Hüseyin MÜMTAZ
Üç gündür memleketin semalarında “yabancı dilde yazılmış” bir garip mektup hayaleti dolaşıyor.
Adı, sanı, unvanı belli bir profesör, hem de televizyon canlı yayınında şöyle bir metin okudu;
“Ehl’i hadisin naçiz bir talebesi olarak bir grup genç âlimle birlikte, Resul-i Ekrem’in nübüvvet işkâtından iktibas ile cem’, tebvib ve tasnif ederek şerhettiğimiz ‘Hadislerle İslam – Hadislerin hadislerle yorumu’ eserini şahsım da dâhil çağımız İslam nesillerinde büyük emekleri olan zât-ı âlilerinin yüksek ıttılâlına tankidâtına arz etmekten şerefyab olduğumu ifade eder, sıhhat, âfiyet, uzun ömürler niyazıyla, selam, hürmet ve muhabbetlerimi takdim ederim”.
Yazan da, hitap ettiği kimse de belli ve içinde bulunduğumuz olağanüstü ortamda gündemi sarsacak son derece önemli bir son dakika haberi ama bu yazının konusu “şimdilik” o değil.
Olayın; toplumda haklı olarak yarattığı dalgalanmanın etkisiyle gözden kaçan başka bir tarafına dikkat çekmek istiyoruz.
Diline…
Üstelik iddiaya göre “yazan”da yine profesör ünvanlı bir “atanmış”.
Devletin, zaman zaman milli savunma bütçesinden bile daha fazla bütçeye sahip devasa bir kuruluşunun başında. Kendisine bağlı olan “vakıf”ın çeşitli organizasyon paralarını da ekleyince, adı geçen muhteremin kontrolündeki parasal gücün toplamını tahmin bile edemezsiniz.
İmza sahibi olduğu iddia edilen zâtı muhterem, yazdığı iddia edilen mektubu bir açıklamayla “fitne ve çirkin bir iftira” olarak niteledi.
Dört gün geçti.
Ama yargıya başvurmadı.
“İftira eden”den yüklü bir tazminat istemedi.
Bilirkişi isteyip mektuptaki el yazısının sahteliği hakkında araştırma istemedi.
Mektubun “diline” dönersek…
Mektubun kendisi/içeriği kadar dili de vahimdir.
Necedir Allah aşkına?
Nasıl bir Türkçe’dir bu?
Nerede, nasıl, hangi okulda öğretilmiştir bu dil?
Kim(ler) öğretmiştir, kim(ler)e öğretilmiştir bu dil?
Basında mektubun fotokopisini de gördüm, ne yazık ki Türk alfabesi ile yazılmış ve harflere oldukça eziyet çektirilmiş.
Bu kadar uğraşmışlar mâdem de neden Arap harfleri kullanılmamış?
Demek ki bir Profesör, Orhan Türkdoğan sadece 6 ay önce son derece doğru söylemiş:
“Görülüyor ki, Türk devlet geleneğinde İslamiyet’in kabulü ile kimlik değişimi gündeme gelmektedir. Bu oluşumu, Karahanlılar, İran Selçukluları, Memluklar, Anadolu Selçukluları ve nihayet Osmanlılarda kesin çizgileriyle gözleyebilmekteyiz. Öyle ki, Türkçe bir kenara itilerek, yerini Farsça ve Arapça’ya terk etmiş; yönetim de İranlılara veya başka unsurlara bırakılmıştır. Osmanlı, atalarından intikal eden ve dini yaşantıyı belirleyen bu kültürel mirası, İslam dininin taşıyıcı unsuru olarak kabul ettikleri Arapça’nın etkisiyle birleştirerek, Osmanlıca denilen yapay bir dilin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Böylece, Türk toplumunda, bir yanda saray veya aydın dilini temsil eden divan edebiyatı, öte yanda halk edebiyatı olmak üzere, ikili bir kültür biçimlenmesiyle karşılaşıyoruz. Artık, Farsça saray ve edebiyat dili, Arapça ise ya hukuk ya da din ve millet dili durumuna geliyordu. Bütün eserler bu iki dilden çevriliyor, Türkçe asla kaale alınmıyordu”. (“Osmanlı Kimliği veya Türk Toplumunun Etnisiti Serencamı”.Prof.Dr. Orhan Türkdoğan. Türk Dünyası Tarih Kültür Dergisi. Kasım 2016. Sayfa 15.)
https://www.turkishnews.com/tr/content/2017/04/28/kimlik3-huseyin-mumtaz/
Demek ki Sakarya Üniversitesi ve Medeniyet Üniversitesi iş birliği ile Tiran Üniversitesi Yabancı Diller Fakültesi Slav ve Balkan Dilleri Bölümü; “Balkanlarda Türkçe öğretiminin dünü, bugünü ve yarını” temalı uluslararası kongreyi Tiran’da değil daha önce Türkiye’de ve “Türkiye’de Türkçe öğretiminin dünü, bugünü ve yarını” temasıyla gerçekleştirmeliydi.
Demek ki “Türkiye’yi, kültürel mirasını, Türk dilini, kültürünü ve sanatını tanıtmak, Türkiye’nin diğer ülkeler ile dostluğunu geliştirmek, kültürel alışverişini arttırmak, bununla ilgili yurt içi ve yurt dışındaki bilgi ve belgeleri dünyanın istifadesine sunmak, Türk dili, kültürü ve sanatı alanlarında eğitim almak isteyenlere yurt dışında hizmet vermek” misyonu ile yola çıktığını iddia eden Yunus Emre Enstitüsü “hizmet”ini önce “yurt dışı”nda değil, “yurt içi”nde vermeliydi.
Demek ki 2017’nin “TÜRK DİLİ YILI” ilan edilmesi tam zamanında gerçekleştirilmiştir.
Yıl için “Dilimiz Kimliğimizdir” özdeyişinin seçilmesi ve bu münasebetle düzenlenen “8’nci Uluslararası Türk Dili Kurultayı”nda yapılan “Elbette yabancı sözlük kullanılmamalıdır, Türkçeye sahip çıkılmalıdır” temalı konuşmalar da son derece doğrudur.
Ne mektupmuş be birader! 24 Mayıs 2017
https://www.turkishnews.com/tr/content/yazarlar/huseyin-mumtaz/