“KİM”LİK (4)
Hüseyin MÜMTAZ
İlk üç yazıda, ORHUN’dan bugüne TÜRK’ün tarihine, coğrafyasına, diline, fikrine, duygu ve düşüncesine, sosyal hayatına yapılan saldırıları, zor oldu ama yine tarihin tanıklığına başvurarak izlemeye çalıştık.
Şimdi…”aslına rücu” etmeye ne dersiniz?
Hem madem “3 Mayıs Türkçüler Günü”ne de eriştik, lâfı daha fazla uzatmanın âlemi yok.
Hep TÜRK DEVLETİ dedik ama gördük ki imparatorluk parantezi kapanana kadar Türk’ü, herkes yönetmiş.
1.Toynbee ve Gibbons gibi tanınmış batılı tarihçilere göre: “Osmanlı Devleti’ni kuranlar Müslümanlığı kabul etmiş mahalli Rumlardır”. (Orhan Türkdoğan. TÜRK DÜNYASI TARİH KÜLTÜR DERGİSİ. Aralık 2016. Sayfa 18)
2.Halil İnalcık’a göre: “Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı Devleti’nin devamı değildir”. (Orhan Türkdoğan. TÜRK DÜNYASI TARİH KÜLTÜR DERGİSİ. Ocak 2017. Sayfa 12)
3.İlber Ortaylı’ya göre: “Osmanlı Türklerin imparatorluğu idi. Bugün cumhuriyetiz, bu da Türklerin cumhuriyetidir”. “TÜRKLERİN ALTIN ÇAĞI. Kronik Kitap. Mart 2017. Sayfa 55)
Dört uzman, üç farklı görüş.
Hangisi doğru, hangisine inanalım?
Lâfın burasında artık, yüzüncü yılına 5 kala (29 Ekim 2023) son “parantez”e başlayalım mı?
“30 Ekim 1918 Mondros” ile başlıyoruz.
“Son derece ağır şartlar içeren Mondros Ateşkes Anlaşması ile Osmanlı Devleti’nin egemenlik hakları tamamen ortadan kaldırılıyor, Devlet; siyasi, askeri, hukuki ve ekonomik olarak tam anlamıyla İtilaf devletlerinin vesayeti altına giriyordu. Ordu terhis ediliyor, silah ve mühimmat başta olmak üzere bütün askerî malzeme teslim ediliyordu. Bütün ulaşım hatları, demir yolları, boğazlar, limanlar, posta ve telgraf haberleşme sistemi, yer altı ve yer üstü ekonomik kaynaklar İtilaf devletlerine teslim ediliyor, özellikle 7’nci madde hükümleri doğrultusunda ülkenin herhangi bir bölgesinin kolayca işgal edilebilmesinin yolu açılıyordu.
İtilaf devletleri, ateşkes anlaşmasını -özellikle yedinci madde- gerekçe göstererek 1 Kasım 1918’den itibaren Musul, İskenderun ile İstanbul ve Çanakkale Boğazları ve daha sonra Trakya ve Anadolu’nun çeşitli bölgelerini işgal ettiler. 13 Kasım 1918’de müttefik donanması İstanbul önlerine demirledi.
Ateşkes anlaşmasının Türkçe metninde olmamasına rağmen, İngilizce metninde doğudaki altı il için Ermeni vilayetleri diye bahsedilmesi ise son derece düşündürücü idi.
Mondros Ateşkes Anlaşması’nın imzalanmasının ardından, Osmanlı Devleti, ordu komutanlıklarını kaldırdığını, askeri terhis edeceğini, ordunun bütün silâh ve teçhizatını teslim edeceğini taahhüt etti”.
“Fevzi Çakmak, o dönemi anlatırken, ‘Eğer Mondros Mütarekesi’ni takip eden aylarda bir tayyareden Anadolu’ya bakarsanız, yer yer yanan ateşler görülecektir. Bunlar ışıldayan çoban ateşleridir. Bu ateşleri birleştirecek bir alev lazımdır. İşte onu Mustafa Kemal’in meşalesi temin etti’ diye yorumlamaktadır. Fevzi Çakmak’ın dediği gibi millî cemiyetleri Sivas Kongresi sırasında Mustafa Kemal Paşa, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-ı Hukuk-u Milliye Cemiyeti adı altında birleştirmiştir. Böylece Mustafa Kemal Paşa tarafından Türk milleti tek bir amaç için kenetlenmiş; millî, tam bağımsız bir Türk Devleti kurmak amacıyla birleşmiştir’.” (aynı kaynak)
“Çoban ateşleri” ve “Mustafa Kemal’in meşalesi”…
Mareşal Fevzi Çakmak söylüyor, hiç yabana atmayın.
Peki bu meşaleyi yakan Mustafa Kemal ne diyor?
“Mustafa Kemal Paşa, İtilaf devletleri donanmalarına ait savaş gemilerinin 13 Kasım 1918’de İstanbul’a girdikleri gün İstanbul’a gelmiştir. Anadolu yakasından işgal donanması arasında Avrupa yakasına geçerken ‘Geldikleri gibi giderler!’ diyerek bu durum karşısındaki tepkisini dile getirmiştir. Mustafa Kemal Paşa ateşkes anlaşmasını da şu sözleriyle yorumlamıştır: ‘Osmanlı Hükûmeti bu ateşkesle kendini kayıtsız şartsız düşmanlara teslim etmeye muvafakat etmiştir. Yalnız buna uymakla kalmamış, düşmanların memleketi istilası için onlara yardımı da vaat etmiştir. Bu ateşkes olduğu gibi uygulandığı takdirde, memleketin baştan sona kadar işgal ve istilaya maruz kalacağı şüphesizdir’.” (aynı kaynak)
Bu düşünceyle yola çıkan Mustafa Kemal Paşa Samsun ve Havza’dan sonra Amasya’da durur.
O zaman “Google maps” filan yoktu ama elimizde Fevzi Paşa’nın bahsettiği tayyareden görünen dört meşale fotoğrafı var.
1.AMASYA TAMİMİ. 22 Haziran 1919
“Vatanın bütünlüğü ve milletin bağımsızlığı tehlikededir.
İstanbul’daki hükûmet, üzerine düşen sorumluluğun gereklerini yerine getirememektedir. Bu durum milletimizi yok olmuş tanıtıyor.
Milletin bağımsızlığını yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.
Milletin haklarını savunmak ve dünyaya duyurmak için her türlü etkiden ve denetimden kurtulmuş millî bir kurulun varlığı gereklidir.
Anadolu’nun her bakımdan en güvenilir yeri olan Sivas’ta millî bir kongrenin en kısa sürede toplanması ve her vilâyetten halkın güvenini kazanmış üç temsilcinin katılması gerekmektedir.
Doğu illeri adına 10 Temmuz 1919 tarihinde Erzurum’da bir kongre düzenlenecektir”. 2.ERZURUM KONGRESİ.23 Temmuz 1919
“Millî sınırlar içinde vatan bir bütündür; ayrılık kabul etmez.
Yabancı işgal ve müdahalesine karşı Osmanlı Hükûmeti iş yapamaz duruma gelmesi hâlinde millet topyekûn kendisini savunacak ve direnecektir.
Vatanın bağımsızlığını korumaya merkezî hükûmet yeterli olmadığı takdirde, bu amacı gerçekleştirmek için geçici bir hükûmet kurulacaktır. Bu hükûmet üyeleri millî kongrece seçilecektir. Kongre toplanmamışsa, bu seçimi Temsil Heyeti yapacaktır.
Kuvayı milliyeyi tek kuvvet tanımak ve millî iradeyi hâkim kılmak temel prensiptir.
Hristiyan azınlıklara siyasi hakimiyet ve sosyal dengemizi bozacak ayrıcalıklar verilemez.
Manda ve himaye kabul olunamaz”.
3.SİVAS KONGRESİ.4 Eylül 1919
“Millî sınırlar içinde vatan bölünmez bir bütündür.
Millî gücü etkin, millî egemenliği de hâkim kılmak şarttır.
Manda ve himaye kabul edilemez.
Türk ülkesini parçalamaya yönelik her türlü girişim (Ermenilik ve Rumluk iddiaları) kabul edilemez.
Hıristiyan azınlıklara ayrıcalık tanınamaz.
Mebusan Meclisinin hemen toplanması gerekir.
Millî direnişi gerçekleştirmek için kurulan cemiyetler Anadolu ve Rumeli Müdafaa-ı Hukûk Cemiyeti adı altında birleştirilmiştir”.
4.MİSAKI MİLLİ. 28 Ocak 1920
“30 Ekim 1918 tarihli Mondros Ateşkes Anlaşması imzalandığı sırada, düşman ordularının işgali altında bulunan ve çoğunluğu ile Arap olan yerlerin kaderi orada yaşayan halkın serbestçe vereceği karara bağlı kalacaktır. Bunun dışında kalan ve o gün işgal edilmeyen Türk ve Müslüman çoğunluğunun bulunduğu yerler bölünmez ve ayrılmaz bir bütün sayılacaktır.
Halkın oyu ile ana vatana katılmış bulunan Kars, Ardahan ve Artvin sancakları için gerekirse tekrar halkın oyuna müracaat edilecektir.
Türkiye ile yapılacak barışa bırakılan Batı Trakya’nın hukukî durumunun tespiti de, halkın tam bir serbestlikle verecekleri oya bağlı olacaktır.
İstanbul şehri ve Marmara’nın güvenliği her türlü tehlikeden uzak kalmalıdır. Çanakkale ve İstanbul boğazlarında ticarî serbesti ve ulaştırma, ilgili devletlerin oy birliği ile verecekleri karara bağlı kalacaktır.
Azınlıkların hakları, komşu ülkelerdeki Müslüman halkın haklarının korunması şartı ile kabul edilecek ve sağlanacaktır”.
Millî ve iktisadî gelişmemizi mümkün kılmak amacıyla tam serbesti ve istiklâl sağlanması, siyasî, hukukî, malî gelişmemize engel olan sınırlandırmaların kaldırılması gerekecektir”.
Dört bölümlük yazının bu son bölümündeki alıntıların hepsi Genelkurmay’ın resmi sitesinden yapılmıştır. (www.tsk.tr)
Ona göre “Son Osmanlı Mebusan Meclisi 12 Ocak 1920’de İstanbul’da toplanmıştır. Mustafa Kemal Paşa tarafından tespit edilen ilkeler, esas kabul edilerek 28 Ocak 1920’de yapılan gizli oturumda Misakı Millî kararları benimsenmiştir. 17 Şubat 1920’de basın yoluyla bu kararlar açıklanmıştır”.
Ne diyor “tsk.tr”?
Osmanlı Mebusan Meclisi’nin son toplantısında aldığı Misakı Milli kararlarını Mustafa Kemal Paşa tespit etmiştir.
Nokta.
Sonrası malûm. İstanbul’un işgali, mebusların tutuklanıp Malta’ya sürülmesi, TBMM, Kurtuluş Savaşı ve 9 Eylül 1922’de İzmir’in dağlarında çiçeklerin açması.
Lâfı dolandırmayıp dört meşaleye dikkatinizi çekeceğim.
ORHUN’dan sonra, 1919’daki bu dört meşaleye kadar TÜRK, TÜRK MİLLETİ, TÜRK VATANI, BÖLÜNMEZ BÜTÜNLÜK tanımlarını hiç bu kadar çok duymuş muydunuz?
Misakı Milli’nin şu iki bölümüne özellikle ve ayrıca dikkat isterim.
“30 Ekim 1918’de işgal edilen yerlerdeki Araplar geleceklerine kendileri karar verecek fakat işgal edilmeyen Türk ve Müslüman çoğunluğunun bulunduğu yerler bölünmez ve ayrılmaz bir bütün olarak kabul edilecektir.
Buradaki azınlıkların hakları, mütekabiliyet esaslarına göre komşu ülkelerdeki Müslüman halkın haklarının korunması şartına bağlanacaktır”.
“Benim yaratılışımda fevkalade olan bir şey varsa, Türk olarak dünyaya gelmemdir” diyen Atatürk 1931’de Dolmabahçe Sarayı’nın balkonunda şöyle söylememiş miydi;
“Kendimi hiçbir zaman Osmanlılığın telkin ettiği başka milletleri öven, Türklüğü aşağı gören eksiklik duygusuna kaptırmadım”.
Ondan önce, 1927’de ne demişti?
“NE MUTLU TÜRK’ÜM DİYENE!”
Oldu, dizi/yazı bitti galiba, bu sözün üzerine de söz söylenmez zaten. 3 Mayıs 2017
Bir yanıt yazın