Bir Ana Kedi Yüreği…

Karar verdim.

Bugün politika yok… Yolsuzluk, hırsızlık, sahtekârlık dünyası yok… Kaçacağım bu ortamdan… Doğaya sığınacağım… Hayvanlara sığınacağım. Kediler dünyasında dolaşacağım. Yani kafamı dinleyeceğim… Ve başımdan geçen gerçek bir öyküyü anlatacağım sizlere…

Ben yaşantımı küçük bir sahil kasabasında sürdürüyorum. Her yer çiçek, çimen. Bahçe. Mandalina bahçesi.

Zamanı gelip de çiçekler açınca, çevreyi bir mandalina kokusu sarar. Mis gibi. İnsana yaşama sevinci verir. Çeşit çeşit, renk renk çiçekler… Sarının, yeşilin, kırmızının, morun her tonu…

Ve deniz… Tertemiz. Duru. Kilometrelerce uzayıp giden sahil…

Caddeler, sokaklar, evler yazın insanlarla dolar. Ama Eylül ayından sonra herkes, geldikleri yerlere geri dönerler. Kasaba, canlılığını yitirir.

Issız, sessiz, mahzun bir görünüm alır… Sen de doğaya uyarsın. Mahzunlaşırsın. Yalnızlığını, ıssızlığını hissedersin.

Kışın, deniz kıyısında yürüyüşe çıktığın zaman, artık tek dostun denizdir. Rüzgârdır. Soğuktur. Kara bulutlardır. Kenti çepeçevre saran dağlardır. Bir de sana eşlik eden kediler, köpeklerdir…

Onlar o kadar açtır ki, ne versen yerler… Günde 2 ekmek de onlar için alırım.

Aileler yazın yazlık mekânlarına geldiklerinde bazıları köpeklerini de yanlarında getirir. Dönem sonunda da götürürler. Bazıları da çocukları, torunları istedi diye hemen oracıkta bir kedi, bir köpek edinir. Dönüş vakti gelince de sokağa salıverirler.

İşte bu canlılar için asıl felaket, çile bundan sonra başlar. El bebek, gül bebek bakılan köpekler, kediler bir anda kendilerini cangıl ormanında bulurlar. Yabancısı oldukları vahşi doğa ortamında yaşam mücadelesi vermeye başlarlar.

Bir yandan açlık, susuzluk, soğuk, bir yandan sokak köpeklerinin saldırıları…

Bazıları karayollarına çıkar. Yol bilmez, iz bilmez bu küçücük yavrular, boyunlarındaki süslü püslü tasmalarla kendilerini son sürat giden otomobillerin altında bulurlar…

Yazıya başlarken dedim ya, ben bir sahil kasabasında küçücük bir çatı katında yaşarım.

Evi kiralarken ev sahibim sıkı sıkı tembih etmişti bana. “Sakın ha eve kedi, köpek, bilmem ne alma, hele kışın çok olur bunlar. Sahipleri bırakıp giderler. Dışarıda bakabilirsin onlara, ama evde, evin bahçesinde asla…”

“Tamam” demiştim ben de.

Dedim demesine de bu arada bir kedi dadandı evime. Sık sık balkonuma gelen, bir süre mahzun mahzun baktıktan sonra çekip giden bir kedi…

“Herhalde aç kalmıştır. Şuna bir şeyler vereyim” diye ayağa kalktığım zaman da bir anda kaybolan…

Bir gece çalışmaya dalmıştım yine. Zamanın nasıl geçtiğini bilemedim. Saat gece yarısı 3 olmuştu. Çalıştığım masanın önünde küçücük bir pencere var. Çatı katı penceresi. Kafamı kaldırdım. Dışarıya bakmak istedim. Bir de ne göreyim. Bir çift ışıl ışıl, alev gibi yanan göz beni izliyor. Bir an boş bulundum. Ürperdim. Yine bizim kediydi.

Bir süre daha baktıktan sonra, kayboldu gitti. Karanlıklara karıştı.

Ertesi gün yine çalışmaya başlamıştım. Vakit yine gece yarısını geçmişti. Bu kez balkonumun kapısı da açıktı. Birden kedinin yıldırım hızıyla içeriye daldığını gördüm. Fazla kullanmadığım küçücük bir odam vardı. Oraya girdi. Ben de arkasından… Sonra odada kayboldu.

Tam “Nereye kaçtı bu” diye aramaya başlamıştım ki, çekyatın içinden kedi sesleri gelmeye başladı. Açtım. Baktım. Bir de ne göreyim: Üç kedi yavrusu, anaları geldiği için sevinç çığlıkları atıyorlar.

Böylece kedinin niye dolaştığını, niye uzun uzun bana baktığını anlamış oldum. Çünkü yavruları içerideydi ve benden kapıyı açmamı istiyordu. Dışarı, yürüyüşe çıkarken, ev havalansın diye, balkon kapısını açık bırakıyordum. O zaman gelip yavrularını besliyormuş meğer.

“Eyvah” dedim içimden, “Artık ev sahibi beni kapı dışarı eder, durumu haber vermeliyim…”

Ertesi gün anlattım ona olup biteni ve bir kutuda balkonda onları besleyebileceğimi söyledim.

“Olmaz” dedi.

“Şimdi ben o yavruları dışarıya çıkarırım, annesi gelir, emin bir yere taşır…”

“Taşır mı?” dedim. “Taşır” dedi.

Sonra annelerini kovalayıp, yavruları alıp, götürdü.

Aradan 10-15 dakika geçmişti ki, bir kedi feryadı duydum. İlk şaşkınlığını atlatmış, tehlikenin farkına varmıştı. Yavrularını görmek istiyordu. Ben yanına yaklaşınca, merdivenlerden 2-3 basamak iniyor, kaçıyor, sonra yeniden 3-4 basamak çıkıp, içeriye dalmak istiyordu. Adeta bana saldırıyordu…

Korku falan bitmişti. Bu arada sesinin çıktığı kadar bağırıyordu.

Ağlıyordu.

Ev sahibini buldum yeniden. Yavruları nereye koyduğunu sordum. Yerini tarif etti. Üç yavru birbirine sarılmış, bağrışıyorlardı. Başlarında da yabancı erkek bir kedi vardı… Annelerinin yanına getirdim onları. Kedi, birini aldı ağzına kayboldu. Ben başlarında bekledim. Uzun bir aradan sonra geldi, ikincisini, üçüncüsünü götürdü. Son yavrusunu götürürken, birkaç saniye gözlerini gözlerime dikti, baktı. Baktı… Teşekkür eder gibiydi sanki… Sonra kayboldu…

Kolay kolay ağlamam ben, ama birden gözyaşlarımı tutamadım. Sonra düşündüm:

Bir kedi bile üç günlük yavrusu için her çeşit tehlikeyi göze alıp sana saldırabiliyorsa; 3 gün değil, 3 ay değil, 3 yıl değil, tam 20 yıl beslediği, büyüttüğü, sevdiği, okşadığı evladını kaybeden analar ne yapsın?

Ne diyor ana:

Büyüttüm, besledim, asker eyledim  / Gitti de gelmedi canan buna ne çare  / Yandı ciğerim de canan buna ne çare…”

([email protected])

Karar verdim. - gunbatimi asker ucakgemisi

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir