Bu makalemin tamamını “Kurtuluş için ne yapılabilir” sorusunun yanıtına ayıracağım.
Türkiye’deki devrimciler, demokratlar niçin yıllardan beri bocalamaktadır? Niçin, 1923 Devriminin temellerinin oyulmasına başlanan 12 Eylül 1980 darbesinden bu yana, Kemalist Cumhuriyetin adım adım “ılımlı bir İslam Cumhuriyeti”ne dönüşmesine seyirci kalmışlardır?
Doğru sonuca ulaşabilmek için her şeyden önce, Türkiye’nin içinde bulunduğu, bugünkü ortamı açıklıkla ortaya koymak gerekir:
Kemalist Cumhuriyet artık günümüzde sona ermiştir. Yeniden Ortaçağ düzenine dönülmüştür. Anayasa Mahkemesi’nin “Laiklik karşıtı eylemlerin odağı” ilan ettiği siyasal İslamcı bir parti ve cemaatler tarafından yargı, emniyet, milli eğitim, ordu teslim alınmıştır.
Bu durum karşısında muhalefet partileri ve başkanları ise yetersiz kalmakta, gerekli mücadeleyi verememektedirler…
Öyleyse AKP’den KURTULMAK için, ilk işimiz bu muhalefetten KURTULMAK olmalıdır…
Çünkü bu gerici yapılanmadan, çağdaş bir yapılanmaya yeniden geçiş, reformcu, “idare-i maslahatçı” yöntemlerle gerçekleşemez. Hele hele ABD’ci, AB’ci eğilimlerle hiç gerçekleşemez.
Şimdi gündemde Atatürkçü bir devrim vardır…
Bundan böyle Türkiye’nin önündeki yol Atatürk’ün izlediği yoldur. Ulusal kurtuluş yoludur. Herkes bu gerçeği özümsemelidir ve Tıpkı Mustafa Kemal gibi Türkiye’nin kurtuluşunu gerçekleştirmek, başarmak için yola çıkmalıdır…
Bu Ortaçağ kalıntısı şer güçlerinden vatanımız ancak onun yöntemleri ve mücadele azmi ile kurtulabilir…
Bu konuda en büyük kılavuzumuz, çoban yıldızımız onun kararlı tavrı, cesareti ve direncidir…
Çünkü o, Yedi Düvele ve ortaklarına karşı savaşırken, başarısızlığı hiç aklına getirmedi. Hep “Geldikleri gibi giderler” dedi. Hiç bu ortamı yaratan hainlerle işbirliği yapmadı… Hep halka güvendi. Başından beri kitlelerle birlikte hareket etti. Onları örgütledi. Disiplinli bir mücadele yürüttü. Halkla bütünleşti. Birleştirici oldu.
Bugünkü ortama gelince, Türkiye’de gereğinden çok parti, başkan, başkan yardımcısı, sekreter, sayman var. Birbirleriyle didişmekten asıl mücadeleye zaman ayıramıyorlar. İşçilerle köylülerle bütünleşemiyorlar.
Vatan elden gidiyor, parçalanıyor, ihanet çeteleri ülkeyi teslim alıyor, biz kırk bir parçaya bölünmüşüz…!!! 41 parti, 41 başkan, 41 başkan yardımcısı, 41 sekreter, 41 sayman…!!! Kırk bir kere maşallah!!! Kimsenin aklına bir araya gelmek, bütünleşmek gelmiyor.
Her kafadan, her partiden ayrı bir ses çıkıyor. Herkes “En iyi ben bilirim, en iyi ben yaparım en doğru ben düşünürüm…” havasına girmiş. Kimse kimseyi beğenmiyor.
Her şeyin haraç mezat satıldığı, Sevr haritalarının havada uçuştuğu, yurtsever insanlarımızın dört duvar arasında tutsak alındığı, cemaatlerin Kemalist Cumhuriyeti yok etmeye çalıştığı bir ortamda ayrıntılara dalmaya, “meleklerin cinsiyetini” tartışmaya hakkımız ve vaktimiz var mıdır? Sen ben çekişmeleri ile zaman öldürebilir miyiz? Bu kadar çok parçalanma, bölünme lüksümüz olabilir mi?
Atatürk bugünkü ortamda yaşasaydı, böyle mi davranırdı? Zamanı gereksiz tartışmalarla boşa mı harcardı? Yoksa en geniş cephede birleşip, bütünleşerek, eyleme mi geçerdi?
Bu konuda Attila İlhan’ın her yerde yinelediğim şu sözlerini buraya yeniden alacağım:
“En büyük kötülük şu; Batı son 50 sene içinde Türkiye’de küçük küçük siyasi guruplar yaratarak bizi birbirimize düşürdü. Hâlbuki her şeyden önce bunların birleşmesi lazım ki vatan dokusu oluşsun. Gazi’nin Ankara’da oluşunu bir düşünün. Gazi’nin bir tarafında Ziya GÖKALP vardı. Bir tarafında Yusuf AKÇORA, arkasında Mehmet Akif vardı ve Mustafa Suphi’yi de çağırmıştı. İslamcı, Türkçü, Kemalist ve Komünist hepsi beraber olmasaydı bu savaşı kazanamazdı. Şimdi de aynı espri içine girmemiz lazım.”
Artık mevki düşkünlüğünü, koltuk sevdasını bir yana bırakmalıyız. Vatanın kurtuluşu yolunda gerektiğinde bir sıra neferi gibi savaşmasını da bilmeliyiz. Özverili davranmalıyız. “Küçük olsun, benim olsun” anlayışını kesinlikle terk etmeliyiz.
İkinci Kurtuluş Savaşı yolunda birleşip bütünleşmeli, tek yumruk olmalıyız…
Değerli arkadaşım rahmetli Figen Özen’in bir makaleme gönderdiği yorum yazısında belirttiği gibi, “Manzara-i umumiye 1919′dan daha kötü olabilir. Biz büyük bir önderin mirasçıları olarak tekrar Kemalist Devrimi hayata geçirmek zorundayız. Tek kurtuluşumuz bu yoldan geçmektedir. ‘Yapabilir miyiz, acaba’ düşüncesi bizim tek engelimizdir.”
Ben de diyorum ki “Evet yapabiliriz, başarabiliriz Sevgili Figen… Bunun için atmamız gereken ilk adım tüm ulusalcıların bir araya gelerek, milli direniş cephesini kurmaları ve tek yürek halinde hareket etmeleridir…”
Örgütler ve öncü kişiler ancak mücadele içerisinde gelişip güçlenirler, deneyim kazanırlar. Teori ve pratiğin o şaşmaz mihenk taşında çözüm üretenler, Atatürk gibi başarıya ulaşanlar yani kısaca hak edenler lider olur, etmeyenler çekip gider.
Öyleyse ABD’yi, AB’yi emperyalist devlet olarak kabul eden, tam bağımsızlığı savunan, emperyalizmle hiçbir alanda uzlaşmayan partiler, gruplar, bireyler farklılıkları, ayrıntıları sonradan tartışmak üzere bir kenara bırakıp, güç birliği temelinde bir araya gelmelidirler. Tarihimizin kurtuluşçu, aydınlanmacı geçmişine ve önderlerine sahip çıkan örgütler birlik ve beraberlik içerisinde birleşip bütünleşmelidirler.
Ülkemiz, parçalanmanın eşiğine gelmiştir. Cemaatler, etnik gruplar ve emperyalizm pusuda beklemekte, Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyeti bütünüyle, ortadan kaldırmaya hazırlanmaktadırlar.
Bizler Atatürk’ün antiemperyalist, tam bağımsızlıkçı politikasını temel alarak, onun yolundan gitmek zorundayız Emperyalizm ve ortakları yurdumuzdan kovuluncaya dek, karanlıklar aydınlığa dönüşünceye dek tam bağımsızlık mücadelesini kararlılıkla sürdürmeliyiz.