ORTA DOĞU’YA KEMALİST MODEL
Prof .Dr. Anıl ÇEÇEN
(Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Dergisi- Eylül- 2006)
Orta Doğu’da gene kan gövdeyi götürüyor, İkinci Dünya Savaşı sonrasında İsrail’in kurulması üzerine içine girilen sürekli savaş süreci günümüzde de devam etmekte, her gün onlarca insan yok olmakta, zaman içerisinde bütün bir bölge kan gölüne dönmektedir. Uygarlığın gelmiş olduğu bugünkü aşamada insan yaşamının bu kadar ucuzlaması hiçbir biçimde kabul edilemeyecek bir durum olarak ortaya çıkmakta ve bütün dünya insanlık adına Orta Doğu’daki zulüm ve vahşetten fazlasıyla rahatsız olmaktadır. İki büyük dünya savaşı geçiren ve bu savaşlarda yüz milyondan fazla insanını kaybeden dünya uygarlığı günümüzde benzeri bir süreci yaşamaktadır. Dünya tarihi on bin yıldır savaşlarla dolu geçmiş yirminci yüzyıldaki iki büyük dünya savaşı sonucunda yüz milyondan fazla insanın kaybedilmesi de bu duruma, eklenmiştir. Yaşanan olaylardan ders almak durumunda olan insanlık Birleşmiş Milletler gibi bir örgütü uluslararası alanda oluşturarak bir daha insanlık âleminin savaş görünümü altında vahşet ve zulme uğramaması için önlem almak istemiş ama ne yazıktır ki gereken önlemler Birleşmiş Milletlerin kurulmasına rağmen gene de alınamamıştır.
Osmanlı imparatorluğu’nun yıkılmasından sonra dünyanın merkezî bölgesi olan Orta Doğu’da İngilizler ve Fransızlar Birinci Dünya Savası’nın galipleri olarak sınırlan çizmişler ve bugünkü siyasal yapının temellerini atmışlardır. Birinci Dünya Savaşı sonucundaki barış antlaşmaları dünya düzeninin kurulabilmesi için yeterli olmayınca yirmi yıl sonra bir de İkinci Dünya Savaşı yaşanmış ve bunun sonucunda Orta Doğu haritası değişmiştir. Savaşın galipleri kendi çıkarları doğrultusunda bu bölgede iki ayrı devlet kurmuşlardır. Amerika Birleşik, Devletleri kendi içinde yaşayan Siyonist lobilerin baskısı ile Filistin bölgesinde İsrail Devletini ilan etmiş, buna karşılık da Sovyetler Birliği İran’ın batı bölgesinde Mehabat Kürt Cumhuriyeti’ni sıcak denizlere inebilmek amacı ile kurdurmuştur. Dünya düzeninin eski patronu ile yeni patron ABD bir araya gelerek, SSCB’nin kurdurduğu Mehabat Cumhuriyeti’ne son verdirmişler ama Siyonist lobilerin kurdurduğu Îsrail İkinci Dünya Savaşı sonrasında bölgede bir yeni devlet olarak Atlantik güçlerinin desteği ile varlığını sürdürmüştür. Böylece iki bin yıl sonra Yahudiler zorla Romalılar tarafından çıkartıldıkları topraklarına geri dönme şansını elde etmişler, yeni yüzyılda Orta Doğu’nun Îsrail merkezli yapılanma süreci başlatılmıştır.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında dünyanın süper gücü Orta Doğu’ya gelmiş ve İsrail merkezli yeni bir Orta Doğu yapılanmasına yöneldiğinde de Türkiye’yi içeriden ele geçirerek böylesine bir proje doğrultusunda kullanmaya başlamıştır. ABD, Îsrail merkezli bir bölge sel yeni düzen kurarken Türkiye’yi Orta Doğu’ya giriş kapısı olarak kullanmış, İsrail de bu durumdan yararlanarak İslam dünyası içinde yalnız kalmamak için laik Türkiye Cumhuriyeti’ni kendi güvenliği açısından bölgesel bir şemsiye olarak kullanmaya başlamıştır. İsrail ve Amerika, İkinci Dünya Savası’nın hemen sonrasında ABD baskıları ile demokrasiye yönelen Türkiye’de siyasal kadroları kendi adamlarından oluşturmuş ve bu siyasal kadrolar aracılığı ile Türkiye Cumhuriyeti’ni İsrail merkezli Büyük Orta Doğu Projesi için kullanmaya devam etmişlerdir. Türkiye’nin demokrasiye geçmesinden sonra işbaşına gelen yönetimler daha çok açıktan Amerikancı, dolaylı olarak da İsrailci politikalarla ülkenin yönlendirilmesini sağlamaya çalışmıştır. Yarım yüzyıl sonra Türkiye’nin bir yarı Amerikan sömürgesi durumuna gelmesi, İsrail devletinin kendi ülkesinden daha çok Türkiye içinde güçlü bir konum elde etmesi siyasal açıdan ancak bu yoldan açıklanabilir.
