ONİKİ AYLIK TAKVİM

Cumhurbaşkanı R.T.Erdoğan, Brüksel’de AB Konseyi Başkanı D.Tusk ve Avrupa Komisyonu Başkanı C. Junkler ile görüştü.
Göç Anlaşması’nın uygulanmasında: Vize konusunda: Terörle Mücadele’de AB’den destek istedi.
Ama AB’nin Türkiye’nin üyelik sürecine pozitif bir ivme kazandırmaya yönelik 12 aylık takvimini kabul etti ve yeni bir süreç başlattı…

*
Türkiye çağdaş uygarlığa yükselme yolunda 1963’te Avrupa Ekonomik Topluluğu ile ortaklık anlaşması imzalamıştı.
2005’te aday ülkelerin tabi olduğu AB müktesebatına uyum sağlamak üzere siyasi ve ekonomik kriterlerin yerine getirilmesi halinde katılma hakkı tanınacağı kararı alındı.
Ankara gündüz vakti havai fişek şenliği ile tam üyelik müzakerelerine başladı…

*
O gün-bugün siyasi kriterleri; Hukukun üstünlüğü: İnsan hakları ve azınlıklara saygı: Demokrasiyi garanti altına alan kurumsal istikrar,
Ekonomik kriterleri ise; İşleyen bir pazar ekonomisi: Avrupa Birliği’nin siyasi, ekonomik ve parasal birlik amaçlarına bağlılık esasları oluşturuyor…

*

Tam üyelik müzakerelerine başlandığı günlerde, R.T.Erdoğan demokrasiye talip herkese örnek teşkil eden küresel ölçekte büyüyen bir liderdi…
2008’den sonra Türkiye’yi şimdiye kadar görülmemiş biçimde bölünme aşamasına getirdi.
Şimdi Türkiye, Erdoğan’ın Anayasa değişikliği ve totaliter güce kavuşması ile bir zamanlar izinden gittiği Batılı örneklere veda ediyor.
Ortadoğu ve Kafkaslar’daki iktidar örneklerine dahil oluyor…

*
Erdoğan, artık açıkca Batı’nın tüm Müslümanlara karşı düşmanlığı olduğunu iddia ettiği şeylerden dolayı gözyaşı döküyor.
Çünkü İslamcılığın şampiyonu olarak kendini yeniden icat etmeye çalışıyor.
Arap dünyasında hayranlık kazanabilmek için Türkiye’nin gurur verici laik geleneklerini geri almaya kararlıdır…
Ağırlıklı olarak İslam din ve gelenekleri ile uyumlu bir ekonomik ve siyasi düzeni teşvik ediyor…

*
Halbuki,Türkiye ekonomisi tam anlamıyla karapara ve yolsuzluğun pençesine düşmüştür
Bu kaynağın neden olduğu ekonominin sorunlarının başında;
Liradaki değer kaybı: Yüksek enflasyon: Artan işsizlik: Ekonomik büyüme konuları geliyor.
Dış finansman ihtiyacı ve riskleri yüksek olan Türkiye ekonomisinden döviz çıkışı olması;​
​Her daim kurların daha da yükselmesine,faiz​lerin arttırılmasınabir tehdit oluşturuyor.

*

AB’ye üye ülkelerin ekonomik ve parasal birliğe katılabilmesinin koşullarını belirleyen Maastricht Kriterleri;
Devlet borçlarının GSYH’ya oranının yüzde 60’ını, bütçe açığının GSYH’ya oranının yüzde 3’ü geçmemesini:
Aday ülkenin yıllık enflasyon oranı ile en düşük yıllık enflasyona sahip üç ülkenin yıllık enflasyon oranları ortalaması arasındaki farkın maksimum 1.5 puan olmasını:
Uzun vadeli faiz oranlarının 12 aylık dönem itibariyle fiyat istikrarı alanında en iyi performans gösteren 3 ülkenin faiz oranını 2 puandan fazla aşmamasını öngörüyor.
Bu gereklilikler yerine getirilip ekonomik ve parasal birliğe katılmanın sonucunda üye olan ülke, kendi parasını terk edip Euro’yu para birimi olarak kabul ediyor…
Bu gerçeklik; Türkiye’nin AB ilişkilerinde ekonomik kriterlere ne denli uyumda olduğunu göstermeye yetiyor.

*
ÇünküErdoğan’ın olmazsa olmazı, ağırlıklı olarak İslam din ve gelenekleri ile uyumlu bir ekonomik ve siyasi düzeni teşvik etmektir.
Mesela Merkez Bankası (MB), “TL’yi güçlendirmek için faizi yükseltse ekonominin büyüme ivmesi düşebilir, ekonomiyi canlandırmak için faizi düşürse bu kez kur yükselir ve enflasyon azar” açmazında iken;
Erdoğan ekonomideki bu sorunu faiz artırımı ya da yapısal reformlarla çözülebilir olmaktan çıkarmış, konuyu İslamcı siyasetin alanına almıştır.

*
İşte İslamcı ekonominin nasıl işlediğine ilişkin bir örnek;
Bankalar, ellerindeki tahvil ve bonoları teminat olarak MB’ ye verirler ve repo yaparlarken kendilerine fon oluştururlar.
“Politika Faizi” bir hafta vadesi olan repo ihale faiz oranıdır.
MB bankaları repo taleplerini bu politika faizi üzerinden belirlerler.
Bu faiz oranı da kredi faizlerini, döviz kurunu, mevduat faizlerini, kredi miktarlarını etkiler ve fiyat istikrarı üzerinden sosyo-ekonomik politikaların uygulanmasına yol açar…

*

Bir süre önce Türkiye Merkez Bankası Dolar/TL kurundaki artışı faiz arttırımları ya da yapısal reformlar ile engelleyemeyince,
Bu kez TL likiditesini sıkıştırmaya ve döviz likiditesini gevşetmeye yönelik  adımlar atmıştır.

*
Haftalık repo ihaleleri iptal edilmiş, bankalara verilen borcun vadesi gecelik vadeye çekilerek iyice kısaltmış, neticede politika faizini oluşturmaktan vazgeçilmiştir.
Bunun yerine son borç veren makam olarak, gün sonu ödeme sistemlerinde oluşabilecek sorunların önüne geçmek amacıyla;
Bankalara verdiği limitsiz vadeli TL borçlanma imkanı ve aynı koşullarda TL borç verme imkanı  anlamına gelen Geç Likidite Penceresi’ni  politika faizi yerine kullanmaya başlamıştır.

*

Şimdilerde MB faizi şöyle belirliyor;
Haftalık ve gecelik faizlerin ağırlıklı ortalaması Ağırlıklı Ortalama Fonlama Maliyeti’dir.
MB kurlara müdahale için işbu maliyetten hareket ediyor.
Haftalık repo ihaleleri iptal edilmiş, bankalar gecelik borçlanmaya ve Geç Likidite Penceresi’ni kullanmaya yöneltilmişlerdir.
Bu durumda MB’nin ortalama faizi de yükseliyor…

*
Böylece Erdoğan’ın isteği gerçekleşiyor.
İslamcı sermaye çevreleri memnun ediliyor…
Faiz gerçekte artmıştır ama görünürde artmamıştır.
Artık politika faizi aynı düzeyde tutuluyor ve bu düzeydeki faiz; mevduat ve kredi faizlerinin belirlenmesinde esas alınıyor…

*
Nitekim Erdoğan, daha bir kaç gün önce TOBB’da yaptığı konuşmada;
“Kredi faizleri konusunda her yerde yüksek faizden şikayet var. Bu benim hep gündemimdedir” diyor.
İşte hep aynı düzeyde tutulan politika faizi ile İslamcı sermaye kullandıklarına daha az faiz ödüyor.
AB’nin ekonomik kriterlerine rağmen ceremeyi finans kesimi ve halk ödüyor.
Böylece faiz ekonominin bir aracı olmaktan çıkmış ve dinin siyasete alet edilmesinin unsuru haline gelmiştir.

*
AB’nin 12 aylık takvimini kabul eden Erdoğan’ın, şimdi Türkiye’yi ekonomi alanında AB kriterleri düzeyine getirebilmesi için;
Enflasyon direnci:
Büyümenin sürdürülememesi:
Cari açık, Bütçe açığı:
Cari açığa neden olan ithalatın ikame edilememesi:
Vergi yapısının bozukluğu:
Tasarrufların düşüklüğü gibi yapısal sorunlara reformlar geliştirmesi gerekiyor…

*
Erdoğan’ın mesela ,
İç tasarrufların artırılması ya da üretimin ithalâta dayalı yapısını yerli girdilere yöneltmenin reformunu,
Cari açığa olumsuz katkı yapan Enerji faturasının azaltılması için gerekli tasarruf önlemlerinin alınması reformunu,
Merkez Bankası ve diğer bağımsız kurumların gerçek anlamda bağımsız hale getirilmesine yönelik Kurumsal reformları,
Bankacılıktan reel sektöre kadar Sektörel reformlarını yapması zaruridir…

*
Türkiye’nin 12 ayda yerine getireceği bir önemli siyasi adım da;
Geçen Temmuz’da askeri darbenin acı verici deneyiminden sonra,
Erdoğan’ın  orantısız tepki vermesi ve aldığı önlemlerin bir çoğunun,
Eleştirileri zayıflatma ve iktidarı tek başına ele geçirme amacına hizmet ettiği izlenimini silmektir.
OHAL ve uygulamalarına son verilmelidir.

*
Zaten AB’nin muhalefeti, Erdoğan’ın bu ekonomi ve siyaset anlayışı ile Türkiye’nin çağdaş medeniyetler seviyesine çıkmasının mümkün olmayışındandır.
Bu yüzden 12 aylık takvim; AB’nin Türkiye’yi en az bu süre kadar tecrid etmesi anlamına geliyor.
Türkiye bu sürede Batı’dan borç bulamayacak ya da ağır faizlerle borç bulabilecektir.

*
Yani Türkiye bu süre boyunca küresel sistemin santrifüj kuvvetleriyle sarsılacak,
Yeniden AB’nin istisnaî siyasi ve ekonomik gücünü hissederek kararlılığını pekiştirecek,
IMF’in denetiminde yapısal bir dizi reformlardan geçerek borc akışını düzene soktuktan sonra;
Yeniden küresel ekonomiye entegre edilecektir…

*
Erdoğan ise 12 aylık bu takvimde, esasen İslamcı hedeflerine ulaşmak, bu uğurda Türk halkına da baskı kurmak üzere süre kazanmış gibidir…

*
Halbuki Türkiye’yi İslamcılıkla sağlanabilecek ekonomide iyi ama demokraside geri,
Ya da kamu borç yükü düşük ama çağdaş eğitimden uzak,
Ya da bütçesi tutarlı ama insan hakları karnesi bozuk bir ülke olmaya dolu dizgin götürmek imkansızdır…

28.5.2017

* - secimler

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir