklik” ilanıyla aynı güne denk getirerek 13 Mehmetçiği şehit etmesi de “14 Temmuz tarihinin kutsanması” olarak değerlendirilmelidir. Nitekim bir yıl sonra 14 Temmuz 2012’deki PKK’nın Diyarbakır’daki provokatif mitingi, valilik tarafından yasaklanmış; ancak BDP’nin inatla ortaya koyduğu sivil isyan patırdısı ve arbede önlenememiştir. Bugün 14 Temmuz 2013’te bu yazıyı güncelliyorum. Eğer dünkü 39 şehitli katliam bir barbar ayini değil idiyse bugün yaşanacakları bekleyip göreceğiz. ( 14 Temmuz 2013 07:30)
1959 Kerkük Katliamı, krallık rejimine son veren 14 Temmuz İhtilalinin yıldönümünde Komünistlerle fanatik Kürtlerin, ordu birliklerinden de destek görerek, Türklere saldırmasıyla başlar. Olayın Molla Mustafa Barzani’nin Moskova’dan destek alarak sürgünden ülkesine dönmesinin hemen akabinde meydana gelmesi, “etnisiteye eklemlenmiş ideolojik eylemler”in ilk örneğidir.
Üç gün içinde 36 Türkmen öldürülmüş, yüzlercesi yaralanmış; Türkmenlere ait iş yerleri ve dükkânlar yağma edilmiştir. Bu arada “Sosyalizmin sesi Moskova radyosu,” yavuz hırsız misali Kerkük olayının, Musul Petrol bölgesini ilhak etmek isteyen Türkiye’nin eseri olduğunu iddia etmiştir.
Bunun üzerine Türk hükümeti 28 Temmuz 1959 günü yayınladığı resmi bir açıklama ile Kerkük’teki kanlı hadiselerin yegane sorumlusunun “beynelmilel Komünizm” olduğunu, Moskova Radyosunun bu konudaki iddialarının hezeyandan başka bir şey olmadığını sert bir dille ifade etmiştir.
Türk Hükümetinin baskısıyla 29 Temmuz 1959’da Irak Başbakanı General Kasım, bir basın toplantısı yaparak Kerkük’te komünistlerin Türklere yaptıkları mezalimi dünyanın en alçak cinayetleri olarak vasıflandırmış ve faşistlerin bile bu kadar vahşice davranmadıklarını söyleyerek; Kerkük hadiseleri sırasında çekilen bazı fotoğrafları cebinden çıkararak gazetecilere göstermiştir.
Ankara’nın bu açıklama ile tatmin olmaması üzerine, Irak Başbakanı 3 Ağustos günü ikinci bir açıklama yaparak, Kerkük hadiseleri sırasında çekilen 750 fotoğrafın eline bulunduğunu, bu olaylarda birçok Türk’ün diri diri toprağa gömüldüğünü, cinayet faillerini şiddetle cezalandıracaklarını ifade etmek zorunda kalmıştır.
Bu arada Ankara’da meşhur “49’lar hadisesi” yaşanmıştır. 500 feodal Anadolu Kürdünün, Kerkük’teki daha büyük bir katliamı önlemek üzere Türkiye’de “emanete alınması” planı, 27 Mayıs darbesiyle birlikte sayıda tenzilata gidilerek hayata geçirilmiiştir. Bu 49 ağa, Sivas’taki darbe toplama kampının kalabalığına karıştırılıp bir süre misafir edilmiştir.
Kampa götürülenler arasında, AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat’ın dedesi Zeynel Turan’dan Şeyh Said’in çocuklarına, Musa Anter’den, Ensarioğullarına kadar epeyce önemli sima vardır. Birbirini ilk defa gören bu kafadarlar için Sivas kampı, adeta piyangodan çıkan bir “Kürt sempozyumu” gibi geçmiştir.
Türkiye’deki ideolojik hareketlerin zaman zaman kanlı bir iç savaşa dönüşmesinin miladı Kerkük katliamıdır. Öğrenci, asker, kadın, çoluk-çocuk öldürme vahşiliğinin arka planında 1959 tarihli “Kerkük etnik-ideolojik eylem modeli” yatar.
Kuzey Irak’taki Sosyalist sol, 1970’lerin Türkiye pratiğinde demlenerek, sonunda PKK yangınına dönüşmüştür. Vatan borcu ödemek için yükümlü-zorunlu olarak görev yapan “Mehmetçik”e, soldan “keyif alırcasına” yapılan saldırıların mantıklı açıklaması budur.
1970’lerde Türkiye solu, “halkların kardeşliği” adı altında Kürt ayrılıkçı hareketini sürekli palazlandırmış ve bu ahlaksız katil sürüsünü Türkiye’nin başına bela etmiştir.
Zaten emperyalizme karşı devrimle kurulmuş olan bir halk devletinde “devrim yapacağız” diye önce 5.000 Türk gencinin kanına giren sonra da PKK’nın aldığı 30.000 canın sorumluluğunu üzerinde taşıyan eylemci solun, tövbekar olup özür dilemedikçe Ülkücülerin adını ağzına alma hakkı yoktur.
Bir yanıt yazın