PYD, İŞİD, PKK ,… PYD, İŞİD, PKK, …

ABD Başkanı D.Trump “PYD, İŞİD, PKK”dan oluşan 3 sözcük ile Türkiye’ye bir profil ve gelecek vizyonu çizdi.
Cumhurbaşkanı R.T.Erdoğan’ı bu sözcüklerle Beyaz Saray’dan uğurladı.
“PYD, İŞİD, PKK, PYD, İŞİD, PKK, PYD, İŞİD … ” 
 
*
Dün Erdoğan, Yüksek İstişare Konseyi toplantısını yapan TÜSİAD’a  AB üyeliği ve OHAL konusunda yanıt verdi.
“Bu kadar haince Türkiye’ye karşı karar alınması karşısında AB’ye halen ‘ne olur bizi alın’ mı diyeceğiz?
OHAL işadamlarımızın neyini engelledi? Herşey huzura kavuşmadan OHAL’i kaldıramayız. Kusura bakmayın” dedi…
 
*
Halbuki Başkan Trump, daha bir gün önce Erdoğan’a, Suriye’de IŞİD’e karşı mücadelede Demokratik Suriye Güçleri, Demokratik Birlik Partisi (PYD) ve Rojava Devrimcileriyle birlikte hareket edeceklerini bildirmiş,
“Benim dediğimi yaparsan, PKK konusunda destek veririm” demişti… 
 
*
Bu ifade, PKK’nın tasfiye edilmesi için söylenmemişti, çünkü;
1- PKK’nın tasfiyesi eski bir Kürt dostu ABD’nin küresel  “Demokrasi ilkelerine” aykırı kirli bir politika olurdu.
​2 -​PKK, Avrupa’nın Ortadoğu’ya ekonomik giriş kapısı ve güvenlik politikaları için stratejik anlamı yüksek Türkiye Güney ve Güneydoğu’sunun etkin bir gücüydü.
3- Ortadoğu politikasının büyük oranda şekillendirilmesinde önemli bir unsur sayılıyordu.
4- İsrail, İran’ın Suriye’deki nüfuzunun azaltılması ve İran’ın, Irak ve Suriye toprakları yoluyla Lübnan’a ulaşmasını önlemek üzere İsrail’in ve Suriye’nin kuzeyinde,
Türkiye sınırları boyunca bir Kürt cephesi oluşturulması ve İran’ın bu bölgeye yapacağı sürpriz bir saldırıya karşı İsrail’in güçlerini buraya sevk etmesine yönelik bir askeri strateji uyguluyordu. 
5- PKK’nın tasfiyesi ne İŞİD’le mücadelede ABD’ye ortaklık edecek olan Demokratik Suriye Güçleri, Demokratik Birlik Partisi (PYD) ve Rojava Devrimcileri, ne de PKK ve onu destekleyen Kürtler tarafından kabul edebilirdi.
6- PKK’nın tasfiyesi aslında IŞİD’in, El Nusra’nın ve diğerlerinin önünü açmaktı.
7- Bunların hepsi, Türkiye’nin Ortadoğu’da demokratikleşmenin önünde engel olduğu anlamındaydı.
 
*
Peki ama PKK, bu güce nasıl  ulaşmıştı,Türkiye nereye gidiyordu?
 
*
I​.Dünya Savaşı​’​nı sona erdiren Mondros Mütarekesi, 30 Ekim 1918’de imzalandığında​ Osmanlı İmparatorluğu’nun Mezopotamya toprakları,​ ​Musul hariç ​Birleşik Krallık işgali altına gir​mişti.
​İtilaf devletleri Sultan Vahdettin’i dışlamıştı, ​Nisan 1920’de kendi aralarında San Remo Konferansı’n​ı tertipledilerdi…​
Osmanlı’nın Asya ve Afrika’da bulunan Arap toprakları üzerindeki tüm haklarından vazgeçmesini, Bağımsız bir Ermenistan​ ve​ özerk bir Kürdistan’ın kurulmasını ve başka şeyleri kararlaştırdılar.
 
