Türkiye, kendi seçim ve referandum tarihinin en büyük şaibesi ile karşı karşıyadır.
16 Nisan Referandumu’nda tarafların eşit olmayan koşullarda yarıştığını:
Oy sayım prosedüründe yapılan değişikliklerin önemli bir güvenceyi ortadan kaldırdığını:
YSK’nın mühürsüz pusulalar hakkındaki kararının yasa dışı olduğunu:
“Evet” ya da “Hayır” pusulası kullanan seçmenlerin temel bir insanlık hak’kına tecavüz edildiğini:
Bu halin demokratik siyasetin esasına aykırı olduğunu bütün dünya biliyor…
*
Ama O’nun; cumhurun yüzde 50’sinin nefretinden kazandığı beddualarla bütün asap cümlesi şaşmış, Siccin’i çok ağırlaşmıştır.
O’nu yürürken gören, ayaklarına pranga vurulmuşta adımını zor kaldırıyor, zor indiriyor hissisine kapılıyor.
Bir adımında Siccin’inin dibinde kor ateşe düşüyor, diğer adımında Siccin’inin üstünde toprağa çıkıyor.
Hay Allah! İllüyün’ü de yoktur, insan suretinde aldığı her nefeste ve attığı her adımda kötülüğün daniska önderliğini yapıyor…
*
Kalkmış, “Bunlar kendilerine göre rapor hazırlıyor. Türkiye’deki seçimler şöyle oldu. böyle oldu. Önce haddinizi bilin haddinizi…
Şimdi bu dünyada bu zalimler acaba karşılığını ne kadar bulmayacak da, bu zulmü devam ettirecek.
Şimdi bunlara karşı sesimizi yükselttiğimiz için birileri “diktatör” diyor. Varsın desinler, biz bunlara karşı sesimizi yükseltmeye devam edeceğiz” diyor…
*
İslamcı Cihadizmin önderidir.
Aklınca, insanlığın düşmüş olduğu halinden doğmasının mücadelesini veriyor.
Şeytanî zekâsı mücadelesini jeopolitik bir çözüme de dayamıştır.
Yandaşlarının beynine Kur’an içeriği hamasetle giriyor ve İslam’a evrensel bir dönüşüm öngörüyor…
Bu noktadan “Zalim ve Diktatör” diyalektini çıkarıyor.
*
“Referandum sonuçları,Anayasa Mahkemesi veya Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin yetki alanında değil, YSK kararı kesin, bu iş bitti” diyor ve bu gazla,
Aslında meşruiyetini aramak, sunumda bulunmak ve onaylanmak umuduyla;
30 Nisan’da Hindistan’da Cumhurbaşkanı Pranab Mukherjee,
3 Mayıs’ta Rusya’da Devlet Başkanı V.Putin,
14-15 Mayıs’ta Pekin’de, 65 ülke liderinin “Bir Kuşak ve Bir Yol Zirvesi”nde, Devlet Başkanı Şi Jinping ile görüşmeye gidiyor.
*
Bu ziyaretlerden edineceği intibalarıyla,
16-17 Mayıs’ta da Washington’da Başkan Donald Trump ile bir “Hasılat Toplama” görüşmesi yapacaktır.
*
Dünya bugüne kadar rekabet eden ideolojileri sıklıkla kapitalizm ve sosyalizm arasında mücadele olarak tasvir etmiştir.
Bu, küresel hakimiyet talep eden iki ideolojinin de uzlaşmaz olduğu bir mücadeledir ve ulus devletler arasında yaşanır.
İkisinin de taleplerini meşrulaştıran yöntemleri mevcuttur.
Dolayısıyla ikisi içinde “Ya diğerini yok edersin veya yayılmasını engellersin ya da karşılıklı imha olmamak için sınırlayıcı önlemler alırsın” biçiminde formüle edilen sadece iki olası strateji vardır…
*
Ne ki, Batı bugün İslamcı liderlerin İslamcı cihadizmine karşı mücadele yürütüyor.
Batı bu durumun benzerini 17. yüzyılda hem Katolik hem de Protestan olan yerleşmiş Hristiyan kiliselerinin İngiliz İç Savaşı’nda ve diğer modern özgürlük mücadele hareketlerinde yaşamıştır.
Sonuçta herhangi bir kiliseye abone olunmaksızın, “Tanrı’nın imajında yaratılmış olmaya”a ilişkin teolojiye dayanan Amerikan Devrimine yol açılmıştır.
*
Ama bugün, İslami cihadizme karşı mücadelede taraflardan en az biri ulus devlet olarak tanımlanmıyor.
