Ortadoğu ve İsrail- Arap savaşlarını bölgenin kıt su kaynakları ve tarım toprakları da tetikliyor.
Çünkü Orta Doğu’nun büyük bir kısmı artan nüfus, kötü yöneticiler, çarpık ekonomik teşvikler, altyapıyı tahrip eden savaşlar gibi kronik sorunlardan dolayı susuzlaşıyor…
İran’ın su kaynaklarının yüzde 70’i kurumuştur.
Mısır’da hidrolik kâbus denilen yükselen deniz seviyeleri sadece kıyı şehirlerini su altında bırakmıyor, Nil Deltası su havzasını da kirletiyor.
Gazze’de deniz suyu girişi ve kanalizasyon sızıntısı sahil havzalarının yüzde 95’ini insan kullanımına kapatmıştır.
Yemen’de kişi başına günde bir litreden daha az su düşüyor.
Suriye’de yüzbinlerce yasadışı kuyunun tamamı kurumuş, antik sulama sistemleri çökmüş, yeraltı su kaynakları kuruyup tarım alanları çatlak çöllere dönüşmüştür.
Irak’ta Fırat Nehri’nin sularının yakında yarıya ineceği öngörülüyor.
İran Körfezi’nden gelen deniz suyu Şattülarap’ı yukarı itiyor ve tuzlu su balıkçılığı, hayvancılığı ve ekinleri tahrip ediyor…
*
Ama İsrail koruma, geri dönüşüm, yenilikçi tarım teknikleri, ileri teknoloji ve deniz suyunun arındırılmasıyla su içinde yüzüyor.
Ancak daha çok su ve tarım toprağı, jeopolitik ve itikadî nedenlerle İsrail’in; su kaynaklarının bulunduğu Golan Tepeleri, Batı Şeria ve Gazze’yi işgal altında tutması İsrail- Filistin ile İsrail- Suriye arasında esas sorunu oluşturuyor.
Golan Tepeleri, Batı Şeria ve Gazze’nin işgali Suriye ile İsrail arasında iki ülkenin azınlıkları sayılan Filistinliler ve Kürtler sorununu da körüklüyor…
*
Üstelik İsrail, Tevrat Yesu Bab’ta ki “Ayağının tabanının basacağı her yeri size verdim.
Sınırınız çölden ve Lübnan’dan büyük ırmağa Fırat ırmağına kadar Hitti’lerin bütün diyarı ve gün batısına doğru büyük denize kadar olacaktir “ayetinin gereğini yapıyor.
Böylelikle ABD ile birlikte ilgili toprakları ele geçirerek bölgedeki yer altı ve yer üstü kaynaklarına da sahip oluyor.
Öyle ki, Türkiye’nin Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) bir milli bir proje olmaktan çıkmıştır, “İsrail’in Arz-ı Mev’udu” olarak görülüyor…
*
Nitekim Türkiye; IMF, Dünya Bankası ve AB müktesabatına uyum sağlamak üzere yabancılara toprak edinme hakkı tanımıştır.
4 Ocak 2002’de Kamu İhale Kanunu: 9 Ocak 2002’de Endüstri Bölgeleri Kanunu: 27 Şubat 2003’te Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanun: 5 Haziran 2003’te Doğrudan Yabancı Yatırımlar Kanunu…
*
Derken özellikle İsrail; Güneydoğu Anadolu’da Urfa’da, GAP ve Ceylanpınar’da ve Kuzeydoğu Anadolu’da büyük araziler kiralamış ya da satın almıştır.
Gürcistan Ahıska sınırında Posof Türközü sınır kapısı, Çıldır Aktaş sınır kapısı, Nahçıvan ve İran sınırında Iğdır Dilucu sınır kapısı ve Ermenistan sınırında Kars Akyaka sınır kapısı civarı bölge topraklarının yüzde 20’si yabancılara satılmıştır.
Yüzde 30 toprağı satılmış olan Akyaka’nın gayrı resmi olarak şu anda Ermeni toprağında olduğunu dikkatinize sunmak gerekiyor…
Türkiye’de maden şirketleri yoluyla elden çıkanlar dahil yabancı mülkiyetine geçen toprakların 100 bin kilometrekareyi bulduğu ileri sürülüyor.
Bu vatan topraklarının yüzde 13’ünün yabancı mülkiyetine geçmiş olduğu anlamına geliyor…
*
Bu noktada İsrail ve ABD’nin doğalgaz ve petrolle ilgili yüzyıllık dertlerinin depreştiği Irak Kürdistan Bölgesinde de benzer bir planı uygulamakta olduğu görülüyor.