*
Sonra Büyük Atatürk; Cumhuriyetin ulusal bütünlüğünü “Bütün soy gururumuzu, Türk olmanın içinde buluruz” ifadesi ve “Bağımsızlıkçı, Antiemperyalist ve Çağdaş” olmak idealizmi üzerine kurdu.
 
*
Ne ki, bir süre sonra Batılı ve Türkiyeli liberaller ve sosyal demokratlar Kürtleri mesele ettiler. 
“Temsil Hakkı, Kültürün ve Ana Dilin Gelişmesi, Yönetim Sisteminde Yerindelik İlkesi”ni tartışmaya açtılar…
 
*
Prens Sabahattin, Türkiye Liberalizminin öncü siyasetçisi,
Hüseyin Cahit Yalçın, Atatürk ve İnönü devrinin yazarı ve siyasetçisiydi.
Tartıştıkları konu ise Türkiye’de yönetim sisteminin ekonomik ve sosyal kalkınmaya neden olabilmesi için  “Yerindelik İlkesinin” işletilmesi meselesiydi.
İkisi de kalkınmanın “Yerindelik ilkesine” sıkı sıkı bağlı olduğuna inanıyordu ki; fark şuydu;
Prens Sabahattin sistemin yerindenlik üzerine kurulmasını, Cahit Yalçın yerindenliğin güçlendirilmesini savunuyordu.
Aynı şey üzerinde farklı iki oluşumdan bahsediliyordu…
 
*
Türkiye bu güne Cahit Yalçın’ın düşüncesi yolunda aktı.
Ama tartışma hep gelişerek devam etti.
Bülent Ecevit, Atatürk ilke ve devrimleri emanetinde olan CHP’ye “Ortanın Solu”nu ya da “Demokratik Sol”u,
Deniz Baykal “Sosyal Demokrat” ilkeleri sokuşturdu.
Açılan aralıktan ne kadar siyasi fikir varsa girdi ve CHP; giderek Kemalist ideolojinin tüketilmesinin ana odağı oldu.
Şimdi Dersimli Kemal Kılıçdaroğlu, Atatürk’ün kemiklerini sızlatıyor… 
 
*
1961 ve 1982 Anayasaları yönetim sistemini “Mahalli İdareler, il, belediye veya köy halkının müşterek mahalli ihtiyaçlarını karşılayan ve genel karar organları halk tarafından seçilen kamu tüzel kişileridir.” şeklinde belirtti.
Üstelik 1982 Anayasası, “Merkezi İdare, Mahalli İdareler üzerinde idari vesayet yetkisine sahiptir” kuralını da getirdi.
 
*
Ama ABD ve İsrail zayıflatılmış Kemalist ideolojide Türkiye’ye; Marmara sermayesinin doymak bilmez iştahını da kullanarak,
R.T.Erdoğan’ın partisinin devleti ve F.Gülen’in cemaatinin derin devleti oluşturduğu bir yapıyı egemen ettiler.
 
*
Ana perspektif, Arap İsyanı ve Türkiye-Irak-Suriye üçgenindeki bölgesel dinamikte reelpolitik gerçekler ve idealist taahhütler arasında bir ahengin kurulmasıydı. 
​Ne ​Türk vatandaşlığının sosyolojik tanımlanmasına​ ne de​ devletin herhangi bir üst kimlik tasarlama girişimine geçit verildi.
​E​şit yurttaşlık garantisi ile​ ​Kürt sorununun çözümü girişiminin desteklenmesi​ istendi…
 
*
Doğrusu, paralel yapılı AKP devleti; Ortadoğu’da sosyolojiler değişirken çıkacak mezhepsel ve etnik kimliklerin ulusal ya da bölgesel çatışmalara neden olmaması,
PKK’nın dağdan indirilip siyaset zeminine çekilmesi,
2023 ufku ile Türkiye toprakları ve İran’ın batısından Irak’ın kuzeyine, Suriye’nin kuzeyinden doğusunda Akdeniz’e ulaşan koridorda Ortadoğu İslamcı Konfederal Devleti’nin oluşturulması,
Bunun için Başkanlık Sistemini kapsayan, milliyetçi değil çoğunlukçu ve otoriter olması gereken bir Türkiye için anlaşmıştı.
 
*
Bu sırada PKK’da kristalleşen Kürt Hareketi giderek,
Demokratik anayasa, ulus, vatan ve siyaset talepleri için örgütlenmeyi hedefleyen Demokratik ilkede,  
Türkiye ile barış için toplumsal mutabakatın niteliğini belirleyen Savaş ve Barış ilkesinde,  
Türkiye, Irak, Suriye ve İran Kürtlerinin ortaklığını gösteren Birlik ilkesinde,
Yeni nesillerin yetiştirilmesi amaçlayan Kültürel Haklar ilkesinde,
Siyaset  yapma özgürlüğü ve hareketin kitleleşmesi anlamında Demokratik Siyaset ilkesinde pekişirken,
Paralel yapılı AKP devleti buna göz yumuyordu.
 
*
PKK, gerilla savaşında da çok yetkinleşti.
Silah ve iletişim teknolojisinde geride kaldığı için  “Şehirler Savaşı”na ya da “Hendek Savaşına” girişti. 
PKK direnirken bütün Kürtlerin yaşadığı coğrafyalarda ciddi ağırlık kazanıyordu.
Çünkü yoğun diplomatik temaslarla  dünya kamuoyuna ve uluslararası siyaset gündemine girmeyi başarıyorlardı…
 
*
Uluslararası camiada giderek Kürtleri, Türkiye’nin azınlıkları olarak tanımaya başladı.
Bu sırada Arap İsyanı ve Türkiye-Irak-Suriye üçgenindeki bölgesel dinamikte öngörülen reelpolitik  başka bir şekilde gelişiyor,
Müslüman Kardeşler Örgütü odaklı İslamcı Cihad terörizmi giderek dünyanın kabusu oluyordu.
 
*
Batı bu noktada Türkiye’de dini lider F.Gülen ve cemaatinin tıpkı Mısır’da olduğu gibi kök saldığı her noktadan savrulup atılmasını istedi.
Belli ki; Batı, İslamcı Cihad ideolojisinin ve bu ideolojinin siyasi lideri Erdoğan’ın da tasfiyesinin takipçisiydi…
 
*
15 Temmuz’da Erdoğan, başarısızlığa kurgulanmış FETÖ darbesine, OHAL idaresi altında otoriter önlemlerle yanıt verdi.
Avrupa bir taraftan şaşırtıcı sayıda tutuklanan, gözaltına alınan ve işten çıkarılanlarla ilgili herhangi bir cezaî veya terörist faaliyetle ilişkileri gösteren kanıtların yetersiz,    
Süregiden temizliğin ise Erdoğan’ın karşıtlarıyla hesaplaşma ve onları susturmakla ilgili olduğuna ilişkin,kendine büyük kaygı veren bir düşünceye girdi.
 
*
Avrupa bir taraftan da, daha önce AB adına Başbakan Merkel ile Erdoğan yönetimi arasında gerçekleşen sığınmacılar konusundaki anlaşmaya yönelik bir muhalefet başlattı.
Çünkü, anlaşmaya rağmen Türkiye, ne terör yasasını değiştiriyor ne de ” tüm AB ülkeleri” vatandaşlarına ayrımcılık yapmaksızın Türk topraklarına vizesiz giriş hakkını tanıyordu.
 
*
Çünkü, terör yasasında değişiklikler, AB müktesabatında “Temsil Hakkı, Kültürün ve Ana Dilin Gelişmesi, Yönetim Sisteminde Yerindelik İlkesi” nin geliştirilmesiyle ilgiliydi
“Tüm AB ülkeleri” vurgusu ise yine muktesabatla ilgili Türkiye’nin devlet olarak tanımadığı Güney Kıbrıs’a işaretle, “Güney Kıbrıs Rum Kesimi” ifadesi yerine “Kıbrıs Cumhuriyeti” ifadesinin kullanılması,
Böylelikle Türkiye’nin “Rum egemenliğini kabul etmesi” yani “Kıbrıs sorununun” ortadan kalkması anlamına geliyordu…
 
*
Bu sırada Avrupa, Ankara’ya çok fazla bel bağlamanınOrtadoğu’daki çıkarların kovalamasına engel oluşturduğunu kavradı.
ABD yönetimi ise bölgede böylesi stratejik bir sıkışmaya katlanamazdı.
 
*
Bu yüzden Washington, işte gördüğünüz üzere Erdoğan yönetimi üzerindeki baskıyı arttırıyor.
Avrupa ise ABD yönetiminin de desteği ile PKK sırtından Ortadoğu’ya ekonomik ve siyasi bir kapı açmanın peşindedir.
Bunun için AB, Türkiye’yi yavaş yavaş ekonomik ve siyasi tecrite alıyor…
 
*
Çıkmaz bir yoldan çıkışın derdinde olan Erdoğan, bu nedenle “Bu kadar haince Türkiye’ye karşı karar alınması karşısında AB’ye halen ‘ne olur bizi alın’ mı diyeceğiz?
Herşey huzura kavuşmadan OHAL’i kaldıramayız, kusura bakmayın” diyor.
TÜSİAD ise giderek ektiğini biçeceği günlerine yakınlaşıyor…
 
*
HDP Eş Genel Başkan Selahattin Demirtaş, 20 Mayıs’ta yapılacak Kongre’de;
Yeni Türkiye Devletine, yeni bir “Demokratikleşme ve Barış Planı” çağrısında bulunmaya hazırlanıyor.
 
 
20.5.2017
ABD Başkanı D.Trump "PYD, İŞİD, PKK"dan oluşan 3 sözcük ile Türkiye'ye bir profil ve gelecek vizyonu çizdi.
Cumhurbaşkanı R.T.Erdoğan'ı bu sözcüklerle Beyaz Saray'dan uğurladı.
"PYD, İŞİD, PKK, PYD, İŞİD, PKK, PYD, İŞİD ... " 
 
*
Dün Erdoğan, Yüksek İstişare Konseyi toplantısını yapan TÜSİAD'a  AB üyeliği ve OHAL konusunda yanıt verdi.
"Bu kadar haince Türkiye'ye karşı karar alınması karşısında AB'ye halen 'ne olur bizi alın' mı diyeceğiz?
OHAL işadamlarımızın neyini engelledi? Herşey huzura kavuşmadan OHAL'i kaldıramayız. Kusura bakmayın" dedi...
 
*
Halbuki Başkan Trump, daha bir gün önce Erdoğan'a, Suriye'de IŞİD'e karşı mücadelede Demokratik Suriye Güçleri, Demokratik Birlik Partisi (PYD) ve Rojava Devrimcileriyle birlikte hareket edeceklerini bildirmiş,
"Benim dediğimi yaparsan, PKK konusunda destek veririm" demişti... 
 
*
Bu ifade, PKK'nın tasfiye edilmesi için söylenmemişti, çünkü;
1- PKK'nın tasfiyesi eski bir Kürt dostu ABD'nin küresel  "Demokrasi ilkelerine" aykırı kirli bir politika olurdu.
​2 -​PKK, Avrupa'nın Ortadoğu'ya ekonomik giriş kapısı ve güvenlik politikaları için stratejik anlamı yüksek Türkiye Güney ve Güneydoğu'sunun etkin bir gücüydü.
3- Ortadoğu politikasının büyük oranda şekillendirilmesinde önemli bir unsur sayılıyordu.
4- İsrail, İran'ın Suriye'deki nüfuzunun azaltılması ve İran'ın, Irak ve Suriye toprakları yoluyla Lübnan'a ulaşmasını önlemek üzere İsrail'in ve Suriye'nin kuzeyinde,
Türkiye sınırları boyunca bir Kürt cephesi oluşturulması ve İran'ın bu bölgeye yapacağı sürpriz bir saldırıya karşı İsrail'in güçlerini buraya sevk etmesine yönelik bir askeri strateji uyguluyordu. 
5- PKK'nın tasfiyesi ne İŞİD'le mücadelede ABD'ye ortaklık edecek olan Demokratik Suriye Güçleri, Demokratik Birlik Partisi (PYD) ve Rojava Devrimcileri, ne de PKK ve onu destekleyen Kürtler tarafından kabul edebilirdi.
6- PKK'nın tasfiyesi aslında IŞİD'in, El Nusra'nın ve diğerlerinin önünü açmaktı.
7- Bunların hepsi, Türkiye'nin Ortadoğu'da demokratikleşmenin önünde engel olduğu anlamındaydı.
 
*
Peki ama PKK, bu güce nasıl  ulaşmıştı,Türkiye nereye gidiyordu?
 
*
I​.Dünya Savaşı​'​nı sona erdiren Mondros Mütarekesi, 30 Ekim 1918'de imzalandığında​ Osmanlı İmparatorluğu'nun Mezopotamya toprakları,​ ​Musul hariç ​Birleşik Krallık işgali altına gir​mişti.
​İtilaf devletleri Sultan Vahdettin'i dışlamıştı, ​Nisan 1920'de kendi aralarında San Remo Konferansı'n​ı tertipledilerdi...​
Osmanlı'nın Asya ve Afrika'da bulunan Arap toprakları üzerindeki tüm haklarından vazgeçmesini, Bağımsız bir Ermenistan​ ve​ özerk bir Kürdistan'ın kurulmasını ve başka şeyleri kararlaştırdılar.
 
*
Sonra Büyük Atatürk; Cumhuriyetin ulusal bütünlüğünü "Bütün soy gururumuzu, Türk olmanın içinde buluruz" ifadesi ve "Bağımsızlıkçı, Antiemperyalist ve Çağdaş" olmak idealizmi üzerine kurdu.
 
*
Ne ki, bir süre sonra Batılı ve Türkiyeli liberaller ve sosyal demokratlar Kürtleri mesele ettiler. 
"Temsil Hakkı, Kültürün ve Ana Dilin Gelişmesi, Yönetim Sisteminde Yerindelik İlkesi"ni tartışmaya açtılar...
 
*
Prens Sabahattin, Türkiye Liberalizminin öncü siyasetçisi,
Hüseyin Cahit Yalçın, Atatürk ve İnönü devrinin yazarı ve siyasetçisiydi.
Tartıştıkları konu ise Türkiye'de yönetim sisteminin ekonomik ve sosyal kalkınmaya neden olabilmesi için  "Yerindelik İlkesinin" işletilmesi meselesiydi.
İkisi de kalkınmanın "Yerindelik ilkesine" sıkı sıkı bağlı olduğuna inanıyordu ki; fark şuydu;
Prens Sabahattin sistemin yerindenlik üzerine kurulmasını, Cahit Yalçın yerindenliğin güçlendirilmesini savunuyordu.
Aynı şey üzerinde farklı iki oluşumdan bahsediliyordu...
 
*
Türkiye bu güne Cahit Yalçın'ın düşüncesi yolunda aktı.
Ama tartışma hep gelişerek devam etti.
Bülent Ecevit, Atatürk ilke ve devrimleri emanetinde olan CHP'ye "Ortanın Solu"nu ya da "Demokratik Sol"u,
Deniz Baykal "Sosyal Demokrat" ilkeleri sokuşturdu.
Açılan aralıktan ne kadar siyasi fikir varsa girdi ve CHP; giderek Kemalist ideolojinin tüketilmesinin ana odağı oldu.
Şimdi Dersimli Kemal Kılıçdaroğlu, Atatürk'ün kemiklerini sızlatıyor... 
 
