Bir insanın etkileşimi ya da ister ekonomik, ister siyasi olsun uluslararası ilişkiler; “İşbirliği” ve “Rekabet” in bir kombinasyonudur.
Bu kombinin “İşbirliği” kısmı; dünya barışının sürdürülmesi, serbest ticaret yoluyla büyümenin ve refahın artırılmasıyla tüm katılımcılara fayda sağlıyor.
“Rekabet” kısmı ise ekonomik engellerden savaş ve çevreye zarar vermeye kadar ciddi riskler yaratıyor.
Öyleyse, neden ülkeler daha fazla işbirliği yapmıyor?
*
Bu sorunun yanıtı siyaset bilimcisi Robert Axelrod’un ; “Rasyonel Karar Vericiler Arasındaki Rekabet ve İşbirliğinin Matematiksel Modelleri” oyun teorisinde veriliyor.
Oyun teorisi, “Mahkumun Çıkmazı” adlı iki sanığın karşılaştığı bir senaryoya dayanıyor.
İki sanığa tek bir değiş tokuş seçeneği veriliyor.
İkisi de “işbirliği yap” ya da “rekabet et” şeklindeki seçeneklerle sınırlıdır, o yüzden bu teori günlük olaylara da kolayca uyarlanabiliyor.
Peki ama bütün koşullarda en iyi sonucu verecek herhangi bir strateji bulunuyor mu?
Oyun “Rasyonel” bir biçimde tekrar tekrar oynansa bile bütün koşullarda “Zafere işbirliği yaparak ulaşılacağı” stratejisi en iyi sonuç olarak beliriyor…
*
İki kişi bir banka soymuş, polis bunları üzerilerinde taşıdığı ruhsatsız silahlarla yakalamıştır.
Polisin kanıtı yoktur ama banka soygununu onların yaptığından şüphelenmektedir.
Karakolda ikisi de ayrı sorgu odalarına alınır.
Sorguda birbirlerinin ne söyleyeceğinden habersizdirler.
Polis ikisine de suçlarını itiraf ettirmek için baskı kurmaktadır…
İkisine de yalnızca şu bilgi verilmiştir.
1- İkisi de suçlarını itiraf ederse 6’şar yıl,
2- İkisi de suçlarını inkâr ederse ruhsatsız silah taşımaktan 6’şar ay,
3- Biri suçu itiraf eder, diğeri susarsa; itiraf eden mahkemeye yardımcı olmaktan serbest bırakılacak, öteki 15 yıl hapis cezası alacaktır.
İkisinin de çıkmazı, birbirlerinin ne söyleyeceğinden habersizken nasıl bir seçim yapacak olmalarıdır.
Çünkü birinin verdiği kararın sonucu, diğerinin vereceği karara bağlıdır…
Bu durumda ikisinin de “rasyonel düşündüğü” varsayımı altında verecekleri karar şöyle olmalıdır;
Öncelikte “Mahkumun Çıkmazı ” oyununda en iyi çözüm, baskın stratejiyi izlemektir.
Baskın strateji ise tarafların diğerinden bağımsız olarak kendisi için en kazançlı stratejiyi benimsemesidir…
Her iki sanık için baskın strateji, diğerinin stratejisinin ne olacağına bakmaksızın suçu itiraf etmektir.
Bu suretle diğer suçlu sessiz kalırsa serbest kalacak, diğeri suçu itiraf ettiği için 6 yılla kurtulacaktır.
Ancak susma stratejisi, sanıkların birbirleri ile görüşme şansları olmadığından ve birbirlerine güvenmediklerinden;
Diğerinin suçu itiraf etmesi halinde 12 yıl mahkum olma riskini de taşımaktadır.
Taraflar birbirlerine güvenmedikleri için diğerinin kararı ne olursa olsun;
Kendilerini daha kötü duruma getirmeyecek olan baskın stratejiyi seçerken,
Daha az mahkümiyetle kurtulacakları stratejiyi ya da daha kazançlı olan stratejiyi çıkmaza düştüklerinde terk etmektedirler…
*
Uluslararası ilişkilerde de ülkeler ortaklarına güvenmezler.
Ortaklar aynı günaha eğilimli olduklarından kendilerinin ihanete düşmesinden hep endişeli, hep şüphelidirler.
O yüzden ihanet cazip hale gelir.
İhanet eder ve kendisi için daha iyi bir “anlaşma” elde edebileceğini bekler…
Bu “Dişe Diş” ya da “Düşman Tarafından Tırmandırmayı Caydırma Stratejisiyle Misilleme Stratejisinin Birleştirilmesi” kuramıdır.
Buna göre, savunan taraf kendisine gelen tehditleri değerlendirdikten sonra misilleme stratejisini tercih edebilir.
Kendisine karşı yapılan eyleme aynı şekilde karşılık verir.
Savunan taraf misillemeyi kullandıktan sonra düşmanın talep ve şikâyetlerini görüşmek isteyebilir.
Misilleme ile gelen karşılıklar tırmandırmaya neden olmayacak şekilde ölçülü olmalıdır.
Çünkü savunan taraf tırmandırmadan kaçındığı için bu stratejiye başvurmuştur;
Bu durumda ya misilleme tırmanmaya dönüşür ya da karşı taraf bu şekilde algılarsa başarısız olur.
Misilleme başarılı olmuyorsa savunan taraf düşmanı cezalandıracak şekilde daha ağır karşılık vermeye başlayabilir…
*
Uzun süredir uluslararası toplum, serbest ticarete bir çeşit kooperatif çözüm için çalışıyor.
Ne ki, ABD Başkanı Trump’ın kampanyası boyunca ticaret kısıtlamaları, ceza vergileri ve sınır vergileri getirme sözü vermesi;
Serbest piyasaların lideri ABD’nin ortaklarına ihaneti anlamına geldi.
ABD’nin ticaret ortakları ana akım medyalarda misillemede bulundular.
Böylece Trump’in ikili ticaret dengeleri üzerine odaklanmasına, ticaretin nasıl yürüdüğünü öğrenmesine yol açtılar.
Çok taraflılığın daha iyi işlev görmesine kapı araladılar…
Nitekim Başkan Trump, ticarette daha agresif pozisyonlarının bir çoğundan döndü.
Özellikle, Çin yönetimini bir para manipülatörü olarak etiketlemekten vazgeçti.
Çin’in Kuzey Kore nükleer tehditi gibi başka zorluklarını öne çıkardı.
*
Şimdi D.Trump, Kuzey Kore ve İslamcı terör örgütleriyle mücadelede, artık öğrendiği varsayılan “Dişe Diş” stratejisini kullanıyor.
Kararlarını ABD askeri liderlerinin takip etmesine izin veriyor.
Afganistan’da bir yeraltı tüneli ağında Amerika’nın en büyük bombasını kullanıyor.
ABD Deniz Kuvvetleri uçak gemisi grubunu Kore Yarımadası sularına gönderirken,
Çin ile Kuzey Kore, Kim Jong Un rejimini daha da cezalandırmak için işbirliği yapma niyetini açıklıyor…
*
Kuşkusuz Trump’un henüz “kısmen sezgisel” yaklaştığı oyun teorisi riskler taşıyor.
Çünkü “Dişe Diş” stratejisini uygulamak için bilinçli yani rasyonel düşünmek ve kesin olmak gerekiyor.
Mesela Trump yönetimi; Carl Vinson uçak gemisinin Kore yarımadası sularına doğru ilerlediğini ilan ettiğinde,
Aslında uçak gemisinin 5.600 km uzaklıkta Hint Okyanusundaydı.
Avustralya Deniz Kuvvetleri ile ortak tatbikata katıldığının anlaşılması, Güney Kore ve Japonya’da paniğe neden oldu.
Üstelik D.Trump işbirliği konusuna ilgi göstermeyen, özellikle ortaya çıkan olayları izlemekten başka bir şey yapmayan İslamcı ülkeler gibi oyuncular karşısında da zıvanadan çıkıyor…
*
Aslında “Dişe Diş” stratejisi saldırganların agresif davranışlarını törpülüyor.
İşbirliğinin ve Barış’ın yolunu açıyor.
Başkan D.Trump’ın bunu kimseyi tehlikeye atmadan başarması için hayal gücü ile gerçek arasındaki algı boşluğunun daraltılması gerekiyor…
*
Bu noktada, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da Batı’da giderek anlaşılan ve İslamofobiye neden olan,
Din’in demokrasiye aykırı olmadığı düşüncesinden geliştirilen İslam Birliği düşüncesinin;
Akla ve bilime, vicdan ve düşünce özgürlüğüne değil taassuba dayalı toplumlar oluşturduğunu anlaması gerekiyor.
Halbuki AKP’nin Cumhurbaşkanı, zayıflamaya başlayan popülaritesi: Uluslararası Adalet Divanı’nda yargılanma korkusunu istismar etmeye yönelmesi:
İç kamuoyunu konsolide etmeye çalışması: çok kirli ilişkilerinin üzerini örtmek gayreti: Demokrasi adına Avrupa’dan ve Amerika’dan gelecek sert eleştirileri boşa çıkarabilmek için Batıyı şeytanlaştırmaya çalışması;
O’nun “Dişe Diş” stratejisinde “İşbirliğini” değil, “Rekabeti” baskın strateji olarak ön plana aldığını gösteriyor.
*
Bu sonuçla Cumhurbaşkanı’nın ne kendisi ne Türkiye için daha iyi bir “anlaşma” elde edebilmesi söz konusu dahi değildir.
Kasımpaşa’lılık bedel ödetmeye başlamıştır.
5.5.2017
Bir yanıt yazın