Zengin enerji kaynaklarına sahip Kuzey Irak Kürdistan’ında çok sayıda ülke konsolosluk açıyor ve uluslararası kuruluşlar temsilcilik kuruyor.
IŞİD’le mücadele adı altında Kürdistan’a yerleşiliyor.
NATO resmen Suriye ve Irak’ın kuzeyinde Kürt bölgelerine yerleşmiş, Rusya ve İran’a komşu olmuştur.
Bu bölgelerde Kürdistan Yurtseverler Birliği (YNK), Kürdistan Demokratik Partisi (KDP) ve Demokratik Birlik Partisi (PYD) ile ortak çalışıyor.
Ama KDP; Ankara: YNK;Tahran : PYD; Şam, Moskova ve Tahran ilişkileri de sürüyor…
ABD ise IŞİD ile mücadelede koalisyonun 60 ülkesine lojistik destek sağlamak üzere Erbil yakınlarında askeri bir üs kurmuştur.
*
Kürtler kendi kaderlerini belirleme sürecini siyaset ve diplomasiyle dünyanın her yerinde kendi lehine çevirmeye çalışıyor.
İşte, Irak Kürt Bölge Yönetimi lideri M.Barzani bağımsızlık referandumunun 25 Eylül’ de yapılması kararını almıştır.
*
Bu noktada Kürdistan Bölgesi’nin bir fotografı gerekiyor:
Kürdistan Bölgesi’nin yüzölçümü 78 bin 836 kilometrekaredir.
Bunun 41 bin 597 kilometrekaresi ya da Kürdistan Bölgesi topraklarının yüzde 53’ü yabancı petrol şirketlerince satın alınmıştır.
Böylece Kürdistan Bölgesi hükümetinin kendi topraklarından çıkarılan petroldeki hissesi yüzde 20, petrol şirketlerinin payı ise yüzde 80 olmuştur.
Satılmayan yerler kentlerde ve köylerdeki yerleşim alanlarıdır…
*
Kuzey Irak petrollerine dünyanın yoğun ilgisi vardır.
Kuzey Irak’ta Türkiye dahil, ABD, İngiltere, Kanada, Norveç, BAE, Çin, Hindistan, Güney Kore, Fransa, Macaristan, Moldova, Avusturya, Kıbrıs, Avusturalya gibi ülkelerin enerji, petrol ve gaz, inşaat, taahhüt altyapı firmaları başı çekiyor.
Bir zamanlar Akdeniz, Basra ve Uzak Asya’ya uzanan ticaret yollarının kavşak noktasında bulunan ve bölgenin en büyük ticaret merkezlerinden biri sayılan Kuzey Irak’taki “Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin başkenti Erbil, yüzyıllardır süren savaş ve yoksulluk cenderesinden petrol ile çıkmayı umuyor.
*
Bu durum neo-liberalizmin ulus devlet kurumuyla sahip olunan toprak parçasının ötesinde, insanın ve toplumsal yapının da yönetilmesi, refah ve gelişime ortak edilmesi iddiasıdır.
Artık sömürgecilik insandan gelişip tüm dünyaya işliyor ve yeni hayat tarzı ulus devletlerin ötesinde dizayn ediliyor.
İşte ABD emperyalizmi, askeri gücünü yedekte tutuyor ve etkili ekonomik ve siyasi gücü ile sınırsız bir dünyayı ya da tek bir pazarı oluşturmayı hedefliyor.
Orta Doğu’da da feodal grupların etkin gücünü giderek kent devletlerine çevirmeye çalışıyor.
Mülkiyet konusu kişisel haklardan siyasi haklara dönüşürken, küresel ekonominin güvenlik sağlayacağı kimi petrol üreten, kimi su kaynaklarının sahibi, kimi ekilebilir tarlaları olan kent devletleri oluşuyor.
*
Türkiye’de de stratejik öneme sahip kurumlar, madenler, limanlar, elektrik ve suyun özelleştirilmesi ile birlikte,
Enerjiden haberleşmeye, tarımdan sanayiye kadar tüm alanlarda yeniden yapılanma süreci sürüyor.
Bu alanlardan devletin çekilmesi, bu alanların küresel serbest piyasalara bırakılması ve yabancıların toprak edinmesi çok büyük bir öneme sahip bulunuyor.
Çünkü toprağın ele geçirilmesi ekonomik, siyasi ve kültürel bağımsızlığın elden çıkarılması anlamına geliyor.
Bizde Büyük Atatürk “Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk edilemez” diyor…
2.7.2017