*
1961 ve 1982 Anayasaları yönetim sistemini "Mahalli İdareler, il, belediye veya köy halkının müşterek mahalli ihtiyaçlarını karşılayan ve genel karar organları halk tarafından seçilen kamu tüzel kişileridir." şeklinde belirtti.
Üstelik 1982 Anayasası, "Merkezi İdare, Mahalli İdareler üzerinde idari vesayet yetkisine sahiptir" kuralını da getirdi.
 
*
Ama ABD ve İsrail zayıflatılmış Kemalist ideolojide Türkiye'ye; Marmara sermayesinin doymak bilmez iştahını da kullanarak,
R.T.Erdoğan'ın partisinin devleti ve F.Gülen'in cemaatinin derin devleti oluşturduğu bir yapıyı egemen ettiler.
 
*
Ana perspektif, Arap İsyanı ve Türkiye-Irak-Suriye üçgenindeki bölgesel dinamikte reelpolitik gerçekler ve idealist taahhütler arasında bir ahengin kurulmasıydı. 
​Ne ​Türk vatandaşlığının sosyolojik tanımlanmasına​ ne de​ devletin herhangi bir üst kimlik tasarlama girişimine geçit verildi.
​E​şit yurttaşlık garantisi ile​ ​Kürt sorununun çözümü girişiminin desteklenmesi​ istendi...
 
*
Doğrusu, paralel yapılı AKP devleti; Ortadoğu'da sosyolojiler değişirken çıkacak mezhepsel ve etnik kimliklerin ulusal ya da bölgesel çatışmalara neden olmaması,
PKK'nın dağdan indirilip siyaset zeminine çekilmesi,
2023 ufku ile Türkiye toprakları ve İran'ın batısından Irak'ın kuzeyine, Suriye'nin kuzeyinden doğusunda Akdeniz'e ulaşan koridorda Ortadoğu İslamcı Konfederal Devleti'nin oluşturulması,
Bunun için Başkanlık Sistemini kapsayan, milliyetçi değil çoğunlukçu ve otoriter olması gereken bir Türkiye için anlaşmıştı.
 
*
Bu sırada PKK'da kristalleşen Kürt Hareketi giderek,
Demokratik anayasa, ulus, vatan ve siyaset talepleri için örgütlenmeyi hedefleyen Demokratik ilkede,  
Türkiye ile barış için toplumsal mutabakatın niteliğini belirleyen Savaş ve Barış ilkesinde,  
Türkiye, Irak, Suriye ve İran Kürtlerinin ortaklığını gösteren Birlik ilkesinde,
Yeni nesillerin yetiştirilmesi amaçlayan Kültürel Haklar ilkesinde,
Siyaset  yapma özgürlüğü ve hareketin kitleleşmesi anlamında Demokratik Siyaset ilkesinde pekişirken,
Paralel yapılı AKP devleti buna göz yumuyordu.
 
*
PKK, gerilla savaşında da çok yetkinleşti.
Silah ve iletişim teknolojisinde geride kaldığı için  "Şehirler Savaşı"na ya da "Hendek Savaşına" girişti. 
PKK direnirken bütün Kürtlerin yaşadığı coğrafyalarda ciddi ağırlık kazanıyordu.
Çünkü yoğun diplomatik temaslarla  dünya kamuoyuna ve uluslararası siyaset gündemine girmeyi başarıyorlardı...
 
*
Uluslararası camiada giderek Kürtleri, Türkiye'nin azınlıkları olarak tanımaya başladı.
Bu sırada Arap İsyanı ve Türkiye-Irak-Suriye üçgenindeki bölgesel dinamikte öngörülen reelpolitik  başka bir şekilde gelişiyor,
Müslüman Kardeşler Örgütü odaklı İslamcı Cihad terörizmi giderek dünyanın kabusu oluyordu.
 