Daha çok ekonominin ele geçirilmesi, gayrimüslim kadroların işbirlikçi bir düzene yönelmeleri, sermaye birikiminin dışa bağımlılığı gerçekleştirmesi, siyasetin işbirlikçi bir çizgide finanse edilmesi ile, Türkiye Cumhuriyeti bir kurtuluş savaşı vererek kazanmış olduğu bağımsızlığını, giderek yitirme aşamasına getirilmiştir. Cumhuriyet rejimi ile kazanılan değerler demokrasiye geçiş ile beraber yitirilmiş ve Türkiye, Orta Doğu’nun geleceği için oluşturulan Büyük Orta Doğu görünümlü, Büyük Îsrail Projesi’nin istediği bir çizgiye çekilmiştir. Aradan geçen bir yarım yüzyıllık bir zaman diliminden sonra, ABD ve İsrail’in bölgedeki güçlerinin, Türkiye üzerinde oluşturdukları hegemonyadan geldiği yavaş yavaş anlaşılmaktadır. Kendilerine bağımlı kadrolarla, Türkiye’nin bağımsız bir yolda ilerlemesini önleyen Atlantik güçleri ve Siyonizm, SSCB’nin dağılmasından sonra, dünyanın merkezî bölgesinde meydana gelen otorite boşluğu coğrafyasını, kendi projeleri doğrultusunda ele geçirmek ve burada kendi egemenlikleri doğrultusunda yeni bir siyasal düzen kurmak peşinde olmuşlardır. Özellikle, son on beş yıldır yaşanmakta olan küreselleşme olgusu bu değerlendirmeyi doğrulamaktadır. Soğuk Savaş sonrasında ABD Büyük Orta Doğu, Îsrail ise Büyük İsrail projeleri ile dünyanın merkezî alanına egemen olmak istemektedirler. Artık bu gerçek bütün dünya ülkeleri tarafından görülebilmekte ve gelişmeler karşısında yeni politikalar oluşturulurken, ABD ve İsrail emperyalizmlerine karşı bir tutum giderek dünya kamuoyu önünde yükselmektedir. Bölge ülkelerine zorla kabul ettirilmek istenen emperyalist baskılara, askerî saldın ve vahşet girişimlerine karşı, bütün bölge halkları ile beraber dünya kamuoyunun da artık ayağa kalktığı yeni bir döneme girilmiştir.
Osmanlı sonrası Orta Doğu’da bir türlü yeni bir siyasal düzen kurulamamış ve bu nedenle, Batılılar Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıflamasıyla beraber bu bölgede gündeme gelen otorite boşluğu konusuna Şark Meselesi adını koymuşlardır. Osmanlı sonrası Orta Doğu’da Önce emperyal güçler egemen olmuş ve İngiliz ve Fransız sömürgeleri kurulmuştur. Daha sonraları da, yirminci yüzyılın ikinci yansında, İkinci Dünya Savaşı’nın koşullarında sömürgeler bağımsızlaşırken, sömürgeler bağımsız devletlere dönüşmüştür. Ne var ki, bütün Orta Doğu alanına tıpkı Osmanlı’ya da Selçuklu imparatorlukları gibi egemen olacak bir yeni büyük siyasal güç ortaya çıkamayınca, emperyalist güçler ve devletler bu bölgede kendi çıkarları doğrultusunda bu bölgede yeni hegemonya girişimlerinde bulunmuşlardır. İsrail’in kurulmasıyla beraber bölgeye sürekli savaş sureci gelip yerleşmiş ve günümüze kadar devam etmiştir. Hemen hemen her on yılda bir Arap-Îsrail çatışmaları gündeme gelmiş ve bunlar uzun süreli savaşlara da dönüşmüşlerdir. Sürekli savaş bölgenin yıkılmasına ve binlerce insanın öldürülmesine neden olmuş, bir türlü barış sağlanamamıştır.
Günümüzde İsrail merkezli bir yeni Orta Doğu zorlamasının gene olayları savaşa doğru yönlendirdiği görülmektedir. Bölge halkları savaştan bıktığı gibi artık gelecekten de umudunu keserek başka Ülkelere doğru göçe yönelmektedir. Bu gidişle ABD ve İsrail boşaltılmış Orta Doğu ülkelerini daha kolay işgal edebilecek ve eski Osmanlı topraklarını kendi hegemonya alanları olarak düzenleyebileceklerdir. Son günlerde giderek tırmanan Lübnan olayları bütün Orta Doğu’nun Lübnanlaşması gibi bir ihtimali ortaya çıkarmaktadır. Uzun yıllardır Lübnan’da alt kimliklere dayalı olarak devam eden iç savaş, şimdi yeni bir saldın hareketi ile yeniden canlanmakta ve tüm bölge ülkelerinde alt kimliklere dayanan bir iç çatışma sürecini tırmandırmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasından sonra bölgeye gelen emperyal güçler Orta Doğu’ya egemen olamamışlar ve bölge halklarının direnişi ile de dünyanın merkezî coğrafyası bir savaş alanına dönüşmüştür. Bu nedenle, son yıllarda yeni Osmanlı barışı arayışı gündemdedir. Bölge barışı için Osmanlı düzenini yeniden arayanlar, Türkiye Cumhuriyeti’nin imparatorluk sonrasında oluşturduğu çağdaş ve laik devlet düzenini görmezden gelmektedirler. Bölgeye kendi çıkartan için barış düzeni getirmek isteyenler Yeni Osmanlı vizyonu ile bir Osmanlı düzeni anlayışı içine girdiklerinde, Türkiye’nin çağdaş cumhuriyet düzenini tehlikeye atmaktadırlar. Bir anlamda, emperyalistlerin çıkar düzenleri yüzünden Türkiye’de cumhuriyet rejimi tehlikeye girmektedir.
İslam coğrafyasında ilk laik ve çağdaş cumhuriyet rejimini kuran önder Mustafa Kemal Atatürk’tür. Avrupa’nın yanı başında yer alan bir Müslüman ülkede Batı tipi bir devlet kurarken, Mustafa Kemal çağdaş uygarlığı bir aydınlanma devrimi gerçekleştirerek İslam dünyasına getirmiştir. Seksen yılı aşkın bir süredir her türlü tehdit ve tehlikeye karşı ayakta kalan Türkiye Cumhuriyeti, İslam dünyasında çağdaş uygarlığa açılmanın ve dünya ile bütünleşmenin en Önemli örneği olarak ayakta durmaktadır. İkinci Dünya Savaşı bu cumhuriyet devletini sarsamamış ve daha sonra geçilen demokrasi döneminde de Türkiye’deki cumhuriyet rejimi istikrarlı bir biçimde günümüze kadar devam edip gelmiştir. Atatürk ve arkadaşları bir Müslüman ülkede de Batı tipi bir cumhuriyet rejiminin kurulabileceğini ve bunun gene demokratik bir düzen ile beraber yaşayabileceğini açıkça göstermişlerdir. Bu nedenle, Kemalist Cumhuriyet modeli ele alınmadan ve yeterince incelenmeden, Orta Doğu’nun İslam coğrafyasından yeni bir düzenleme kesinlikle yapılamaz. Türkiye, imparatorluk sonrasında bu coğrafyada kurulmuş olan başarılı bir devlet modeli olarak eski Osmanlı topraklarında kurulmuş olan tüm devletler için başarılı bir çağdaş dünya ile bütünleşme örneğidir.
Türkiye’nin İslam ülkeleri için başarılı bir devlet örneğini yerinde değerlendiren bazı aklı başında Amerikalı aydınlar, Büyük Orta Doğu Projesi doğrultusunda Ilımlı İslam Devlet modelinin İslam ülkelerinin geleceği için model olup olamayacağını araştırırlarken, Orta Doğu’nun geleceği için Kemalist devlet modelinin güçlü bir alternatif olabileceğini görmüşlerdir. Nitekim son zamanlarda Amerikan basınında Orta Doğu’nun geleceği ile ilgili olarak çıkan bazı makalelerde Kemalist devlet modeli ile Orta Doğu ülkelerinin yeni bir yapılanmaya gidebileceğini ve çağdaş dünya ile bütünleşebileceğini öngören değerlendirmeler gündeme gelebilmektedir. Özellikle, birkaç yıldır devam eden Irak seferinin bir çıkmaza gelip dayanması nedeniyle böylesine bir olumsuz durumdan kurtulmak isteyen Amerikan aydınları, Mustafa Kemal’in Türkiye’sinin alternatif bir model olarak Orta Doğu ülkelerine yön ve yol gösterdiğini açıkça kabul etmektedirler. Orta Doğu’nun yanı başında bir ülke olan Türkiye’nin benzer özellikleri, Kemalist modelin komşu ülkelerde de gelebileceğinin açık bir göstergesidir. Batının dışında kalan ve bu bölgenin Müslüman coğrafyası içinde yer alan Türkiye gerçekleştirmiş olduğu aydınlanma devrimi ve cumhuriyet rejimi ile bölge ülkeleri için en gerçekçi modeldir. Ortalığı kaplamış olan toz ve duman ortadan kalktıktan sonra, bu durum daha iyi anlaşılacaktır. Kemalist modelin nasıl bir gerçekçi seçenek olacağını daha iyi göreceklerdir. Ancak, bunun için, ABD’nin ve AB’nin İsrail’in saldırganlığını desteklemekle bir yere varılamayacağını anlamaları ve emperyalist amaçlarla Türkiye üzerindeki oyunlarından vazgeçme basiretini göstermeleri ve Orta Doğu’da gerçekten barış istemeleri gerekmektedir.
Kemalist devlet modeli, üniter ve merkezî bir yapılanmadır. Kesinlikle alt kimliklere dayalı bir parçalanma ya da belirli bölgelere göre düzenlenmiş bir eyalet sistemi ya da federasyon yapılanmasını kabul etmez. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na göre, Türkiye, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletidir. Batı tipi demokrasi cumhuriyet rejimi içinde kabul edilmiştir. Ayrıca bütün çağdaş devletlerin anayasalarında yer alan laik, sosyal bir hukuk devleti olgusu gene Kemalist modelin esasıdır. Türkiye bu devlet modeli ile Batı’ya ve Avrupa’ya yakınlaşmış ve bu nedenle AB üyelik sürecine dahil olmuştur. Türkiye’de bu özellikleri yer alan Kemalist devlet modeli, seksen yılı aşkın bir süredir her türlü tehdide rağmen ayakta kalabilmiş ve bölgesi için güven unsuru olmuştur. Anayasa’da yer alan laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti olmanın yanı sıra ülkenin üniter yapısı da merkezî konumun bir gereği olarak örgütlenmiştir. Türkiye Cumhuriyeti bu özellikleri ile Batı’nın dışında kalan ülkeler için bir modeldir.
Ayrıca, Türk Devleti bir ulus devlet olarak kurulmuştur. Atatürk, devleti kurarken bir bölge ya da yer adına dayanarak siyasal örgütlenme yapmamış ama bu topraklarda yaşayan bir ulusun adını alarak devletin adı yapmıştır. Orta Doğu ülkelerinin nüfus yapılan ele alındığında, belki Türkiye’deki gibi bir millî yapılanmanın olmadığı görülecektir, ne var ki bu coğrafyanın Arap Müslüman çoğunluğa dayanan geniş nüfusu dikkate alınırsa, var olan devlet yapılarına dayalı bir ulusal yapılanma gündeme gelebilecektir. Çağdaş Batı ülkelerinde görülen anayasal vatandaşlık çerçevesinde her ülkenin insanlarını anayasal çerçevede bir vatandaşlığa hazırlayacak ve bu aşamadan sonra bölge ülkelerinde devlet merkezli bir uluslaşma gündeme gelebilecektir. Şimdiye kadar oluşmayan Irak, Suriye, Ürdün ya da Lübnan gibi ülkelerde anayasal vatandaşlık çerçevesinde bir ulusal üst kimlik benimsenebilecek ve bu ülkelerde de Türkiye gibi bir ulusal devlet varlığını gösterebilecektir. Alt kimliklere dayanan bir parçalanma ya da eyaletleşme gibi karışık bir yapılanma, Orta Doğu’nun geleceğine, emperyalist devletlerin istemesine rağmen pek de uygulama alanı bulamayabilecektir. Bu nedenle, bölge ülkeleri de Kemalist modelin üniter yapısı çerçevesinde, geleceğe dönük bir merkezî güçlenme stratejisi izleyebileceklerdir. Kemalist devlet modelinin üniter ve ulusal özellikleri bu açıdan da bölge ülkelerine Örnek olmakta ve yol göstermektedir. Hıristiyan dünyanın devlet anlayışını bu bölgeye getiremeyen emperyal güçlerin, bölgenin çağdaş devlet yapılanması olarak Kemalist modeli artık dikkate alma zamanı gelmiştir. Bölgede yaşanmakta olan gelişmeler bu gerçekliği açıkça doğrulamaktadır. Yeni dönemde Kemalist devlet modeli ülkesel olmaktan çıkarak, bölgesel bir boyut kazanmaktadır.
Kemalist modelin bölgeselleşme aşamasında, temel ilkelerinin dikkatli bir biçimde göz önünde tutulması gerekmektedir. Atatürk’ün altı temel ilkesi belirli bir siyasal modelin içeriğini oluşturmaktadır. Batı uygarlığını oluşturan Fransız Devrimi’nin üç ana ilkesi, cumhuriyetçilik, ulusalcılık ve laiklik, devlet yapısının üç sacayağı olarak ortaya çıkmakta, devletçilik, halkçılık ve devrimcilik ise Doğu uygarlığından gelen ana ilkeler olarak madalyonun diğer yüzünü oluşturmaktadır. Dünyanın merkezî coğrafyasında oluşturulan Kemalist devlet modeli, hem Doğu’ya ve hem de Batı’ya karşı merkezî bir yapılanmanın esası olarak, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu tararından geliştirilmiştir. Dünya tarihinin ve siyasal gelişmelerin yaratmış olduğu bilimsel birikimin dikkate alınması ile geliştirilmiş olan bu model, Doğu ya da Batı’dan taklitçi yad aktarmacı bir yaklaşımı ret ederek, merkezî bölgenin jeopolitik yapısına uygun olarak geliştirilmiştir. Bu nedenle de, Orta Doğu’nun geleceğinde, bölge dışı merkezler tarafından gündeme getirilen modellerden daha öncelikli ve gerçekçi bir konuma sahip bulunmaktadır.
Yeni dönemde Kemalist model ülkesel bir konumdan bölgesel bir konuma doğru yönelirken, uluslararası gelişmeleri yerinde değerlendirmek gerekir. Osmanlı sonrasında Orta Doğu’da gündeme gelen otorite boşluğu Batılı emperyalist güçlerin belirli bir siyasal çözüme kavuşturamaması nedeniyle, Kemalist model bölgenin içinden ve gerçeklerinden doğan bir yerli örnek olarak ortaya çıkmaktadır. Bölgedeki yapay sınırlarla oluşturulmuş olan devletlerin geleceğe dönük kurumlaşmasında ve daha sonra bölge devletlerinin bir araya gelerek daha büyük bir birlik çatısı altında bir araya gelmelerinde Mustafa Kemal’in emperyalizmi karşı çıkışı başlangıç noktası olmalıdır. Bütün eski Osmanlı ülkeleri Batı emperyalizmine karşı ilk direniş bayrağını açmış olan Türkiye’nin yanında bir araya gelmeleri ve elbirliği yaparak dış tehlikelere ve saldırılara ortak bir savunma mekanizması içinde kendilerini savunmaları gerekir. Serbest piyasa ekonomisi mantığı içinde küresel tekelci şirketlerin hegemonyasından kurtulabilmek için Kemalist modelin-devletçiliğine yeniden önem verilmesi gerekmektedir. Ancak bu yoldan bölgenin zenginlikleri ve doğal kaynaklan emperyalistlerin sömürü mekanizmasından kurtarılabilecektir. Devletçiliğin öne geçtiği bir karma ekonomi uygulaması ile Kemalist model, bütün Orta Doğu halklarının ve devletlerinin emperyalist saldırılara karşı ayakta kalmalarını sağlayacaktır. Küresel eşkıyanın dünyanın merkezî coğrafyasını sömürmesi ve daha fazla savaşla bölge halklarını tehdit etmemesi için, bölge ülkelerinin Türkiye Cumhuriyeti’nin Kemalist devler modeli çatısı altında bir araya gelmeleri gerekmektedir. Merkezî devletçilikle güçlenecek ülkeler, bölgesel işbirliğini anti emperyalist çizgide güçlendirirlerse, Orta Doğu barışa ve refaha kavuşacaktır. Yabancı modellerin devre dışı kaldığı bu aşamada bölge ülkeleri Kemalist devlet modeli ile geleceğe yönelebilmenin yollarını aramalıdırlar.