Atatürk düşmanlarının, Atatürk’e üç önemli saldırı noktası vardır. Bunlardan birincisi, onun din ve din adamı düşmanlığı, ikincisi rakı sofrası, üçüncüsü de yatak odasıdır. Bu adamlara göre; Atatürk’ün bütün hayatı sanki yatak odası ile rakı sofrası arasında geçmiş, bu iki nokta arasında gelip giderken de sürekli din ve din adamlarını pasifize etmek için planlar yapmakla, kumpaslar kurmakla vakit harcamıştır! Özetle; Atatürk düşmanları ortaya böyle bir Atatürk portresi çıkarırlar!
Atatürk’ün din ve din adamı düşmanlığı fasaryalarını bir yana bırakalım; Atatürk birçok kadınla birlikte olmuş imiş! Peki hangi halife padişah birçok kadınla birlikte olmamış ki? Yahu adamların başlı başına haremleri varmış haremleri! Yahu siz el alemin ….nin kahyası mısınız? El alem size karışıyor mu bu konuda?
Atatürk içki içermiş ve içkiye bağlı sirozdan ölmüş imiş! Peki bu adamlar, birçok padişahın da içki içtiklerini, hatta afyon çektiklerini bilmezler mi? Hatta çok sevgili hakanları Abdülhamid’in bile! Peki bu adamlar sirozun sadece içki kaynaklı olmadığını, dahası pek itibar ettikleri İslamcı Şair Mehmet Akif Ersoy’un da sirozdan öldüğünü duymamışlar mıdır?
Konunun uzmanı Prof. Dr. Gülendame Saygı’ya bakılırsa; Atatürk’ün siroza yakalanmasının sebebi içki değil, muhtemelen Mısır’da bulunduğu sırada yıkandığı sudan ve sıcak iklimde yapmak zorunda kaldığı uzun yolculuklar esnasında kapmış olduğu bir parazittir(1). Tıpkı Atatürk gibi sirozdan ölen İslamcı Şair Mehmet Akif Ersoy’un da uzun süre Mısır’da kalmış olması, aslında Prof. Dr. Gülendame Saygı’nın kanaatini güçlendiren bir noktadır. Zaten Uğur Dündar da bu ayrıntıya dikkat çekmiş yazısında…
Atatürk’e, içki içmesinden dolayı “ayyaş” ve “berduş” diyen çevreler, son günlerde bu kez de onun yatak odasına girmiş bulunuyorlar. Hem de çok çirkin bir iftira ile. Neymiş efendim, Afet İnan, aslında Atatürk’ün evlatlığı değil, gayrimeşru sevgilisiymiş! Meğer Atatürk, evlatlık diyerek Çankaya’da topladığı güzel kızlarla aşk, meşk yaşamış ve bu gizli aşklarını “Evlatlıklarım” diyerek bu millete yutturmuş imiş! Zira anlatılanlardan ortaya çıkan manzara budur.
Atatürk’ü sürekli içki ve kadınla birlikte zikrederek suçlayanların, aslında cenneti adeta bir kerhane ve meyhane olarak tasvir etmeleri, cennetliklere sürekli kadın (huri) ve şarap (kevser) vaad etmeleri, ne büyük tezattır…
Bu konuda kamuoyunda tartışma konusu yapılan sözler şöyle: “Mustafa Kemal İzmir’de bir müsamerede Afet İnan’ı görür. Afet İnan’ın alımlı çalımlı halini görünce babası Ziraat Müdürü İsmail Hakkı Bey’i çağırtarak, der ki ‘Ben kızınızı manevi evlat almak istiyorum.’ Şimdi burada doğruları konuşmak lazım. Manevi evlat kimdir? Bakıma muhtaç, tahsile muhtaç ama bu bir Ziraat Müdürü’nün kızı, bir dönem de milletvekilliği yapmış. Hem ziraat müdürünün hem milletvekilinin kızını almak, el vicdana koyacağız. Afet İnan, Latife Uşşakizade’den sonra Çankaya’nın çağlayanıdır. Afet İnan hiçbir zaman manevi evlat değildir, Çankaya’nın nikahsız Firts Lady’sidir.”(2).
Aslında bu sözler yeni söylenmiş sözler de değildir. Bu sözlerin sahibi, aynı sözleri geçmiş yıllarda da söylemiş. Mesela 2013 yılında da dile getirmiş(3).
Sözün sahibinin uzmanlık alanı nedir, daha doğrusu maksadı nedir, bu konudaki bilgilere nasıl ulaştı bilinmez ama 2013 yılında kendisiyle yapıldığı belirtilen bir röportajda şöyle demiş: “Sabiha Gökçen’le geçen yıl ölmeden önce Ankara Tunalı Hilmi’deki evinde görüştüm. Ona ‘Afet Abla diyorsunuz ama Mustafa Kemal’le bir birlikteliği var mıydı’ diye sorduğumda, ‘Evet, olabilir ama her doğru söylenmez’ dedi. Bunu Sabiha Gökçen’le birebir konuştum, inatçı araştırmacıyımdır. Afet inan’ın babası milletvekili, kendisi muallim. Manevi evlat kimdir? Manevi bakıma ihtiyacı olan kişi. Bunları yazarak tabuları yıkıyoruz.”(4).
Aynı söyleşide röportajı yapanın “Eski Türkçe biliyor musunuz?” sorusuna verdiği cevap da bir hayli ilginç doğrusu: “Aile büyüklerim biliyor, onlardan faydalandım. Tercümeleri kayınvalideme yaptırıyorum.”(5).
Atatürk ve Afet İnan konusunda söylenen yukarıdaki sözler sebebiyle, sözün sahibi hakkında olmadık laflar ediliyor yazılı ve görsel medyada. Adı geçen hakkında CHP ve Ankara Barosu suç duyurusunda bulunmuş falan filan. Bunlar, demokratik ve düşünce özgürlüğü olan ülkelerde olacak şeyler değil elbette. Öte yandan ismi Atatürk de olsa, insanları kanunlarla koruma altına almak, Atatürk hakkında farklı değerlendirme yapanları, bu kanuna kapsamında dava edip, susturmaya çalışmak da Türkiye Cumhuriyeti gibi demokratik olduğunu iddia eden bir ülkeye yakışmamaktadır! Zira bu ülkede Atatürk’ü Koruma Kanunu bulunmakla birlikte Atatürk’e yapmadığımız kötülük de kalmamıştır. Atatürk adeta şamar oğlanı pozisyonuna getirilmiştir bu zamanda. En sonunda kurduğu yönetim sistemini de al aşağı ettik; siz sağ biz selamet artık!..
Aslında üzerinde durmak istediğim konu, Atatürkçü olduğunu ve onun ilke ve inkılaplarına bağlı olduklarını söyleyenlerin, Atatürk düşmanlarına karşı aldıkları tavrın, Atatürk düşmanlarından farksız olduğudur. Tek yaptıkları şey, hemen karşı saldırıya geçmek, bilimsel temelden yoksun kimi tezlerle, Atatürk karşıtı tezleri çürütmeye çalışmak. Bunlar yanlış ve yetersiz şeylerdir oysa.
Bakınız habere göre; sözlerin sahibi Sabiha Gökçen’le bile görüşmüş, Afet İnan ve Atatürk arasındaki ilişki hakkında. Peki Sabiha Gökçen kim? O da tıpkı Afet İnan gibi Atatürk’ün manevi evladı olduğu söylenen bir kadın! “Olduğu söylenen” diyorum, kim bilir yarın öbürgün onun hakkında neler söyleyecekler! Zaten bazı çevreler şimdiden başladılar, Savaş Pilotu olarak Dersim bombardımanına katıldığı gerekçesiyle, isminin İstanbul’daki Havalimanı’ndan kaldırılması gerektiğini dile getirmeye.
Afet İnan
Afet İnan, 1908 Selanik doğumlu. Yani Atatürk’ün hemşerisi. Atatürk’le tanışmaları 1925 yılında. Yani Afet Hanım henüz 17 yaşında genç bir öğretmen iken. Bir merasim sırasında Mustafa Kemal Paşa’nın dikkatini çekiyor genç kız; tanışıyorlar. Kızın konuşmaları ve idealleri Mustafa Kemal Paşa’nın dikkatini çekmiş olmalı ki; daha sonra ailesiyle de tanışma gereği duyuyor. Kızın yabancı dil öğrenme isteğini öğrenince, onu manevi evlat edinmek istiyor ve bu niyetini kızın ailesine söylüyor. Arkasından da masrafları devlet bütçesinden karşılanmak üzere dil öğrenmesi için Lozan’a (İsviçre) gönderiyor Afet’i. 1925-1927 yılları arasında İsviçre’de kalıyor Afet. Türkiye’ye döndüğünde, önce İstanbul’da, arkasından Ankara’da lise öğretmenliği yapıyor. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi kurulunca Afet Öğretmenin, orada ders vermesi gündeme geliyor. Ancak mevzuat, engeli vardır. Çünkü Afet Hanım, lise ayarında eğitim görmüştür ve bu eğitimle fakültede ders vermesi mevzuata aykırıdır. Bu sebeple, genç tarih öğretmeni lisans ve doktorasını yapmak için tekrar İsviçre’nin yolunu tutuyor. Cenevre Üniversitesi Yakın Çağ ve Modern Tarih Bölümü’ne kaydoluyor. Önce lisans eğitimi alıyor, arkasından da aynı üniversitede doktorasını yapıyor.
Hani bazen Atatürk’e “Diktatör” ve “Tek adam” diyorlar ya. İşte Atatürk’ün tek adam ve diktatör olmadığının en büyük ve en güzel kanıtı. Kendi evlatlığını, kendi kurduğu fakülteye öğretim görevlisi bile atamıyor/atayamıyor! Eğer isteseydi, özel bir kanunla lise mezunu Afet öğretmenin, pek ala fakülteye öğretim görevlisi veya asistanı atanmasını sağlayabilirdi. Ancak hayır; o kendi kurmuş olduğu düzenin kurallarına en başta kendisi uymuş, kendi yapmış olduğu yasaları ilk başta kendisi uygulamıştır. En yakınındaki kişi de olsa ona iltimas geçmeyi, onu kayırmayı aklına bile getirmemiştir.
Afet Hanım, İsviçre’de yüksek tahsilini ve doktorasını yaptıktan sonra Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’ne intisap etmiş, 1939 yılında orada tarih Profesörü olmuştur. 1940 yılında da tıp doktoru Rafet İnan ile evlenerek İnan soyadını almıştır. Çocukları ve torunları olmuştur ve halen hayattadırlar.
Böyle bir kadına zina iftirasında bulunmak, Atatürk’e ve evlatlık kurumuna hakaretten öte, Kur’an’ın sarih ayetlerine göre günah, Afet İnan’ın halen hayatta olan akrabalarına karşı da büyük ayıptır. İnsan haklarına da aykırıdır. Çünkü soy ve nesep de insanlar için korunması, başkalarınca da saygı duyulması gereken şahsi haklardandır. Hiç kimse, hiç kimsenin atasına, ecdadına küfür ve hakaret edemez.
Peki, Atatürk ile evlatlığı Afet İnan arasında evlatlık ilişkisini aşan boyutlarda yakın ilişki olduğunu iddia ve ima edenler, bu kanaate nereden varıyorlar? Ellerinde bu konuda bir belge, bir resmi kayıt, bir görüntü veya bir itiraf var mıdır? Sanmıyorum. Galiba bu konuda kalem oynatanların en büyük hareket noktaları, Atatürk’le Afet İnan’ın yan yana çekilmiş bazı fotoğrafları ve Atatürk’ün 1925 yılında Latife Hanım’dan ayrıldıktan sonra hiç evlenmemiş olmasıdır. Öyle ya; Atatürk 1925 yılında dul kaldıktan sonra hiç evlenmediğine göre; acaba cinsel ihtiyaçlarını nasıl giderdi? E böyle olunca, kafayı Atatürk’ün uçkuruyla bozmuş adamlarına kafasına ilk gelen köşk çalışanı bayanlar, Atatürk’ün yakın arkadaşlarının eşleri ve Atatürk’ün hepsi birbirinden güzel ve bakımlı evlatlıkları!
Atatürk işte bunun için büyüktür. Yani, Atatürk düşmanlarının akıllarına gelen süflî düşüncelerden âri olduğu için büyüktür. Onun tek amacı vardı; içinden çıktığı Türk Milleti’ni muasır medeniyetler seviyesine çıkarmak. Bunun için de evlenmemiş ve mümkün olduğunca kadından, kızdan uzak durmuştur. Bu konuda Latife Hanım’la yaşadıkları iki yıllık deneyim kendisine yol gösterici olmuştur. Arkadaşlarına “Ordular yönettim ama bir kadını yönetemiyorum” diye sızlandığı, dert yandığı, sonra da boşandığı bilinmektedir.
Unutulmasın ki; büyük adamlar büyük fedakarlıklarla imtihan edilirler. Hz. Muhammed’e, Peygamberlik iddiasından vazgeçmesi karşılığında, isterse Kureyş’in en güzel kızını vermeyi, istediği kadar mal ve zenginlik vermeyi vaad ettiklerinde şöyle demişti o yüce Resul: “Sağ elime güneşi, sol elime de ayı verseniz, yine de davamdan vazgeçmem!”
Hiç kimsenin şüphesi olsanı ki; bu ülkee Hz. Muhammed’i en iyi anlayanlardan ve O’nun ilkelerini tatbik edenlerden birisi, belki de öen önemlisi Mustafa Kemal Atatürk’tür. “O, Allah’ın birinci ve en büyük kuludur. Onun içinde bugün milyonlarca insan yürüyor. Benim, senin adın silinir; fakat sonuna kadar o ölümsüzdür… Hazret-i Muhammed’in, bir avuç îmanlı Müslümanla, mahşer gibi kalabalık ve alabildiğine zengin Kureyş ordusuna karşı Bedir meydan muharebesinde kazandığı zafer, fâni insanların kârı değildir, Onun peygamberliğinin en kuvvetli delili işte bu savaştır..”(6) şeklindeki sözleri de gösteriyor ki; Atatürk’ün, gerek askerlik hayatında, gerekse devlet yönetiminde kendisine örnek aldığı şahsiyetlerin başında Hz. Muhammed gelmektedir.
Peki, bir kadınla bir erkek, sadece birbirlerine cinsel yakınlık duydukları için mi bir arada bulunurlar ve yan yana gelip fotoğraf çektirirler? Ya da soruyu şöyle soralım, birbirine helal olan kadın ve erkelerin, yan yana gelmesini sadece cinsel nedenlere bağlamak ne kadar insaflı bir davranıştır?
Oysa mürekkep yalamış herkes bilir ve kabul eder ki; gerek eşi Latife Hanım, gerekse başta Afet İnan olmak üzere Atatürk’ün evlat edindiği kızlar, birer Cumhuriyet projesiydiler. Cumhuriyet’in ete kemiğe bürünmüş hali, topluma sunumu, anlatımı ve propagandası idiler. Mustafa Kemal, Türk kadınına yönelik projelerini ve inkılaplarını ilk önce onlar üzerinde uygulamaya geçirmiştir. Onun içinde bu kadınlarla farklı ortamlarda bulunmaya ve görüntü vermeye özellikle ehemmiyet göstermiştir. Şimdilerde buna “Algı Yönetimi” diyorlar. Nitekim Şevket Süreyya Aydemir Afet İnan’ın anlamını şöyle açıklamaktadır:
“Atatürk’ün hayatında gene de bir kadın vardır, tek kadın: Afet İnan. Afet İnan’ın üstünde durmalıyız. Çünkü onun Atatürk’ün yanında, Atatürk için bir sükûn ve denge unsuru, ayrılmaz bir varlık haline gelişinden sonra, Atatürk’e sağladığı huzur, bilhassa yorgun yıllarında, bu büyük adamın bir mutluluğu olmuştur. Çünkü eğer bu son yıllarda Atatürk’ün hayatında Afet İnan gibi bir huzur iklimi olmasaydı, Atatürk yalnızlığını belki çok daha acı hissederdi…”
Peki bu satırlardan Afet İnan’ın, iddia edildiği gibi, Atatürk’ün gayrimeşru şekilde ihtiyaçlarını gideren bir kadın olduğu anlamı çıkar mı? Bence çıkmaz. “Afet İnan: Avrupa’ya tarih öğreten kadın” başlıklı makalesinde, Şevket Süreyya Aydemir’in yukarıdaki sözlerini aktaran Serap Yeşiltuna, bu sözlerden sonra şu anlamlı cümleyi kurmuş: “Bana kalırsa bundan da fazlasıdır Afet İnan. Sanıyorum Cumhuriyet projesinin ete, kemiğe ve ruha bürünmüş hali desem yerinde olacak.”(7)
Unutulmasın ki; fotoğraflardan hareketle Cumhuriyet Tarihi yazmaya ve Atatürk hakkında laf söylemeye kalkışanlar; Atatürk’ün elinde bir şişe bulunan manevi çocuklarından Ülkü Adatepe ile çekilmiş bir fotoğrafından hareketle Atatürk’ün çocuklara bira içirdiği yalanını da söyleyebilmişlerdir bu ülkede. Oysa tarihçi Sinan Meydan gibi araştırmacılardan da öğreniyoruz ki; o şişe, içinde Tekel tarafından küçük çocuklar için üretilmiş besleyici bir madde olan ve o günlerde eczanelerde satılan Malt Ekstresi’ne ait şişeden başkası değildir!(8)
Yani bu adamlar şöyle demeye getiriyorlar lafı: Atatürk, manevi evlat adı altında yanına almış olduğu kızlara küçük yaşta içki içirdi, büyünce de onlarla birlikte oldu!!!
Tıpkı Prof. Dr. Afet İnan gibi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nde Yeni Türk Edebiyatı profesörü olan dostum bilim adamı Nurullah Çetin “Çukur tarihçilerin Yeni Merakı: Atatürk’ün Uçkuru” başlıklı makalesinde “İslamcılık ticareti yapan birtakım kişiler, bugünlerde Türkiye’nin bunca derdi varken hiç başka işleri kalmamış gibi Başbuğ Mustafa Kemal Atatürk’ün uçkuru etrafına karargâh kurmuşlar. Bütün merakları orasıymış. Atatürk sevmiş sevilmiş, gönül ilişkisi olmuş olmamış, âşık olmuş olmamış, günah işlemiş sevap işlemiş size ne. Bireysel anlamda işlediği günah ve sevapların hesabını verecek olan o… Utanmaz herifler, oradan buradan bulduğunuzu iddia ettiğiniz yalan yanlış bilgilerle Atatürk’ün aşk hayatıyla ilgili iftiralar atıyorsunuz. Gerçek resim ve video kayıtlarınız ve o fiili işleyenin kendi itirafı olmadıkça o kişinin yatak odasında ne yaptığını bir Allah bilir, bir de kendisi. Uçkur meraklısı olan size soralım: Atatürk’ün yatak odasında o iş esnasında siz de orada mı idiniz? Ya da kapısının anahtar deliğinden gözetliyor muydunuz?”
dedikten sonra; “Madem İslamcılık davasında bulunuyorsunuz önce dininizi iyi öğrenin” diyor ve Kur’an’dan şu ayetleri aktarıyor:
“İffetli ve haklarında uydurulan kötülüklerden habersiz mü’min kadınlara zina isnat edenler, gerçekten dünya ve ahirette lanetlenmişlerdir. İşlemiş oldukları günahtan dolayı dillerinin, ellerinin ve ayaklarının kendi aleyhlerine şahitlik edecekleri günde onlara çok büyük bir azap vardır.”(Nûr, 23)
“Namuslu kadınlara zina isnat edip sonra da dört şahit getiremeyenlere seksen değnek vurun. Artık onların şahitliğini asla kabul etmeyin. İşte bunlar fâsık kimselerdir.”(Nûr, 4) “Ey iman edenler! Kendi evlerinizden başka evlere izin almadan, size arzu edilerek izin verilmeden ve evin sakinlerine selâm vermeden girmeyin. Düşünürseniz bu sizin için daha hayırlıdır.” (Nûr, 27)
“Müslümanların ayıplarını ve gizli şeylerini araştırmayın…”(Hucurât, 12) (9).
…
Peki, Atatürk evlat edindiği kızlara cinsel istismarda bulunacak kadar dinimizden ve örfümüzden bihaber miydi? Öyle olmadığını, Atatürk’ün çok sağlam bir din ve İslam bilgisi olduğunu, taraflı tarafsız az çok mürekkep yalamış, insaf ve vicdan sahibi herkes biliyor bu ülkede. Mesela; 29 Ocak 1923 günü İzmir’de Latife Hanım’la evlendiklerinde Dini Nikah yapılmasını bilhassa talep ettiği, bu nikah kıyılmadan Latife Hanım’a yaklaşmadığı ve düğün hediyesi olarak kendisine küçük bir Kur’an-ı Kerim verdiği ve “Bu Kur’an seni korusun” dediğini söylüyor kaynaklar(10).
Her şey bir yana, Mustafa Kemal Atatürk, neden başka kadınlarla değil de, evlatlık veya ev işleri gibi başka maksatlarla yanına aldığı çaresiz kadınlarla ilişki kursun? İlişki kursa bile bunu neden saklasın? O dönemde hangi kadın Atatürk’le ilişki kurmak istemezdi ve hangi kadın kendisine hayır diyebilirdi? İsteseydi, sadece Türkiye’nin en güzel kadınını veya kadınlarını değil, dünyanın en güzel kadınını bile kendisine eş ve aşık edebilirdi. Madem o tek adamdı, bunu yapmaya herhalde gücü yeterdi. Aksi hayatın olağan akışına terstir aslında.
Ancak hayır; hakkında yapılanlar gerçekten büyük iftiradır ve asla affedilir türden değildir. Kendisine zina iftirasında bulunulan Afet Hanım, 3 Aralık 1935 tarihinde üniversite öğrencisi olarak bulunduğu Cenevre’den göndermiş olduğu mektupta Atatürk’e bakın nasıl hitap ediyor ve neler diyor:
“Uzun günler geçti. Yolculuk, yeni üniversite yaşamı, yerleşme işleri ve birçok düşünceler hep bugünler içinde yer aldı. Sizden haber aldıkça kuvvet topluyor ve çalışma kudretini kendimde buluyorum. Ankara yolunda iken dil teorinizi tarih ve tarihten önceki zaman içinde düşündüm. İnsan güneşin aydınlığını ve sıcaklığını yeryüzüne indirdikten sonradır ki, kültür sahasında ilerlemiş ve kendi emeği ile doğaya egemen olabilmiştir…
Ben buradaki derslere gelir gelmez başladım. Sınav için zorunlu olan kısımların profesörlerini tanıdım ve derslerine devam ediyorum. Yalnız Prof. Pittard’ın dersini benim seçtiğim bölümde gelecek yıl için olduğu halde, onun ısrarı ve benim de isteğim üzerine bu seneden almaya başladım. Şimdilik en iyi anlaştığım profesör o. Bizim yeni hafriyattan bahsetmiştim. (Çorum Alacahöyük’teki kazılardan bahsediyor.) İlk dersinde kalabalık bir öğrenci gurubuna Türkiye’deki bu yeni arkeolojik buluntulardan bahsetti ve üzerinde önemle durdu. Fırsat düştükçe gerek ders, gerek konferans hazırlamalarında Türklüğe ve Küçük Asya Kültürüne karşı olan admirasyonunu ve ilgisini tebarüz ettiriyor.
Derste bir tarih profesörü, Türklük üzerinde bilgisizce bir söz kullandı. Rektörün bir lokaldeki toplantısında bu profesörle münakaşa ettim. Bugün aynı profesör seminer konferansları için birçok talebelerle ders yaparken, daha önce yaptığı hatayı yerinde olarak tashih etti. Pek memnun oldum. Telgraf cevabınıza çok sevindim. Saygı ile ellerinizden öperim. Afet”(11).
Böyle bir mektubu, eğitim almak için yurtdışına gitmiş bir kız çocuğu babasına ancak yazabilir; yanılıyor muyum acaba…
___________
1-Uğur Dündar, Ya Atatürk Olmasaydı, Halk Kitabevi Yayını, İstanbul, 2017, s, 156-7.
2-http://www.posta.com.tr/bassavcilik-ataturk-e-hakaret-sorusturmasi-baslatti-haberi-1294352,
3- ,
4- ,
5- Aynı kaynak.
6- Utkan Kocatürk’ten naklen Namık Kemal Zeybek, “Atatürk ve Din” konulu makalesi, Radikal, 19.11.2008,
7- ,
8-Uğur Dündar, age, s,149 ve devamı. Sinan Meydan’ın konuya ilişkin görüşleri için ayrıca bkz.
9- ,
10- Semra Topçu, Ata ve Latife Hanımefendi, Halk Kitabevi Yayını, İstanbul,2017, s, 76.
11- Serpil Yeşiltuna, 7 nolu dipnotta belirtilen linkte bulunan makalesi.
Yazıları posta kutunda oku