Eskiden saraylarda kralları ya da padişahları eğlendiren insanlar yaşardı. Bunlara “Soytarı” denilirdi. Ama soytarı sözcüğü bugünkü anlamında kullanılmazdı… Onun anlamını sonradan “Argo”ya dönüştürdüler…
Osmanlı döneminde “Soytarılık”, bakkallık, aktarlık gibi bir meslekti… Ve çok önemli bir meslekti. Çünkü padişahlar sıkıntılı, dertli oldukları zaman soytarı huzura çağrılır, ondan padişahı neşelendirmesi istenirdi… Soytarı da ne kadar hüneri varsa ortaya dökerdi… Eğer padişahı eski, neşeli, keyifli haline döndürebilirse, yüklü miktarda para alırdı…
Onların gerçekleri söyleme ya da padişahları eleştirme kaygıları ve hakları yoktu…
Osmanlı sarayında soytarı bulundurma geleneği Yıldırım Bayezid’le başladı, Cumhuriyet dönemi ile sona erdi…
Rivayet edilir ki:
“…maskaranın biri padişah ihsanda bulunacağı zaman ‘Yok hünkârım bugün altın istemem 100 değnek isterim’ demiş. Sebebi sorulunca, ‘Hele ellisini vurun ondan sonra sual buyurun’ diye cevap vermiş.
Sultan, ‘Vurulsun’ buyurmuş ve soytarı elli adet sopayı yedikten sonra ‘Durun, bir ortağım var, ellisini de ona vurun’ diye bağırmış. Ortağının kim olduğu sorulunca da ‘Beni her gün sultanımın huzuruna davete gelen Bostancı, huzurdan ayrılışında ‘Seni ben getirdim, aldığın bahşişin yarısı benimdir’ deyip paramın yarısını elimden alıyor. Dolayısıyla, bugün yediğim dayağın yarısı da bostancının hakkıdır’ cevabını vermiş. Üçüncü Murad, soytarının bu latifesinden hoşlanıp ihsanını artırmış ve bostancıya da elli değnek vurdurduktan sonra ‘Bir daha böyle işler yapmamasını’ tembih etmiş. Soytarı, böylece maskaralıkla kazandığı parasına el koyan bostancıdan zekâsını kullanarak kurtulmuştu.”( holmes221b)
- yüzyılda bu Soytarı geleneği yeniden hortlatıldı. Yandaş medya, yandaş yargı derken, AKP şimdi de “yandaş sanatçı” oluşturma çabasına girişti…
Bu gelenek “Kürt Açılımı” çalışmalarının yoğun olduğu dönemlerde başlatıldı… Sanatçılar kahvaltılara çağrılarak onlardan açılıma destek vermeleri istendi…
Akil adamlar da bu dönemde ortaya çıkmıştı… Ama fiyasko ile sonuçlanmıştı…
Bu sanatçıları ziyafete çağırma geleneği çok sık tekrarlanarak, hâlâ devam ediyor…
Son olarak da bu ünlü (!) sanatçılar bir iftar sofrasında buluştular…
Görkemli, son model arabaları ile şölene katıldılar… Gelişlerinde ve gidişlerinde mutluluk içerisindeydiler. Başkanla el sıkışırken, konuşurken gözlerinin içi gülüyordu. Onun yüzüne hayran hayran bakıyorlardı…
İftardan önce, iftardan sonra Başkana övgüler yağdırdılar.
Demokrat, sevecen, hoşgörülü kişiliğini anlatırken onu yerlere göklere sığdıramadılar.
Oysa dünya âlem biliyor ki ülkemiz çok zor günlerden geçmektedir bugün… Her gün bir olay meydana gelmekte kınalı kuzularımız daha ömürlerinin baharında kara toprakla buluşmaktadırlar…
1923 Devrimi ve Kemalist Cumhuriyet günümüzde çok yoğun bir saldırı ile karşı karşıyadır.
Ülkemiz ABD, AB ve dinciler tarafından kuşatılmıştır.
Sevr gündemdedir.
Birliğimiz, bütünlüğümüz, üniter yapımız yok edilmek istenmektedir.
Tüm ulusumuz, vatanımız ateş altındadır.
Bugüne değin Atatürk devrimlerine, Atatürk’e, Atatürk’ün annesine bu denli pervasızca, açıktan dil uzatılmadı. Bu denli yüksek perdeden sövülüp sayılmadı. Bağımsızlık düşüncesi bu denli aşağılanmadı.
Yurtlarda, vakıflarda bu denli çocuklar tecavüze uğramadı… Halk bu denli yoksullaşmadı… İşsizlik bu denli artmadı. Üretim bu denli durmadı… Tükenmedi…
Siz neyin kutlamasını yapıyorsunuz ey büyük (!) sanatçılar?
Ülkenin içine düşürüldüğü bataklığı görmüyor musunuz?
Açlık sınırının altında yaşayan, sadakaya muhtaç milyonları görmüyor musunuz?
Ama bu dönemler gelip geçicidir ve aynı zamanda bir mihenk taşıdır. Ölçüdür.
Böyle zor, tozlu dumanlı yıllarda Ali Kemal’ler, Ref’i Cevat Ulunay’lar, Refik Halit Karay’lar da çıkar; Namık Kemal’ler, Tevfik Fikret’ler, Mehmet Akif’ler, Nazım Hikmet’ler de çıkar.
Kimin halkın sanatçısı, kimin iktidarın sanatçısı olduğu böyle günlerde belli olur.
Atatürk’ün deyişi ile “Sanatkâr el öpmez, eli öpülür…”
“Sanatkâr toplumda uzun mücadele ve gayretlerden sonra alnında ışığı ilk hisseden insandır…”
Gelecekte sevgiyle, saygıyla anılmak için, çocuklarınıza iyi bir miras bırakmak için, gelin, davranışlarınızı hal ve gidişatınızı bir kez daha gözden geçirin…
Çünkü gittiğiniz bu yol, yol değildir…
Bir yanıt yazın