Bu millet, yetmiş yıldan beri masal dinliyor…
İktidarı da muhalefeti de halka masal anlatıyor…
Birisi bırakıyor, ötekisi başlıyor… Bazen ikisi birlikte üstleniyor işi… Dostça, kardeşçe birlikte götürüyor…
Bazen de adlarını değiştiriyorlar… “Adalet” oluyor, “Güven”, “Halk”, “Kalkınma”, “Vatan” oluyor…
Arada bir aralarında tatsızlıklar da çıkıyor elbette… Birbirlerine sert sözlerle sataşıyorlar… Küfürler havada uçuşuyor… Küfürlerin bini beş paraya gidiyor…
Ne namus kalıyor, ne şeref…
İnsanı insan yapan tüm ahlak, kişilik niteliklerini ayaklar altına alıyorlar… Veryansın ediyorlar birbirlerine…
Ama bir süre sonra bulutlar dağılıyor… Güneş açıyor… Buzlar eriyor, ortalık bahar oluyor… Biraz önce birbirlerine ağza alınmayacak hakaretleri yapanlar gidiyor, yerine dost, kardeş, uyumlu insanlar geliyor…
Birbirlerine sarılıyorlar… Öpüşüyorlar… Sanki bütün o ağır, edepsiz, çirkin lafları ben söylemişim gibi… Sanki referandum seçimi ile Cumhuriyeti oylamaya ben sokmuşum gibi…
Kaldıkları yerden, güle oynaya masal anlatmaya devam ediyorlar… Ağızları kulaklarında, pişmiş kelle gibi sırıtarak… Meclisteki kucaklaşma resimlerini hep birlikte gördük, fazla söze gerek yok…
İşin içine menfaat, çıkar, makam – mevki, koltuk sevdası girince iktidarı ile muhalefeti ile hemen birleşip bütünleşiyorlar…
Tek parça oluyorlar… Bir elmanın yarısı…
Arada bir “Sine-i millete dönmek…” falan filan lafları etseler de çabuk vazgeçiyorlar… Hemen “Sine-i Meclise” dönüyorlar…
Ama halk hep onları dinliyor… Sürekli dinliyor…
Bazen de şaşkın, öfkeli, korkulu gözlerle seyrediyor… Olup bitenden bişey anlamıyor…
Şimdi soracaksınız bana: “Peki arkadaş, bu memlekette hiç gerçek muhalefet yapan politikacı, gazeteci, sanatçı, vatandaş, delikanlı yok mu?”
Elbette var… Elbette haksızlıklara, hukuksuzluklara karşı koyanlar, direnenler çok oldu… Ama onların yeri ya kara toprak, ya mapusane, ya işkence odaları oldu…
Nazımlar, Sabahattin Aliler, Denizler, Mahirler, Yusuflar, Sinanlar bu yiğitlik yolunda canlarını verdiler… Gençliklerini tükettiler… Yıllarca zindanlarda tutsak edildiler…
Çünkü gerçek muhalefet yoktu.
Çünkü memleket sahtekârlar ordusuyla kuşatılmıştı… Çünkü “Türkiye’nin yüzde 10’luk hain kontenjanı var” diye boşuna söylememişti Attila İlhan…
Peki, Deniz Gezmiş ne demişti?
“Baba, biz Türkiye’nin 2. Kurtuluş savaşçılarıyız. Elbette ki hapislere atılacağız, kurşunlanacağız da. Tıpkı 1. Kurtuluş savaşında olduğu gibi. Ama bu toprakları yabancılara bırakmayacağız. Ve bir gün mutlaka yeneceğiz onları.
Düşün baba, bugün hükümet, işini gücünü bırakmış bizimle uğraşıyor. ÇÜNKÜ BİZDEN BAŞKA GERÇEK MUHALEFET KALMAMIŞ DURUMDA. Ve hepsi Kemalist çizgiden sapmışlar. Ve tarih önünde hüküm giymiş durumdadırlar. Biz çoktan onları tarihin çöplüğüne atmış durumdayız…”
Evet, bu ülke, Atatürk’ten başka gerçek muhalefet görmedi…
Hatta emperyalist devletler karşısında mağlup olabileceğini de hesaba katan o yüce önder, böyle bir durumla karşılaşırsa, onları yeniden vatanımızdan kovabilmek için, bir gerilla savaşı vermeyi bile düşünüyordu. Bu nedenle Diyap Ağaya sormuştu:
“Bir gün bu taraflara gelirsem, Hazro Dağları beni saklar mı?”
UZUN SÖZÜN KISASI:
Ülkemizde elbirliği ile bir “Referandum oyunu” oynandı… Kemalist rejim oylamaya sunuldu… Şimdi de bir takım ayak oyunları ile bunu 2019’da meşrulaştırmaya çalışıyorlar…
Yani vatan elden gidiyor… Ülkemiz “Federe İslam Cumhuriyeti”ne doğru yol alıyor… Yargıçların “KADI” olacağı günlere doğru ilerliyoruz… Ama biz hâlâ masal anlatmakla meşgulüz…
Salon salon, kapı kapı dolaşıp “Türkiye’de darbenin nasıl gerçekleştiğini” açıklıyoruz…
Ama yeter artık… Yeter… Sen bu darbe karşısında ne yapıyorsun… Cumhuriyetin yıkılmasını önlemek için ne gibi önlemler alıyorsun?
Hangi eylemi, hangi direnişi ortaya koyuyorsun? Samsun’a ne zaman çıkacaksın?
Bir grup partili de açmış ağzını, AKP’nin antiemperyalist olduğundan dem vuruyor… Atatürk’e yapılan sövgüler karşısında tek sözcük söylemeyen başkanların, başbakanların, kurmay başkanlarının 2. Kurtuluş Savası verdiğini iddia ediyor…
Atatürk’ü sevmeyen, Atatürk’ü tarihten silmeye çalışanlar nasıl olur da “Tam Bağımsızlık Savaşçısı” olur? Nasıl olur da tam bağımsızlık savaşı verir?
Hiç kuşkunuz olmasın, yarın, sömürgecilerle onların anlaştıklarını görünce, özeleştiri yapacaklar, ”Bizi yanılttılar, yanılmışız, halkımızdan özür diliyoruz” diyecekler, yollarına devam edecekler…
Biz de diyeceğiz ki onlara: “Bu kaçıncı yanılma? Bırakın artık masal anlatmayı… Yol yakınken, iş işten geçmeden, gerçekler dünyasına dönün… Ne kendinizi aldatın ne de halkımızı…”
Bir yanıt yazın