O yüzden İslamcı dini liderlere cihadizm şiddetinin sorumluluğu yüklenemiyor.
Mücadelenin öngörülen son bir noktası bulunmuyor.
Çünkü maddi ilerleme ile hayal edilen göksel bir örenme arasındaki değer farkı cihadın anlamını bulanıklaştırıyor.
Cihatçı, toprak egemenliği değil maddi ihtiyaçların güvenliği üzerinde daha üst düzey bir kendini gerçekleştirme hissinde yaşıyor…
Mücadelenin kazanılması için üstesinden gelinecek belirli bir seküler düşman da bulunmuyor…
*
Bu yüzden ABD ve Batı demokrasilerindeki anayasalar, yerleşmiş laik versiyonlardan ziyade kalıcı devrimcilik anlayışına dayanmaktadır.
Böylece orijinal devrimci şiddet; az ya da çok politik birleşik topraklarda odaklanmış,
Çatışmalar,ulus devletlerin siyasi egemenliğinin başlıca birim olan sözleşmelere dayandırılmıştır.
*
Erdoğan, bu çerçevede meşruiyetinin onayını almak üzere Washington’da Başkan D.Trump ile tarihi bir görüşme yapacaktır.
Başkan D.Trump’ın ise İslamcı Cihadizmin Batı medeniyetine tehditlerine karşı nasıl düşündüğü bilinmiyor.
*
Referandumun ertesinde Başkan Trump’ın Erdoğan’ı araması ve zaferini kutlamasının ardından, Batı’da bir yığın endişe oluşmuştur.
Trump, Batı’nın referandum sonucunda artık daha güçlü olan İslamcı Cihadizmin liderinden duyduğu endişenin farkında mıdır?
Ya da Avrupa’nın Türkiye’yi terörü destekleyen önemli bir devlet sponsörü olarak algıladığını,
Erdoğan’ın HAMAS’ın en açık sözlü destekçisi olduğu biliyor mu?
Trump, Erdoğan’ın Türkiye’yi yakın zamana kadar İŞİD’e lojistik, seferberlik ve tıbbi tedavi merkezi olarak kullandırdığını,
İSID’in petrol ihracatını Türkiye üzerinden yaptırdığını ne kadar biliyor?
Ya da Trump, İran nükleer programı için BM yaptırımlarına maruz kalırken, Erdoğan’ın yaptırımları Türkiye vasıtasıyla deldiğini ve daha nice şeyi nasıl değerlendirmektedir?
*
Şimdi Başkan Trump, Batı’nın bütün istihbarat ve diplomatik kanalları ve ana akım medyası tarafından uyarılıyor.
Erdoğan’ın iktidara gelişinde Başkan Bush ve Obama’nın yeni muhafazakarlarının ve
laik olmayan İslam dünyasının popüler desteğini aldığının,
Erdoğan’ın bu desteğin güvenceye alınması için her defasında gerekeni yaptığının,
Ama bunca yıldır sürdürdüğü iktidarınınardından şimdireferandumu da alarak, Türk Devrimi’nden bu güne gelen demokrasiyi bu kez tamamen imha ettiğinin,
Çok açık şekilde ılımlı İslam ile radikal İslam arasında hiçbir ayrım yapmadığının ve “İslam İslam’dır” dediğinin bilgisi geçiliyor…
*
Sonra, Batı’nın İslam ile ilgili ayrımlar yaptığının sadedine geliniyor.
Başkan D.Trump’ın, öncelikle “Erdoğan İslamı”nın ne anlama geldiğini ortaya koyması gerektiği düşünülüyor.
*
Başkan D.Trump’ın, tüm bunları bildiği,ABD ve Batı çıkarlarının;
Muhtemelen uzun vadede ve belki de kısa vadede,
Erdoğan’ın Türkiye’yi yöneteceği yön ile uzlaşmaz olduğunun farkında olması da mümkündür…
*
Erdoğan ise Trump ile görüşmesinin ardından, 25 Mayıs’ta üye ülke liderleriyle NATO Zirvesi’nde birlikte olacaktır.
Ankara-Brüksel ilişkileri konusunda, ” Ya, Türkiye ile devam etmek istiyorsanız devam edeceğiz.
Ancak fasıllar, vize muafiyeti, AB’deki PKK ve FETÖ varlığı konusunda sorunları çözmemiz lazım. Ya da başka hiçbir silahı yoktur ki, Suriyeli sığınmacılara haydi yürüyün” demeye hazırlanıyor…
24.4.2017
Bir yanıt yazın