*
Batı bu noktada Türkiye'de dini lider F.Gülen ve cemaatinin tıpkı Mısır'da olduğu gibi kök saldığı her noktadan savrulup atılmasını istedi.
Belli ki; Batı, İslamcı Cihad ideolojisinin ve bu ideolojinin siyasi lideri Erdoğan'ın da tasfiyesinin takipçisiydi...
 
*
15 Temmuz'da Erdoğan, başarısızlığa kurgulanmış FETÖ darbesine, OHAL idaresi altında otoriter önlemlerle yanıt verdi.
Avrupa bir taraftan şaşırtıcı sayıda tutuklanan, gözaltına alınan ve işten çıkarılanlarla ilgili herhangi bir cezaî veya terörist faaliyetle ilişkileri gösteren kanıtların yetersiz,    
Süregiden temizliğin ise Erdoğan'ın karşıtlarıyla hesaplaşma ve onları susturmakla ilgili olduğuna ilişkin,kendine büyük kaygı veren bir düşünceye girdi.
 
*
Avrupa bir taraftan da, daha önce AB adına Başbakan Merkel ile Erdoğan yönetimi arasında gerçekleşen sığınmacılar konusundaki anlaşmaya yönelik bir muhalefet başlattı.
Çünkü, anlaşmaya rağmen Türkiye, ne terör yasasını değiştiriyor ne de " tüm AB ülkeleri" vatandaşlarına ayrımcılık yapmaksızın Türk topraklarına vizesiz giriş hakkını tanıyordu.
 
*
Çünkü, terör yasasında değişiklikler, AB müktesabatında "Temsil Hakkı, Kültürün ve Ana Dilin Gelişmesi, Yönetim Sisteminde Yerindelik İlkesi" nin geliştirilmesiyle ilgiliydi
"Tüm AB ülkeleri" vurgusu ise yine muktesabatla ilgili Türkiye'nin devlet olarak tanımadığı Güney Kıbrıs'a işaretle, "Güney Kıbrıs Rum Kesimi" ifadesi yerine "Kıbrıs Cumhuriyeti" ifadesinin kullanılması,
Böylelikle Türkiye'nin "Rum egemenliğini kabul etmesi" yani "Kıbrıs sorununun" ortadan kalkması anlamına geliyordu...
 
*
Bu sırada Avrupa, Ankara'ya çok fazla bel bağlamanınOrtadoğu'daki çıkarların kovalamasına engel oluşturduğunu kavradı.
ABD yönetimi ise bölgede böylesi stratejik bir sıkışmaya katlanamazdı.
 
*
Bu yüzden Washington, işte gördüğünüz üzere Erdoğan yönetimi üzerindeki baskıyı arttırıyor.
Avrupa ise ABD yönetiminin de desteği ile PKK sırtından Ortadoğu'ya ekonomik ve siyasi bir kapı açmanın peşindedir.
Bunun için AB, Türkiye'yi yavaş yavaş ekonomik ve siyasi tecrite alıyor...
 
*
Çıkmaz bir yoldan çıkışın derdinde olan Erdoğan, bu nedenle "Bu kadar haince Türkiye'ye karşı karar alınması karşısında AB'ye halen 'ne olur bizi alın' mı diyeceğiz?
Herşey huzura kavuşmadan OHAL'i kaldıramayız, kusura bakmayın" diyor.
TÜSİAD ise giderek ektiğini biçeceği günlerine yakınlaşıyor...
 
* HDP Eş Genel Başkan Selahattin Demirtaş, 20 Mayıs'ta yapılacak Kongre'de;
Yeni Türkiye Devletine, yeni bir "Demokratikleşme ve Barış Planı" çağrısında bulunmaya hazırlanıyor.  
 
20.5.2017 - merkel

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir