Fransa’da tek adam yönetimine doğru
Macron’un orantısız seçim zaferi nedeniyle sisteme yönelik eleştiriler yok değil ama muhalefetin “tek adam” söyleminden çok “fazla yetkinin” yaratabileceği olumsuzluklara işaret ederek seçmenlerini ikinci turda oy vermeye çağırdığı görülüyor.
Fransa’da iki turlu cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ardından yapıldığı için “üçüncü tur” olarak adlandırılan genel seçimlerin, katılım oranının yüzde 50’nin altında kaldığı pazar günkü ilk turu, çiçeği burnunda Cumhurbaşkanı Macron’un kurduğu parti Yürüyen Cumhuriyet’in (LREM/La République en Marche) büyük zaferiyle sonuçlandı.
LREM, Philippe hükümetinin Adalet Bakanı François Bayrou’nun Demokrat Hareket’i MoDem (Mouvement Démocrate) ile ittifak halinde girdiği seçimde elde ettiği yüzde 32 oyla, 18 Haziran’daki ikinci turda Milli Meclis’in (Assemblée Nationale) 577 sandalyesinden en az 415’ini kazanacağı bir avantaja sahip oldu. Bu orantısız sonuç, tahmin olunacağı gibi, seçim sisteminden kaynaklanıyor.
Fransız seçim sistemi
Yarı-başkanlıkla yönetilen Fransa’da genel seçimler iki turlu, dar bölge sistemiyle yapılıyor. 577 seçim bölgesinde ilk turda seçilebilmek için kayıtlı seçmenlerin yüzde 50+1’nin oyunu almak gerekiyor. Hiçbir aday salt çoğunluğa ulaşamamışsa, kayıtlı seçmenlerin en az yüzde 12,5’inin oyunu alan adaylar ikinci tura kalıyor. Seçim bölgelerinde ikinci tura kalan aday sayısına göre ikili, üçlü (triangulaire) ya da dörtlü (quadrangulaire) seçim yapılıyor ve en çok oyu alan aday milletvekili seçiliyor. Adayları ikinci tura kalamayan seçmenler ikinci turda ya çekimser kalıyor ya da yarışan adaylardan görüşüne en yakın gördüğüne veya seçilmesini istemediği adayın karşısında yer alan adaya oy veriyor. Adayları ikinci tura kalmayan partiler de ayrıca seçmenlerine ikinci turda nasıl davranmaları gerektiğine dair işaret veriyor.
Adayların ikinci tura kalmaları için aranan yüzde 12,5 oranı kayıtlı seçmen sayısı üzerinden hesaplandığından katılım oranı önem taşıyor. Daha açık bir ifadeyle katılım oranının düşük kalması bu oranı yukarı çekiyor ve ikiden fazla adayın ikinci tura kalmasını zorlaştırıyor. Nitekim pazar günkü ilk turda seçimlere katılmayanların oranı yüzde 51,3 gibi rekor bir düzeye ulaştığı için ikinci turda 577 seçim bölgesinin büyük çoğunluğunda ikili bir yarış söz konusu. Bu ikili yarışların birçoğunda LREM adayları avantajlı konumda bulunduğundan Macron’un partisinin sahip olduğu oy oranının çok üzerinde 415 ile 455 arasında (yaklaşık yüzde 75 oranında) sandalye kazanması bekleniyor.
Le Monde’da Maxime Vaudano imzasıyla yayımlanan bir simülasyona göre, Fransa’da nisbi temsil sistemi geçerli olsaydı, LREM/MoDem ittifakının sandalye sayısı sadece 186 olacak ve ortaya ikili ya da çoklu bir koalisyon zorunluluğu çıkacaktı. İlk turda yüzde 21,6 oyla ikinci sırayı alan ılımlı sağdaki Cumhuriyetçiler (LR/ Les Républicains) 18 Haziran’da beklendiği gibi 70-110 arasında değil 124, aşırı sağcı Ulusal Cephe (FN/ Front National) aldığı 13,2 oyla 1-5 değil, 85, radikal solcu Asi Fransa (FI/ La France Insoumise) da yüzde 11 oyla 8-18 değil tam 84 milletvekili çıkaracaktı.
Erkler birleşmesi
Bu seçim sistemi, özellikle aşırı uçları törpülediği için olumlu görülebilir belki ama temsilde adalet ilkesini ayaklar altına alıyor. Demokratik kriterler açısından bir başka önemli kusur, Fransa’nın cumhurbaşkanına Milli Meclis’i fesih dâhil önemli yetkiler veren yarı-başkanlık sistemiyle yönetiliyor olması.
Ünlü Fransız anayasa hukukçusu Maurice Duverger, parlamenter sistemlerde, mecliste bir siyasi partinin salt çoğunluğa ulaşması halinde yasama ile yürütme arasında fiili bir birleşme olduğu uyarısını ilk yapanlardan. Yarı başkanlık sisteminde ise cumhurbaşkanı ile meclis çoğunluğunun aynı olması bu birleşmeyi daha da keskinleştiriyor. Ama yarı başkanlık zaten cumhurbaşkanı ile meclisin uyumlu olması temeli üzerine kurgulanmış bir sistem. Öyle ki cumhurbaşkanına, tek yanlı olarak, bileşimini uygun görmediği meclisi feshetme yetkisi de tanıyor. Fransa’nın yarı başkanlık sistemi bu özelliğiyle mutlak bir erkler ayrılığına dayanan başkanlık sisteminden ayrışıyor.
Ne var ki fesih yetkisi Fransa’da bugüne kadar hep yeni seçilen cumhurbaşkanları tarafından kullanıldı. 1981’de François Mitterrand 7 yıl için seçildiğinde, görev süresi 5 yıl olan 1978’de seçilmiş mevcut meclisi feshederek kendisini seçen halktan sosyalist bir çoğunluk istedi ve bu amacına ulaştı. Ama aynı Mitterrand, 1986’da görevi daha devam ederken yapılan genel seçimlerden muhalif bir çoğunluk çıktığında fesih yetkisini kullanmak yerine yeni çoğunlukla “birlikte yönetim” (cohabitation) yöntemini icat etti. “Cohabitation” daha sonraki dönemde hem Mitterrand hem de Chirac tarafından birkaç kez hayata geçirildi. Nihayet 2000 yılında yapılan bir anayasa değişikliğiyle cumhurbaşkanı ile meclisin görev süreleri eşitlendi ve başkanlık ve milletvekili seçimleri 2002 yılından itibaren ardı ardına yapılarak “cohabitation” olasılığı ya da riski büyük oranda ortadan kaldırılmış oldu.
Fransız seçmeni 2002, 2007 ve 2012 seçimlerinde görüldüğü haliyle seçtiği cumhurbaşkanlarına, programlarını uygulayabilmeleri için mecliste salt çoğunluk veriyor. Sistemin mantığı gereği Macron’a da çoğunluk vermesi şaşırtıcı değil. O bakımdan pazar günkü sonuçlar, katılım oranının düşük olmasından ötürü seçmenin çok istekli olmadığını gösterse de Emmanuel Macron’a tanıdığı bir şans olarak değerlendiriliyor.
Anayasal tek adam rejimi
Cumhurbaşkanının doğrudan halk tarafından seçilmesi hükmünü getiren 1962 tarihli anayasa değişikliği başlangıçta parlamenter bir sisteme dayanan V. Cumhuriyet’i karma bir sistem olan yarı-başkanlığa dönüştürmüş durumda. Halk tarafından seçilen cumhurbaşkanı doğrudan halka karşı sorumluyken, yine halk tarafından seçilen meclisin çoğunluğuna sahip hükümet hem parlamenter sistemde olduğu gibi meclise, ama aynı zamanda cumhurbaşkanına karşı sorumlu bulunuyor. Sistem, yukarıda belirtildiği gibi, cumhurbaşkanı ve meclisin aynı çoğunluktan olmasına göre dizayn edilmiş olduğundan, başkanlık sisteminden farklı olarak yasama ile yürütme arasında ayrılık değil, birleşme esasına dayanıyor. Bu durum, Fransız cumhurbaşkanının, başkanlık sistemindeki devlet başkanlarından çok daha güçlü olması sonucunu doğuruyor.
1958 anayasası ayrıca cumhurbaşkanlarına birçok yetki tanıyor. Bir kere dışişleri ve savunma cumhurbaşkanına rezerve edilmiş alanlar. Yukarıda sözü edilen meclisi fesih yetkisi ve kriz zamanında anayasanın 16. maddesi uyarınca sahip olduğu olağanüstü yetkilerin (pouvoirs exceptionnels) yanı sıra, 9 üyeden oluşan Anayasa Konseyi’nin üç üyesini seçme ve başkanını atama ve Türkiye’deki Hakimler ve Savcılar Kurulu’na (HSK) tekabül eden Yüksek Yargı Konseyi’ne (Conseil Supérieur de la Magistrature) başkanlık etme yetkisi bulunuyor.
Burada bir parantez açarak, Türkiye’de 16 Nisan’da kabul edilen anayasa değişikliği paketine cumhurbaşkanına aşırı yetkiler tanıdığı ve “tek adam rejimi” yarattığı gerekçesiyle karşı çıkanların eleştirilerine, görüldüğü gibi, asıl Fransız yarı başkanlık sisteminin açık olduğunu vurgulamakta yarar var. Tuhaf kuşkusuz ama Türkiye’deki anayasa paketine bu eleştirileri yöneltenler arasında Fransız medyası da bulunuyordu.
Fransa’da Macron’un söz konusu orantısız seçim zaferi nedeniyle sisteme yönelik eleştiriler yok değil ama muhalefetin “tek adam” söyleminden çok “fazla yetkinin” (pleins pouvoirs) yaratabileceği olumsuzluklara işaret ederek seçmenlerini ikinci turda oy vermeye çağırdığı görülüyor. Özellikle FN’in adaletsiz seçim sistemine karşı olduğu da biliniyor. Ama seçmen düzeyinde eski politikacıların tasfiyesinden bir ölçüde memnuniyet duyulduğunu söylemek de mümkün.
Seçimin siyasi sonuçları
LREM’in büyük seçim zaferi, tahmin olunduğu gibi, siyasi partiler üzerinde deprem etkisi yaratmış durumda. Macron’un ayrı bir parti kurarak ılımlı kanadını, radikal solcu Jean Luc Mélenchon’un Asi Fransa hareketiyle sol kanadını cezbettiği Sosyalist Parti’nin neredeyse yok olması beklenen bir gelişmeydi. Nitekim Yeşiller ve Sol Parti gibi müttefikleriyle yüzde 10 sınırının altında kalan Sosyalist Parti tarihinin en büyük yenilgisini aldı. Öyle ki ön seçimden çıkan cumhurbaşkanı adayı Benoît Hamon seçim bölgesinde yüzde 6,36 oy alarak ilk turda elenmiş bulunuyor. Sofres-Onepoint anketi, ikinci turda partinin ancak grup kurma yeterlilik sayısı olan 15 ile 25 arasında milletvekili çıkarabileceği tahmininde bulunuyor. Sosyalist Parti 2012’de 280 milletvekilliği kazanmıştı.
Pazar günkü sonuçlar, bir süre öncesine kadar salt çoğunluğu alarak Macron’u “cohabitation” hükümeti kurmaya zorlayacakları iddiasında bulunan Cumhuriyetçiler (LR) için de büyük bir yenilgi anlamına geliyor. Sosyalist Parti’ye yenildikleri 2012 seçimlerinde tek başına 194, müttefikleriyle birlikte 224 sandalye kazanan LR için yapılan en iyi tahmin 110 milletvekili çıkarabileceği yönünde.
Aşırı uçlar FN ile FI, yukarıda belirtildiği gibi, adaletsiz seçim sisteminden en çok zarar gören iki siyasi parti. Ama pazar günü aldıkları sonuç, gerek Le Pen, gerek Mélenchon’un başkanlık seçimleri ilk turunda aldıklarının çok altında. Bu iki parti seçmenlerinin ilk turda yüzde 53 ve 54 oranında sandığa gitmediklerine bakılırsa sistemden yakınmadan önce kendi seçmenleriyle yüzleşmeleri gerektiği görülüyor.
Sonuç olarak genel seçimlerin ilk turunun yarı başkanlığın ve seçim sisteminin özelliklerinden kaynaklanan nedenlerle eski politikacılardan bıkkınlık duyan halkın genelde “değişim” olarak adlandırdığı alışılmamış bir siyasi tabloyu ortaya çıkardığını söylemek mümkün. Bu tabloda başta Sosyalist Parti olmak üzere geleneksel siyasi partilerin tasfiyenin eşiğine geldiği ve yeniden yapılanmadan tekrar ayağa kalkmalarının kolay olmadığı görülüyor. 18 Haziran’daki ikinci turun ise bu siyasi tabloyu ana hatlarıyla resmileştirmekten başka bir işlevi olmayacağı tahmin ediliyor.
["İspanya Siyasi Tarihinde Bask Milliyetçiliği" ve "Çoğul İspanya: Anayasal Sistemi ve Terörle Mücadele Modeli" kitaplarının yazarı olan Akın Özçer 1979-2006 yılları arasında, sonuncusu Lyon Başkonsolosluğu olmak üzere, Dışişleri Bakanlığı’nda çeşitli görevlerde bulunmuştur]
Bir yanıt yazın