KKTC Cumhurbaşkanı M. Akıncı ve Rum lider N.Anastasiades bölünmeyi sona erdirmek için beş yıl yoğun görüşme yaptılar.
Nihayet Çarşamba günü, BM’nin ev sahipliğinde ve garantör ülkelerin katılımıyla İsviçre’nin Crans-Montana kasabasında Kıbrıs konferansı, “Garantiler ve Güvenlik” konusu ile başladı.
*
Bütün katılımcılar, “Garantiler ve Güvenlik” başlıklarının her iki toplum için de hayati öneme sahip olduğu ve kaydedilecek ilerlemenin, kapsamlı bir çözüm ve gelecekte her iki toplum arasında güvenin oluşturulması yönünde kritik öneme sahip olduğunda hemfikirdir…
*
Crans-Montana Kıbrıs konferansında AB, İngiltere, Yunanistan ve Kıbrıs Rum kesimi;
1- Kıbrıs için Avrupa hukuku ve ilkelerine, AB müktesebatına, tüm Kıbrıslıların insan haklarına ve temel özgürlüklerine saygılı olan, istikrarlı ve yaşayabilir bir çözüm bulunması,
2- Kıbrıs vatandaşlarının güvenliğinin ve Kıbrıs sorunun çözümünün sadece AB tarafından garantiye alınması,
3- Başarı için gerekli olan önkoşulun yabancı askerlere ihtiyaç olmayacak, Kıbrıs’ın ve vatandaşlarının güvenliği ve bağımsızlığının sağlanması için üçüncü ülkelere ihtiyaç duyulmayacak bir çözümün ısrarındadır…
*
BM Kıbrıs Özel Danışmanı E. Barth Eide ise “Gelişme kolay olmayacak. Heyetlerin başlangıç noktaları çok değişik, değişik perspektifler, görüşler arasında mesafeler var” diyor…
Gelecek 10 gün içinde bir gelişme kaydedilmemesi halinde yeni müzakerenin yapılmasının uzun zaman alabileceği düşünülüyor.
*
Şimdi bakınız, Efendim;
1960 Ankara Anlaşması: Kıbrıs’ta Türklerin siyasi eşitliğini, idareye etkin katılımını, aynı toplumsal statülerle hak ve özgürlüklerini, Lozan Anlaşması çerçevesinde Türk-Yunan dengesini, Yunanlı olduğunu iddia eden Rumlarla Türkler arasında bir ortaklık devleti olan Kıbrıs Cumhuriyeti’ni garantiliyor.
Buna göre Türkiye, İngiltere ve Yunanistan garantör ülkelerdir.
Ama, işte bugün Crans- Montana konferansında Yunanistan, Ankara Anlaşmasını sömürge dönemi kalıntısı olarak kabul ediyor.
*
Garanti Anlaşması’nın 1.maddesi; “Kıbrıs Cumhuriyeti herhangi bir devletle tamamen veya kısmen herhangi bir siyasi veya iktisadi birliğe katılmamayı taahhüt eder.
Bu itibarla uluslararası tanınmışlıklarını kullanarak avantaj elde etmek için taraflar kendi egemenliğini kabul ettirme konusunda direnemez, herhangi bir diğer devletle birleşmeyi veya adanın taksimini doğrudan doğruya veya dolaylı olarak teşvik edecek her nevi hareketi yasak ilan eder” biçimindedir.
*
Ama Rumlar egemenliklerini kabul ettirmek için mütemadiyen direnme alışkanlığındadır..
1963 Akritas Planı doğrultusunda direnmek ise Türklerin Rum egemenliği kabul etmesi ve Kıbrıs sorununun ortadan kalkması anlamındadır.
Rumlar, bu planla Türkleri zayıflatmayı ve Kıbrıs’ın Yunanistan’a birleştirilmesini yani ENOSİS’i amaçlıyor…
Bu amaçta direnmeleri yüzünden 1968’den beri ortak devlet, toprak, mülkiyet hakları ve askeri düzenlemelerle ilgili uzlaşmalar sağlanamıyor…
*
1974’te Kıbrıs Cumhuriyeti Albaylar Cuntasından kaçan Yunanlıların sığınağı olmuştu.
ABD Dışişleri Bakanı H.Kissinger; Atina’nın Lefkoşa’da bir darbe yapmasını, Ankara’nın ise darbeye karşı çıkma iddiasıyla adanın bir bölümüne asker çıkarmasını planladı.
O günden beri Kıbrıs’ın Kuzeyinde Türkiye himayesinde KKTC ve Türk birlikleri bulunuyor…
2004’ten beri İsviçre modeli, federal bir yönetim altında adanın yeniden birleşmesi amacıyla barış müzakereleri yürütülüyor…
*
Ama 2004’te Rumlar; BM ve AB’de Kıbrıs’ın yasal hükümeti ve temsilcisi olduklarını kabul ettirmişlerdir.
Böylece Türkler azınlık konumuna itilmiş, Kıbrıs adına Kıbrıs Rum Yönetimi AB’ye katılmıştır.
O gün bugün, Rum Yönetimi Kıbrıs Cumhuriyetini kendilerinin temsil ettiği iddiasındadır…
*
Türkler ve Rumlar bölgesel gerçeklik ve konjönktür çerçevesinde Kıbrıs sorununun çözümü yolunda, Mayıs 2015’te yeniden başlayan toplumlararası müzakerelerde;
Yönetim ve Güç Paylaşımı: Ekonomi ve AB ile ilişkiler: Mülkiyet: Harita ve Yüzdelikler: Toprak ve Güvenlikler başlıklarını ele almışlardır.
*
Kıbrıs’ta Türk ve Rum kesimleri arasında mülkiyet konusu ise 1974’te ortaya çıkan durumun nasıl algılanması gerektiğindeki görüşler arasındaki tezatdan kaynaklanıyor.
İki tarafın meseleye atfettikleri siyasi önem nedeniyle Kıbrıs sorununun en karmaşık, en tartışmalı ve temel eksenini oluşturuyor.
Crans- Montana konferansının bugün yapılan oturumu Mülkiyet konusuydu…
*
Rumlar, mülkiyet sorununun bir insan hakları ihlâli konusu olduğu, ancak insan haklarına saygı temel ilkesinin uygulanmasıyla çözülebileceği görüşündedir.
Türkler ise insan haklarına saygı ilkesini kabul etmekle birlikte bunun iki bölgelilik temel ilkesine ters düştüğü konusunda ısrar ediyor…
Başlangıçta mülkiyet konusunda; kişisel haklar ile siyasi haklar arasında ayrım yapılmış ve müzakereler bu temelde yürütülmekte iken;
“Kıbrıs Türklüğünü değil, Kıbrıs Milletini yeğ tutan” zihniyetli Cumhurbaşkanı M.Akıncı ile “Mülkiyet” başlığı iki metin değil tek metin üzerinden tartışılıyor.
*
Halbuki,
1- Kişisel mülkiyet hakkının tanınması kuzeydeki Türk çoğunluğunun garanti altına alınmasıdır.
2- Ne ki bir çok gelişme Kıbrıs konusunda tartışmayı siyasi mülkiyetler noktasında düğümlemiştir.
Siyasi mülkiyetler konusunda ise tartışılmaya değer bir çok konu bulunuyor:
*
1- Kıbrıs; ABD ve Rusya’nın Stratejik Silahların Sınırlandırılması Anlaşmalarında karşı karşıya geldiği bir adadır.
NATO’nun Stratejik Konsept Belgesinin omurgasını oluşturan füze savunma araçlarının Kıbrıs’ta konuşlandırma yerleri, imha araçlarının hızı ve sayısı, konum algılama sistemleri gibi başlıklar küresel ortaklaşmaya yönelik askeri güç dengesinde büyük önem arzediyor…
*
2- Halbuki Türkiye, NATO Stratejik Konsept Belgesinde “AB üyesi olmayan NATO ülkesi” olarak anılıyor ve bu durum NATO’da sorun teşkil ediyor…
Çünkü Türkiye, NATO’nun AB üyesi olmayan bir müttefiki olarak Avrupa güvenliğine katkısı için öncelikle Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikasına dahil edilmesi gerektiğini savunuyor.
Fakat AB üyesi Kıbrıs Rum Yönetimi Türkiye’nin Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikasına girmesini, bu durumda Türkiye de Kıbrıs’ın NATO’ya girmesini engelliyor…
Bu karmaşa, ancak Kıbrıs Türk ve Rum kesimlerinin birleşme şartlarında anlaşmaları ve “Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti”nin NATO’ya ve Türkiye’nin de Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikasına üye olmasıyla adil biçimde çözülebilecektir…
*
3-Kıbrıs sorununda, Doğu Akdeniz ve Mısır’da bulunan hidrokarbon kaynakları da katalizör bir güç olarak devrededir.
Kıbrıs’ta tahminen 200 milyar metreküp doğalgazın yanı sıra toplam değeri GSMH’si 24 milyar dolar olan küçük bir ülke için dev bir rakam olan 800 milyar dolar civarında petrol bulunmuştur.
Yunanistan, Güney Kıbrıs ve İsrail; Doğu Akdeniz’de Tamar ve Leviathan bölgesi doğalgazını Avrupa’ya ulaştırmak için AB ile görüşmelerden geçmiş ve aralarında “Enerji güvenliği ve AB’nin enerji kaynaklarını çeşitlendirmesine” katkı koyacak ortak çalışmaların ileri götürülmesi konusunda anlaşma sağlamıştır.
İsrail’in doğalgazını dünyaya satabilmesi için ya Türkiye gibi komşu ülkelerin mevcut boru hatlarını kullanması,
Ya da İsrail, Güney Kıbrıs, Mısır ve Yunanistan’ın offshore sahalarının bağlanmasıyla oluşturulacak Doğu Akdeniz Boru Hattı ile gazın Yunanistan üzerinden diğer Güney Avrupa ülkelerine ulaştırılması öngörülüyor.
Türkiye ve KKTC ise aralarındaki Kıta Sahanlığını Sınırlandırma Anlaşması’yla, Kıbrıs’ın karasularında ve münhasır ekonomik bölgesindeki egemenlik haklarıyla benzer arama çalışmaları yapabilecekleri ve Ada’nın birleşmemesi halinde bir kesimin adanın tümünü temsil ediyormuş gibi görülmesinin Avrupa değerlerine aykırı olduğu tezinde duruyor.
*
İşte bu noktada, Yunanistan Başbakanı A.Çipras herşeyi çözen, herkesin kendisini güvende hissedeceği bir sihirli formülde Türkiye dışında diğerlerini ikna etmiştir.
“Kıbrıs’ta garantilere ve garantörlere gerek yok, bunlar artık çağdışıdır” diyor.
*
Bu yüzden Rumlar, KKTC’den “Müzakerelerin zeminini AB ilke ve değerleri belirlemelidir. Kıbrıs Cumhuriyeti AB’ye bütün olarak katıldı, müktesebatın Kuzey kesimde uygulaması ertelendi. 10. protokole göre, Anayasa tasfiye edilerek değil ama değiştirilerek, işgal altındaki bölgelerin Kıbrıs Cumhuriyeti çerçevesine entegrasyonu söz konusu olmalıdır” ilkesine riayet etmesini,
KKTC’nin Kıbrıs Cumhuriyeti’ne entegrasyonunun hukuki ve siyasi yönlerini, dönüşümü ve müteakip devletler sorununu düşünmesinin gereklerini istiyor.
*
Nitekim Rumlar, sorunlar çetrefilleşince toptancı bir yaklaşımla siyasi mülkiyet konusunu “Türkiye’nin Kıbrıs’ta İşgalci” olduğu noktasına taşımıştır.
Türkiye’nin Ada’daki 40 bin askerini geri çekmesi,
Türkiye’den gelip adaya yerleşenlerin geri dönmesi,
Toprak değişikliklerinin yapılabilmesi konusunda;
Türkiye’ye daha fazla baskı yapılması için garantörlük konusunu uluslararası alanda askıya aldırma çabasını sürdürmekte, garantörlükle ilgili alternatif senaryoların önünün açılmasını talep etmektedirler…
*
Crans- Montana konferansının dünkü ve bugünkü oturumunda, “Güvenlik ve Garantiler” konusunda;
Taraflar Türkiye’ye kabul edilmesi gereken bir geçiş dönemi ve Kıbrıslı Rum ve Türklerin güvenliğine yönelik herhangi bir tehditi caydırmak ya da gidermek amacıyla kurulmuş bir çok uluslu polis gücü önermiştir.
Ayrıca üç ülkenin gelecekteki ilişkilerinde sağlam bir temel oluşturan “Yunanistan,Türkiye ve Kıbrıs arasında üçlü bir Dostluk Paktı kurulması da teklif edilmiştir.
*
Cumhurbaşkanı M.Akıncı ise yakın zamana kadar “Türkiye’yi tamamen dışlayarak bir garanti sistemi oluşturmanın ve Kıbrıslı Türklerin bunu kendileri için güvence olarak görmelerini beklemenin mümkün olmadığı,”
Ama “Kimse 1960’daki şartların aynen geçerli olduğunu söylemiyor. Eskiden noktası virgülü değişmez deniyordu, bu çağda bunu diyemezsiniz.
Haklarınızı gözetip endişelerinizi giderecek yeni formüller, yeni düşünceler üretmelisiniz” düşüncesindeydi.
*
Nitekim garantörlük sistemi yerine, garantör ülkeler Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’den oluşan çok uluslu bir güç oluşturulması planını teklif ediyordu.
Rum lider N.Anastasiadis’in ise teklife sıcak bakıyor ancak Ada’da konuşlanacak askerlerin Türkiye veya Yunanistan’dan değil üçüncü ülkelerden olmasını öneriyordu.
İngiltere ise Kıbrıs’ta bir anlaşma durumunda adadaki garantörlük haklarından vazgeçmeye hazır olduğunu bildirmişti.
Ama Crans-Montana konferansında dün ve bugün Türkiye’nin 1960 Ankara Anlaşmasına sadık kaldığı görüldü.
*
Aslında Türkiye’nin Kıbrıs üzerine tarihsel hakları bir yana Cumhurbaşkanı M. Akıncı’nın teklif ettiği, “Garantör ülkeler Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’den oluşan çok uluslu bir güç oluşturulması planı”;
1- Ankara Anlaşmasıyla kazanılan Kıbrıs’ta Türklerin siyasi eşitliğinden idareye etkin katılımından ve aynı toplumsal statülerle hak ve özgürlüklerinden ve garantörlükten feragat etmesi: mülkiyet: toprak gibi konularda zarara uğranması,
2- Lozan Anlaşması çerçevesinde Türk-Yunan dengesinin bozulması,
3- Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin AB’ye “Kıbrıs Adası ” olarak girmesi hâlâ tartışmalı bir konu iken, Türkiye’nin “Kıbrıs’ın karasularındaki ve münhasır ekonomik bölgesindeki egemenlik haklarından” vazgeçmesi anlamına geliyordu.
*
Konferansın ikinci gününde Toprak Sorunu konuşuluyor.
Kıbrıs adası ciddi bir kuraklıktan geçmekte, tarım ve hayvancılık gerilemektedir.
Güzelyurt’ta başlayan tuzlanma, KKTC’nin bir ucundan öbürüne etkisini gösteriyor.
Türkiye’nin, Anamur Alaköprü Baraj suyunun Akdeniz’de 250 metre derinlikte asma borularla Güzelyalı’ya getirilmesi ve suyun Geçitköy Barajı’nda toplanması ile ilgili “Barış Suyu Projesi”;
Yeşil adanın eski haline kavuşmasına, tarımın ve hayvancılığın yeniden hayat bulmasına ve KKTC’nin milli gelirinin artmasına yol açacaktır.
*
Ama Rumların müzakere masasında talep ettiği toprakları alması uluslararası hukuka göre zorlaşacaktır ki; bu siyasi mülkiyet sorununa da bir ortayol bulunamıyor.
O yüzden Rum Kesimi, Türkiye’nin hayata geçirdiği “Barış Suyu Projesi”ni reddediyor.
Projeyi “İşgal gücü Türkiye tarafından işgal altındaki topraklarda hayata geçirilen yasadışılık” olarak tanımlıyor.
Bu projeyle Türkiye’yi, KKTC’yi coğrafi açıdan Anadolu ile bütünleştirmekle suçluyor…
*
İki günün sonucunda Crans-Montana konferansında Türkiye ve Kıbrıs Türklüğü bir Sırat’dan geçiyor…
30.6.2017
Yazıları posta kutunda oku