ABD Başkanı D.Trump, T.Erdoğan’ı Beyaz Saray’da konuk ederken “uzun ve zorlu” geçeceğini söylediği görüşme,”tamam değil devam, nokta değil virgül” niyetiyle tamamlandı.
İkisinin de ilk yüzyüze görüşmeleri bu güne kadar görülen en olumsuz medya ortamında ve şu görüntü eşliğinde yapıldı…
*
ABD; Ulusal Güvenlik Stratejisinde dört çıkarını bütün dünya için “Güvenlik, Refah, Değerler ve Uluslararası Düzen” başlıklarında belirlemiştir.
Bu perspektif; hem Dünya Ticaret Örgütü bileşeninde yapılan ekonomik ve siyasi anlaşmalar ile bölgesel ve ikili serbest ticaret anlaşmalarıyla oluşturulmuş küresel serbest piyasaların,
Hem de ülkelerin uyum kapasitelerine verilen teşvikle, ekonomilerin rekabetçi baskılara ve diğer serbest piyasa güçlerine dayanabileceği bir ekonomi varlığı içinde olmasının temini ve demokrasi yani hukukun üstünlüğü, insan hakları ve azınlık haklarının güvenceye alınması suretiyle sağlanıyor…
*
Ancak Dünya beraberlikler ve karşıtlar düzleminde yol alıyor…
Karşıtlar meşruiyeti ve güvenilirlik sorunu ile tartışılan BM Güvenlik Konseyinde mevcut statükonun değiştirilmesini istiyor.
Uluslararası hukukun üstünlüğünün, eski dünyayı düzenleyen gerek ekonomik gerek siyasi kuruluşlarla uluslararası sistem ağlarına yansıtılmasının mücadelesi veriliyor.
*
Bununla birlikte, Başkan D.Trump’ın halefleri; Sünni Arap ülkelerinde ve Türkiye’de dinin demokrasiye aykırı olmadığı teziyle İslamcı rejimler geliştirmişlerdir.
Bunlar da kitlelerine Batı’nın İslam ve mukaddesatlarına savaş açtığı, Müslüman halklara her türlü zulme maruz bıraktıkları fikrini azmettirmiş;
İslamcı radikalizm bütün dünyayı tehdit eder olurken, Batı’da herhangi bir din’in demokrasi ile eşlenik edilmesi fikri çökmüştür…
*
Bu noktada Başkan Trump, samimi olarak öncelikle İslamcı radikalizmini lağvetmek amacındadır.
Suriye Devlet Başkanı B.Esad’ın, “Eğer Şam’da rejim devrilirse, Orta Doğu’dan Uzak Doğu’ya kadar geniş bir coğrafya karışır, istikrarsız hâle gelir” iddiası,
Rusya Devlet Başkanı V.Putin’in, “Bütün savaşan güçlerin ortak tehdit kabul ettiği radikal terör örgütleriyle mücadele için Suriye ve Irak orduları ile “Kürt güçleri” ve diğer ülkelerin de dahil olduğu yeni bir uluslararası koalisyonun kurulması, terör örgütlerinin tasfiyesi ardından ülkelerinde nasıl yaşamak istediklerini müzakere etmeleri” stratejisi bileşkesini destekliyor.
*
Böylece Suriye İç Savaşı’nın ulusal bir misak çerçevesinde egemenlik, bağımsızlık, toprak bütünlüğüne tutunan yeni bir Suriye ile barışa doğru gideceği umudu doğmuştur.
Barışın kilit noktasını, Suriye’de anayasa ve yargı sistemini öne koyabilmek için savaş ve insanlık suçları işleyenlerin ayırt edilmesi:
İşlenen suçların BM güvencesinde savaş ve terörle mücadele hukukunun gelişmesi doğrultusunda kategorize edilmesi belirleyecektir.
Bu durum hukuken D.Trump’ın haleflerini ve kimi Demokrat çevrelerin de yargıya taşınacağı bir sürece yakın olunduğu anlamına geliyor….
*
Bu yüzden Washington’da Cumhuriyetçi ve Demokrat egemenler arasında bir ölüm kalım savaşı yaşanıyor.
İşte, ABD eski başkan Obama, Dışişleri Bakanı H.Clinton ve yakın çevreleri; Donald Trump’la mücadele etmek için yoğun olarak medya kanallarından yararlanıyor.
Washington’da siyasi kirlilikten göz gözü görmüyor…
*
Medya son olarak, halihazırda görevde olan ve eski ABD’li yetkililere dayandırdığı haberlerle Başkan Trump’ın,
Rusya Dışişleri Bakanı S.Lavrov’la İŞİD hakkında son derecede gizli bilgiler paylaştığını iddia ediyor. Bir kaşık suda fırtına kopuyor.
Aslında halefler; ABD askeri liderliğinin de istediği üzere Suriye, Irak ve Afganistan’da yeni ulus inşası sürecinin kalıcı savaşla sağlanmasını, o sırada İslamcı radikalizm ile ortak mücadele eden Rusya ve ABD’nin birbirinden ayrılmasını hedefliyor.
Başkan Trump ise terörizm ve havayolları güvenliği konularında bilgi paylaştığını doğruluyor ve “Bilgi paylaşımı,başkan olarak benim hakkımdır” derken,
Rusya ile müşterek yürütülen İslamcı radikalizm mücadelesine yönelik kararlılığını gösteriyor…
*
Türkiye, geçen Temmuz’da askeri darbenin acı verici deneyiminden geçmiş, Erdoğan hükümetinin orantısız tepki vermesi ve önlemlerin bir çoğu;
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın iktidarı ele geçirme amacına hizmet ettiği izlenimi vermiştir.
Nitekim, şaibeli bir referandumla mevcut parlamenter demokrasi kaldırılmış, “Tek Adam Başkanlık Sistemi” ve bunu kuvvetlendiren bir dizi anayasa değişikliği onaylanmıştır.
*
Bu durum, ne ABD’nin Ulusal Güvenlik Stratejisine ne de AB üyeliği için şart olan kriterlere uyuyor.
Tamamiyle demokratik siyasetin esasına aykırı bir görünüm arz ediyor.
Üstelik Erdoğan’ın muhafazakar liberal kılığa bürünmüş,
Aslında insanları çağdaş düzeyi sorgulama, yakalama ve aşma anlayışından, insan hakları, düşünce, inanç ve girişim özgürlüklerinden, laik hukuk devleti, katılımcı demokrasi, liberal ekonominin benimsendiği bir toplumsal düzenin oluşmasına katkı koyma iddiasından kopuk Müslüman Kardeşler Örgütünden çıkma İslamcı radikalizmin lideri olduğu da biliniyor.
*
Halefi ve çevresinin ağır saldırılarıyla meşruiyeti sarsılan ve ülkesinin temel demokratik ilkelerine aykırı hareket ettiği öne sürülen Başkan Trump, İslam halifesi iddiasında bu Erdoğan’ı Beyaz Saray’da ağırlıyor.
Kendi imajı açısından demokrasi açığına neden olduğu özellikle vurgulanan Erdoğan ile bir arada gözükmekten elbette hoşnut değildir.
Belki bu yüzden, Beyaz Saray’daki görüşme Barack Obama görüşmelerinin diplomatik zerafetinden yoksun, ayaküstü bir görünüm vermiştir…
*
Zaten Erdoğan’ın ne diyeceği haftalar öncesinden bellidir.
Ne ki, ABD’nin YPG’yi silahlandırma politikasına yapılan itirazlar, Trump’ın bu politikasının değişmeyeceği söylemlerinde eriyip gitmiştir.
Erdoğan, kendisi gibi bir hükümdar olmayan Trump’ın, Fethullah Gülen ve Rıza Zarrab’ın iadesine karar veremeyeceğini de biliyor olmalıydı.
Üstelik Gülen ve Zarrab, Trump’ın Erdoğan’ı kontrol etmek için elinde tuttuğu kozlardı…
Erdoğan yine de basın toplantısında notlarını bir çırpıda okudu.
YPG’nin muhatap alınmasının uygun olmadığını söyledi, doğrusu akıl verirken sıkı bir “Kasımpaşalı” örneğiydi.
Heyetler arası görüşmeler ise öğle yemeğine bırakıldı ki, orada da onca birikmiş sorunun çözülmesine dair somut adımlar atılması mümkün değildi…
*
Erdoğan, Suriye’deki rejim değişikliği savaşında İslamcı asileri desteklemiş ve Suriye krizinin ortaya çıkmasında çok büyük rol oynamış;
Bütün bu süreçte Lâik Türkiye’nin “Yurtta Barış ,Dünyada Barış” temelindeki dış politikasını;
Batı Medeniyetinden ayrılmak ve İslam Medeniyetine dönmeyi hedefleyen saldırgan bir vizyonla değiştirmiş:
Giderek çekildiği bu noktada Suriye kuzeyine Müslüman Kardeşlerin uzantısı Sünni Arapların yerleşmesini:
Ardından Irak’ta Barzani Kürdistanı ve Suriye’de Müslüman Kardeşler uzantısı Sünni Araplar üzerinden,bu topraklarda İslamcı genişlemeyi ve hidrakarbon kaynaklarının da çok yakınında olmayı hedefliyordu.
*
Halbuki,Beyaz Saray’da Başkan Trump, Türkiye’nin İŞİD ve PKK tehdine karşı korunacağını söyledi.
Suriyeli Kürt milis gücü Halk Savunma Birlikleri’ne verdikleri silahların Türkiye’deki PKK militanları tarafından kullanılmayacağının,
Türkiye isterse PKK ile mücadelesinde geniş istihbarat vereceğinin garantisini verdi.
Bu teminat Türkiye’nin geleneksel “Yurtta Barış, Dünyada Barış” dış politikasına çekilmesi,
PKK için yeni bir çözüm süreci geliştirilmesinin teşvik edilmesi,
R.T.Erdoğan’ın İslamcı ideolojisinin çökmeye yazmakta olduğu anlamına geldi.
Ama AKP’li Cumhurbaşkanı’nın yeni bir Kürt Sorununa çözüm süreci başlatması mümkün görülmüyor
*
Şimdi gözler Başkan Trump ve Erdoğan’ın katılacağı, 25 Mayıs’ta Brüksel NATO Zirvesi’ndedir.
18.5.2017