ÜÇ KUVVA

ÜÇ KUVVA - ata

 

ÜÇ KUVVA

Hüseyin MÜMTAZ

 

Yakın tarihimizin üç önemli “kuvva”sı vardır; 1. Kuvvai Seyyare; 2. Kuvvai İnzibatiyye; 3. Kuvvai Milliye.

Bu yazıyı, kendinizi hangisine ait hissediyorsanız o gözlük ile okuyun.

Çerkezler konusunu uzun zamandır küllenmeye bırakmıştım ki başka bir şey ararken “CEHENNEM DEĞİRMENİ” (Rauf Orbay. Emre Yayınları. İstanbul 1993) gözüme çarptı, elime alınca da mecburen derinlere daldım.

Hemen ertesi gün de Çerkez Dernekleri Federasyonu’nun “yıllık olağan toplantı” ilanı yayınlanınca konuyu daha fazla ertelemek için bahanem kalmadı.

“21 Mayıs 1864 Çerkez Sürgünü ve Soykırımı, her yıl olduğu gibi bu yıl yine 21 Mayıs akşamı, öncülüğünde İstanbul’da Rusya Konsolosluğu önünde anılacak”mış. 153 yıl olmuş.

Türkiye ve Rusya’dan talepler varmış; “Türkiye’den Çerkez Soykırımı ve Sürgünü’nün T.B.M.M’de resmen tanınması, Rusya ve Türkiye arasında yapılacak olan ikili anlaşmalar ile Türkiye vatandaşlarına çifte vatandaşlık hakkının verilmesi, Rusya’dan ise Çerkezler’den ve diğer Kafkasyalı halklardan resmen özür dilenmesi, çifte vatandaşlık anlaşmaları ile Türkiye’de yaşayan Çerkezlerin ana vatanlarına geri dönüşün ve Kafkasya ile olan ilişkilerin kolaylaştırılması, Kafkasya’daki yerleşim yerlerine eski Çerkezce isimlerinin iade edilmesi”ymiş bu talepler.

Eski defterleri karıştırınca da şu notlara ulaştım;

“TBMM Uzlaşma Komisyonu bünyesinde sivil toplum örgütlerinin görüşlerini dinlemek üzere oluşturulan alt komisyon dünkü toplantısının sabah oturumunda Kafkas Dernekleri Federasyonu (KAFFED) temsilcilerini dinledi. Türkiye genelinde 60 derneğin çatı örgütü olan KAFFED temsilcileri, Türkiye’yi vatan olarak kabul ettiklerini, her zaman devletin yanında üniter yapıyı savunan bir kesim olduklarını belirterek, Amasya tamiminde yer alan 5 kişiden 4’ünün Çerkez olduğunu anlattı. Çerkez dilinin asimilasyona uğradığını anlatan Genel Başkan Yardımcısı Seymen, ‘7 yaşındaki çocuğum ana dilini konuşamıyor. Akrabalarımızı görmeye gittiğimizde neden onlarla kendi dilinde konuşamadığını soruyor’ derken gözyaşlarına hâkim olamadı. Seymen’e, MHP’li Oktay Öztürk ‘Dilinizi kaybetmişsiniz ama bir vatan kazandınız’ dedi. KAFFED temsilcileri yeni anayasa ilişkin beklentilerini dile getirirken, Çerkez Ethem olayına gönderme yaparak, ‘Tek bir olay ya da şahıstan hareketle etnik kültürleri rencide eden, ayrımcılığa uğratan ifadeler kullanılmamalı. Bunlara itibarları iade edilmeli’ talebinde de bulundular”.

76 çeşit mozaikin zenginleştirdiği, çiçek bahçesi haline getirdiği bu ülkede kim dilini serbestçe konuşamıyor, kim engel oluyor Allah aşkına? Çarşıda, pazarda, divanda dergâhta, bargâhta 76 çeşit dilin, üstelik kırk çeşit lehçesiyle (hele sokakta telefonla konuşurken) bağıra çağıra seslendirildiğini hiç mi duymadınız?

Yine de hislerine ve hassasiyetlerine saygı duyuyorum.

“Tek bir olay ya da şahıstan hareketle etnik kültürleri rencide eden, ayrımcılığa uğratan ifadeler kullanılmamalı” ifadesine de aynen katılıyorum.

Ama “Bunlara itibarları iade edilmeli” talebini anlamıyorum.

Kime, hangi itibarı?

Bakın 21.6.2001’de ne yazmışız:

“Hain haindir efendiler…. Çerkez Ethem’in (kişisel) hainliğinin de (bütün) Çerkezlerle ilgisi yoktur. Hain’in Çerkezi, Süryanisi olmaz. Üstelik hainlik de sübjektif bir kavramdır. Durduğunuz noktaya, bakış açınıza göre değişir takacağınız isim.

Öcalan bana göre eşkiyadır, Türk Devleti’ni ülkesi ve milleti ile bölmeye çalışan bir haindir ama Avrupalılar’ın ona kahraman muamelesi yaptığını ne çabuk unuttunuz?

Çerkez Ethem (de) Kurtuluş Savaşı’nın bir noktasından sonra kişisel rütbe ve makam hırsıyla, çetesi ve silâhlarıyla birlikte Yunanlıya, yâni düşmana sığınmakta en ufak bir sakınca görmemiştir. Hainliği oradan gelmektedir ve tesçillenmiştir.”

(Konu ile ilgili daha fazla kısa ve özet bilgi için bakınız Orhan Bursalı; )

Benim düşüncem bellidir.

“Cepteki ‘In God we trust’ yazan dolarlarla İncirlik Üssü’nde Amerikalılardan sığınma istemek ‘Chuwall’a bayılmıştım, bir daha geçirsene’ demektir; Afganistan’daki Türk Gücü’nde görevliyken Dubai’ye kaçmak ‘Sait Molla’laşmaktır; Sikorsky S-70 helikopterle Yunanistan’ın Alexandroupoli kasabasına inmek Çerkez Ethem’in ‘Yüzüncü Yıl’ anmasıdır”.

Şimdi….

“Çerkez” Çerkez’dir; “Ethem” de Ethem.. Ayrı ayrı yazınca, kullanılınca problem yok.

Ama “Çerkez Ethem” olunca neden “olumsuz” hâle geliyor?

Bana mı soruyorsunuz?

Peki; “Halen Yunan işgali altında bulunan Batı anadolu Çerkez ahalisinin biz aşağıda imzaları bulunan yetkili temsilcileri ve Yunan Hükümetince onaylanan –Şarkı Karip Çerkezleri Temini Hukuk Cemiyeti- kurucuları Birinci Dünya Harbi sonunda büyük devletlerce kabul ve ilan edilen milliyet prensibi ile ortaya çıkan milli hukuka dayanarak İzmir’de kongre halinde toplanarak hazırlık halindeki milletlerin hukukunu üzerine alan ve yenik devletlere kabul etirmeyi taahüt eden Büyük İtilâf devletleri ve ortaklarıyla, özellikle Yunan Hükümetine Çerkezlerin sığındığını bildirerek milli isteklerinin yerine getirilmesini rica etti” diye başlayan bildiri yayınlayarak 24 Ekim 1921’de İzmir’de Yunan kontrolunde Kongre toplayan Çerkezlere ne diyorsunuz? (Ahmet Efe. “Gizli Kalmış Bir İhanet. Çerkez Kongresi ve Çerkez Ethem”. S.117)

Kimse farklı düşünmesin “150’likler”listesi, Cumhuriyet’in kuruluş senedi olan Lozan’ın “eki”dir.

Düzenli ordu kurulana kadar diğerleri gibi hizmetlerinden istifade edilen “alaylı küçük zabit” Ethem; ordu kurulunca “Mekteb-i Harbiye” mezunu komutanların emrine girmeyi reddetti.

Kitaba göre “düşmanla mücadele dengesi kurulunca” çetelere, “ya silahlarınızı bırakıp köyünüze dönün yahut orduya katılın” denilir.

Ethem için orada ipler kopmuştur.

Rauf Orbay’a dönelim.

“..Dahiliye Nazırı Fethi Bey, Balıkesir ve Bandırma taraflarında da artan eşkıyalardan ve Ethem Bey namında birinin bazı kaymakamları işlerinin başından uzaklaştırmak ve beyannameler yayınlamak suretiyle hareketine siyasi bir renk verircesine ileri gittiğinden, Harbiye Nezareti’nin polise yardım için ayırabildiği kuvvetin arttırılmasından bahsederek , Balıkesir, Bandırma, Gönen dolaylarına derhal jandarma müfrezeleri gönderebilmek için tahsisat istiyordu”. (age. S.75)

Rauf Orbay herhangi biri değildir. Osmanlı’da Bahriye Nâzırlığı, Mondros Başmurahhaslığı; Cumhuriyet’te Nafia Bakanlığı, Başbakanlık ve TBMM Başkan Vekilliği yapmış bir Çerkez’dir. (Annesi Kürt aşiret reislerinden Bedirhan Paşanın kızıdır). Hamidiye kahramanıdır.

İşte bu ünlü Çerkez Rauf Bey, “Ethem Bey namında biri” dediği “küçük zabit” Ethem’den anılarında şöyle bahseder;

“Savaşın ilk yılında Irak’ta, İran sınırında görev ile bulunduğum sırada bu zat da (Ethem) yanında sekiz-on arkadaşıyla gelip gönüllü olarak kuvvetlerime katılmış, ben de kendisini yerlilerden jandarma teşkili ve ulaştırma hatlarının korunması için görevlendirmiştim. Bu sırada İran ve Kürt aşiretleriyle olan çarpışmalarda hizmet ve yararlılığı görülmüştür.”

Dâhiliye Nazırı Fethi Bey’le vaki konuşmadan sonra Rauf Bey Bandırma’da Reşit Bey’e bir tel çekerek, Ethem’in yaptıklarını haber aldığını, bunların vatan ve millet çıkarlarına son derece aykırı olduğunu anlatır. Böyle devam ederse şiddet kullanılacağını bildirir. Ve sonucu kendisine bildirmesini ister.

Daha Reşit Bey’in cevabı gelmeden, mütareke görüşmeleriyle ilgili olarak Bandırma’da Reşit Bey’le karşılaşır. Reşit Bey, telgraftakileri kardeşine anlattığını ve bunların kişisel çekememezlik nedeniyle olduğunu söyler ve bu gibi işlerden artık vazgeçtiğinin garantisini verir.

İşte tam bu noktada devreye Şaduman Halıcı’nın “Ethem”i girer.

E Yayınlarından yayınlanmış, “kitap gibi kitap”tır ETHEM. (Haziran 2016)

Osman Selim Kocahanoğlu’nun (son derece kapsamlı bir Rauf Orbay tahlilinin de yer aldığı) ÖNSÖZ’ü; muhteşem bir “akademik” tarih özetine götürüyor sizi.

“Çerkez etnosunun büyük kimlik karşısındaki tavrını en açık şekilde Rauf Bey’in kişiliğinde görebiliriz. Örtülü vicdanı ‘makul insan davranışı’ sergileyemediği için, Lozan ve Cumhuriyet karşısında belirsiz ve anlamsız bir muhalefet sergileyecekti. Öz duyguları Mustafa Kemal ile rahat iletişim kuramaz olmuştu. Lozan’ın imzalanmasının ardından istifa edip bunalım yaratması bu psikolojinin ürünüydü”.

Kocahanoğlu bu durumu, Anthony Smith’e atfen “vekâleten milliyetçilik” olarak açıklıyor.

Biz de çok hoşumuza giden bu lâfı, ileride lüzumu halinde kullanmak üzere bir kenara not ediyoruz.

“Ethem’i Milli Mücadeleye Rauf Bey kazandırdı. Ama Malta sürgününde bulunduğu için onun başkaldırmasında Ankara’da değildi. Ankara’da olsa hangi role soyunur, Ethem’i dizginleyebilir miydi, bunları bilemiyoruz. Anılarında bu konuda tek cümle bulamayız. Malta’dan döndüğünde olayın arka planını Hakkı Behiç’ten öğrendi. Ethem suçsuz değildi. Mustafa Kemal de bıraktığı eski arkadaş değildi. Sakarya melhame-i kübrâsı kazanılmış, Ethem Yunan tarafına sığınmış, Türk ordusu da Büyük Taarruz’a hazırlanıyordu”. (Önsöz)

“Ethem kendisini Yunan ordusuna değil, Yunanistan’a sığınmış gösterir. Tıpkı Vahdettin’in ‘kaçmayı’ içine sindiremediği için ‘hicret ettim’ demesi gibi. Ethem Yunanlılara sığınınca Yüksek Komiser Stergiadis ve General Papulas’ın itibarlı misafiri olmuştu. Rahatça ‘Çerkez Kongresi” toplayabiliyor, devlet taslağı kurabiliyor, Osmanlı toplumunda horlandıklarını açıklayabiliyordu”. (Önsöz).

“Vakıa Ethem Anzavur ve Yozgat isyanlarında muvaffak oldu. Fakat bu hareketleri vatan ve kurtuluş aşkından ziyade zengin olmak hevesinden ileri gelmiştir. Esasen ihanetleri ve düşman safına kaçmalarına bir sebep de kazandıkları paraları kaçırmak olmuştu”. (Önsöz. Ali Fuat Paşa’ya atfen).

Kitaba gelince…

Ne demiştik yazının başında?

“Çerkez” Çerkez’dir; “Ethem” de Ethem…

Ama “Çerkez Ethem” olunca neden “olumsuz” hâle geliyor?

Ve…

Hainlik sübjektif bir kavramdır. Durduğunuz noktaya, bakış açınıza göre değişir takacağınız isim.

Reşit, Ethem’in iki ağabeyinden biridir.

Kendisi de Çerkez olan Kuşçubaşı Eşref, “El-hain Reşid el-Çerkez” nitelemesini yapar onun için. (age S.10)

Demek oluyor ki ailesel bir hastalıktan muzdaripler.

Kitap; “Tarih Sahnesine Çıkış”, “Eşkıya Ethem’den Kahraman Ethem’e”, “Kahraman Ethem’den Asi Ethem’e”, “Asi Ethem’den Vatan Haini Ethem’e”, “Yorgi Ethem” ve “Sürgün Yılları” bölümlerinden oluşuyor, 648 sayfa.

Mondros sonrası “durum”u şöyle anlatıyor Halıcı; tespit önemlidir ve sonraki yıllara hayli iddialı bir ışık tutacak niteliktedir:

“Ne var ki Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan orduya karşı halkın güveni ve saygısı kalmamıştır. Halk, bu savaşın sorumlusu olarak gördüğü subaylara güvenmemekte, hatta nefret duymaktadır. Bu nedenle düzenli orduya karşıt bir tutum geliştirmiştir. Halk yıllarca süren savaşlardan yılmış, düşmana karşı koyma hevesini yitirmiştir. Zaten devleti de ne seferberlik, ne Yunanlılara karşı savaş ilan etmiştir”. (S.57)

İlk defa bu kitapta duyduğum “YORGİ ETHEM” tanımı, her türlü yanlış anlamaların, dedikoduların üzerine kalın bir çizgi çekmesi bakımından son derece anlamlıdır.

“Ethem                ve ağabeylerinin isyan ve ihanetini anarken, İstanbul basını ‘Çerkez’ sıfatını ısrarla kullanırken, Ethem’in kendisi, 29 Aralık 1920’den sonra ‘Çerkez’ olduğunu ısrarla vurgularken TBMM, TBMM Hükümeti, TBMM Ordusu, Ethem olayını anarken ona ‘asi’ demiş, ‘isyancı’ demiş, ‘hain’ demiş ancak ‘Çerkez” sıfatını hiçbir şekilde kullanmamıştır.  Kanımca özellikle kullanmaktan kaçınmıştır. Bu nedenle İsmet Paşa’nın ‘Çerkez Ethem’ yerine “Yorgi Ethem’ demesi de anlamlı ve dikkat çekicidir. İşbirlikçi Çerkezlerin Osmanlı çatısı altında yaşayan tüm Çerkezler adına konuşması ise başta İstanbul olmak üzere Anadolu’da yaşayan pek çok Çerkez’in tepkisini çekmiştir”. (S.299)

İşte mesele budur.

Lâfı fazla uzatmanın hiç lüzumu yok.

“Küçük Zabit” Ethem’in, kendinde olmayan ada/sana/nama/rütbeye duyduğu kıskançlık ve hırsla adının başına ısrarla “Çerkez” tanımını eklemesi, onun yaptıklarından hareketle giderek bütün Çerkezleri ilzam/itham eder hâle gelmiştir.

“Yorgi” sıfatı bu yüzden son derece uygun olup “işbirlikçi Çerkezler”(S.277) hariç diğer “bütün” Çerkezleri rahatlatmış, temize çıkarmıştır.

“Vekâleten milliyetçilik” tamam da hiç “hain”in milliyeti olur mu?

Siz hangi “kuvva”dansınız? 21 Mayıs 2017

ÜÇ KUVVA - ata

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir