KIBRIS VE “Q”ATAR

18 Haziran 2017 - untitled

KIBRIS VE “Q”ATAR
Hüseyin MÜMTAZ

Trump’a batı basını “Yürüyen Bâdire” adını taktı. Çünkü kafa göz yararak yürüyüşü sadece Amerika’yı değil, dünyayı karıştırıyor. Trump’tan önceki dünya ile sonraki arasında okyanuslar kadar fark var.
Tek umudumuz “Başkanlık Amerikası”nın köklü devlet kurumları. FBI Başkanı’ndan “tam sadakat” istiyor, Comey; “Ben Amerika’ya sadığım” diyor. Eyalet savcıları bu yürüyen felakete direniyorlar. Ortada fol yok yumurta yokken Arap dünyasını karpuz gibi ortadan ikiye bölüyor. Suriye ve Irak’ta ayrılıkçı ne kadar Kürt grup varsa silah, para, malzeme ve eğitim yardımı yapıyor. Suriye ve Irak’ta Rusya ile görünürde müttefikler fakat aslında pastadan daha büyük pay almak, meydanı diğerine bırakmamak istiyorlar.
IŞİD terörü dünyanın dört bir yanında, çat orada, çat burada, çat kapı arkasında.
Avrupa allak bullak. İngiltere May’le birlikte Brexit sancısı yaşıyor, Fransa Macron’un liselik/müzelik eşiyle meşgulken Rotschild’lere teslim olmuş görünüyor, Merkel de fırsattan istifade Avrupa’ya “el koyuyor”.
Kim Jong-Un, Uzak Doğu’yu karıştırıyor, şimdilik bize uzak.
Afrika’da açlık, hastalık diz boyu.
Ve hayrettir bunca bâdire arasında BM’nin tek problemi nedense Kıbrıs…
Bunca silah, çarpışma, çatışma, mülteci/iltica, kan ve gözyaşı arasında 43 yıldır “barış adası” halinde yaşayan Kıbrıs’ta gözü BM’nin, Guiterres ve Eide’nin.
(25 milyar dolar harcayarak baktığımız 4 milyon Suriyeli bayramda Suriye’ye geçmek için sınır kapısında birbirlerini eziyorlarmış. Demek orada her şey yolunda, köyler, mahalleler, yollar güvenli. O halde neden bayramlaştıkları asıl köylerinde kalmıyorlar da dönüyorlar? Orada ekmek elden su gölden olmadığı için mi?)
Karpaz’ın hemen 100 km doğusunda Irak ve Suriye’yi bölmek için elbirliği ile uğraşırken, Kıbrıs’ı “birleştirmek” istiyorlar.
Dil, din, ırk, tarih ve sosyolojik olarak aynı kökten gelen iki Kore ve iki Çin’i birleştirmek için parmaklarını oynatmıyorlar ama ille de Kıbrıs.
Irak ve Suriye’de; Kürtler “fevkalâde müsaadeye mazhar”. Kuzeyde gözümüzün içine baka baka Akdeniz’e kadar bir Kürt kuşağı oluşturuyorlar.
Kıbrıs’ta da Rumlar “beyaz Avrupalı”.
Türkler Avrupalı değil çünkü 54 yıldır fasıllar arasında dönüp duruyoruz.
Daha Ocak’ta Mont Pelerin çökmüştü.
Bu kaçıncı Newyork, kaçıncı Cenevre?
Guiterres el sallayınca koşmak nedir? “Bana o değil, şu tarih uyar” denilemiyor mu?
Nedir bu telaş? Sanki Lefkoşa’da 1000 kilotonluk atom bombası var, birisinin parmağı düğmenin üzerinde “basarım patlatırım ha!” deyip duruyor.
Dünyanın tek derdi Kıbrıs mı?
Dünyanın en büyük derdi Kıbrıs mı?
Türkiye, yukarıda saydığımız BOP (Bölünmüş Ortadoğu Projesi) coğrafyasının tam ortasında ve bu kadar problemle birebir meşgulken; en rahat olduğu, olması gereken Kıbrıs’ta iki ayağı bir pabucun içerisine sokuluyor.
“Son dalga”daki bilinmeyenler çok fazla ve en çarpıcı olanı da nurtopu gibi kucağımızda bulduğumuz Katar.
Katar, Türkiye’nin dünyanın ta öbür ucuna asker gönderecek, üs kuracak kadar yakın dostu mu, dostu.
Çok yoğun ekonomik ve siyasi ikili ilişkiler içinde mi, içinde.
Peki, şu habere ne diyor, nasıl yorumluyorsunuz?
Katar milli petrol şirketi Qatar Petroleum, daha geçen ay Amerikalı ExxonMobil ile bir anlaşma imzaladı. İki şirket Akdeniz’de, Rumların kendilerine ait olduğunu iddia ettikleri, ama aslında henüz anlaşma olmadığı için “aidiyeti münakaşalı” sularda petrol arayacaklar… Oysa Türkiye Kıbrıs çözülmeden Ada’nın kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik alanında arama çalışmaları yapılmasını milli menfaatlerine aykırı görüyor.
Hadi Trump’ın Amerika’sının Exxon’unu anladık da, bu kaçıncı cenbiye?
(Yoksa aslında cenbiye değil de bir tür “kontrollü arabulucu” mu?)
Peki, Güney Kıbrıs’ın AB ve diğer 22 ülkenin personel ve/veya deniz-hava imkânları katılımıyla icra edeceği “Argonot 2017” kod isimli yıllık çok uluslu tatbikata ne diyorsunuz?
“Argonot” tatbikatının Larnaka kazasının deniz, hava ve kara alanında, sözde “FIR hattı ve Münhasır Ekonomik Bölgesi (MEB)” içerisinde dört aşamada icra edileceği kaydedilmiş.
Argonot-İskit karşılaşma/oynaşma saçmalığı hakkında yazdıklarımız, Kerasus’daki Saint Demetrius Tepesi’nden Arestias’a teleferik olur, ona hiç girmeyeceğim, meraklısı arayıp okur.
Ama siz şimdiye kadar KKTC’de hiç Bozkurt, Asena, Göktürk adı verilen tatbikat duydunuz mu?
Peki, “kafatasçı” bir tevatürü Karadeniz’den Akdeniz’e taşımak, 22 ülkeyi de âlet etmek nasıl bir barışçıl yaklaşımdır?
Görüşmeleri, nerede olacağını, nasıl olacağını her zaman olduğu gibi hep Rum basınından mı öğreneceğiz?
“Top Türkiye’nin sahasında” diyerek “topu” Türkiye’ye atan Anastasiadis KKTC ile neyi görüşecektir, muhatabı Türkiye ise Akıncı ile görüşmek için Cenevre’ye kadar zahmet etmesinin “esbâbı mucibesi” nedir?
Daha gitmeden “Askerin kalmasını, garantör güçleri ve 4 özgürlüğü kabul etmeyeceğim” demesi Anastasiadis’in, nasıl bir barışçı yaklaşımdır?
“Geçmişin baş ağrılarından artık kurtulmalıyız” diyerek Türk askerinin çekilmesini ön koşul olarak saydı.
Türk askerine “geçmişin baş ağrısı” diyen ama Enosis’i, Grivas’ı okullarda ders olarak okutan Anastasiadis ile ne görüşülecektir?
Rum Politis gazetesine göre, Türkiye Ocak’taki zirvede, adadaki asker sayısını yüzde 80 azaltmayı taahhüt etmiş…
Hatırlarsanız ilk defa yüzde artı bilmem kaç haritası da vermiştik ilk defa Ocak’ta.
Ve Rum tarafı masadan kalkmıştı.
Masadan kim kalkar?
Yemeği beğenmeyen.
Demek ki verdiğimiz toprakları ve azalttığımız asker sayısını beğenmedi “başkan”.
Ve hiç merak etmeyin bu seferki İsviçre masasına, “Eee; daha daha ne veriyorsunuz?” diye oturacaktır bir öncekileri cepte sayıp.
Bunu ben öğrendim de “yeni” diplomatlar, “yeni” müzakereciler bir türlü öğrenemedi mi?
“Tamam, bir bölük asker kalsın, onlar da BG askerleri gibi jeep’te gezip Yedidalga’da denize girsin” ve “N’olur bari Girne kalesini bize bırakın gerisi sizin olsun” desek; “Bir düşünelim” deyip Kıbrıs’a döneceklerdir bir sonraki Cenevre’ye kadar.
Şu İngiliz, Rum’un istediği plus toprağı verse ya üsleri hepten boşaltıp, neden o hiç konuşulmuyor?
Bu seferki görüşmelerde garantörlerin yanı sıra AB ve BM de “gözlemci” olarak katılacakmış, iki hafta sürecekmiş.
1.Türkiye katılacaksa sonuç iyi veya kötü tamamen ona fatura edilecek, KKTC heyetine “hata yaptı” deme olanağı olmayacak; hemen önce Atina’da gerçekleşen Çipras-Yıldırım görüşmesinde zaten al/ver gerçekleşmiş olacaktır.
2.İki haftalık süreyi kim, nasıl, hangi hakla belirliyor? BM “üst akıl” mıdır? Eğer öyleyse Kanlı Noel’de o aklı neredeydi?
Bir sefer, bir tek sefer bu Kıbrıs görüşmelerine “Kıbrıs Türk tarafı” masaya “eşitler arasında birinci” değil, “gerçekten eşit” koşullarda oturamayacak mıdır?
Eloğlu Katar’ı gösterip gözümüzden sürmeyi çekerken biz bir tek sefer masaya Dillirga-Monarga kantonlarını süremeyecek miyiz? , , ,
Yahu bari bir sefer de Rum; “İstediğim kadar vermediler” diye değil, “Çok şey istediler” diye kalksın.
NOT; Yazının son gözden geçirmesini yaparken ekran “öttü”. a)Fileleftheros’a göre “Güvenlik konularında temaslarda bulunmak üzere geçen hafta Ankara’ya giden” İngiliz Yüksek Komiseri Mathew Kidd, Atina’da da benzer temaslarda bulunmak niyetindeymiş ancak Yunan Dışişleri Bakanlığı randevu vermediği için Ada’ya geri dönmüş; b) Türkiye, Türk askerinin “tamamen” değil, yüzde 90’ının çekilmesini, hem de “kalanların bir üste toplanmasını kabul etmiş”miş son Mont Pelerin’de…
Biz, bizim kaynaklardan İngiliz’in geldiğini hiç duyduk mu? Yazıya başlarken %80 olan oran noktayı koyana kadar %90’a indi. “Üs” dedikleri de herhalde St.Hilarion’da bir baraka”cık”.
Herkesin anlaşılmaz bir acelesi var.

18 Haziran 2017


Yazıları posta kutunda oku


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir