Türkiye, Soğuk Savaş yıllarında güçlü ordusu nedeniyle Batı medeniyetinin en güvenilir koruyucusuydu.
Sovyet tehdidi sürerken 1960’larda Kıbrıs krizi, 1974’te Kıbrıs müdahalesi gibi çalkantılı dönemlerde Batı ile kurduğu ittifakları korudu.
SSCB’nin çöküşü ardından 2011’de Arap Baharı sürecinde Türk Modeli’nin bölge İslamcıları tarafından benimseneceğini umud etti, Batı ile ittifakları sürüyordu.
Bugün hem Batı hem Türkiye; Orta Doğu’da farklı bölgesel görüş ve çıkarlara uyum sağlayabilecek bir ortaklık kurmayı başaramadıklarını düşünüyor…
*
Şimdi Türkiye, yeni gerçeklere uyum sağlamaya yönelik girişimler sergiliyor.
Bir taraftan Rusya’nın mevcut zorlukları, bölgesel düzen, Cihadcı terörizmin yükselişinden hareketle Batı ile kurulan ittifakların sürdürülmesi lüzûmundadır.
Diğer taraftan, Batı’nın Suriye’de PKK’cı Kürd Demokratik Birlik Partisi ve Halk Koruma Birimi’ne verdiği desteği sorguluyor.
Suriye krizinin kendisi için bir güvenlik kabusu haline geldiğini, bu yüzden Ortadoğu’da yeni bir duruş sergilemesi gereğine inanıyor.
*
Türkiye’nin bakışında Kuzey Suriye krizi, Suriye krizinden nispeten farklıdır.
PKK’nın genişlemesi nedeniyle Kuzey Suriye, Türkiye’nin ulusal güvenliğini doğrudan tehdit etmektedir.
Güvenli bölgeler dahi Türkiye’nin sorununa kesin çözüm sağlayamıyor.
Çünkü temel sorun olan PKK’ya hiç değinilmiyor.
Halbuki IŞİD yenildiğinde toprak kazanma isteği ile PKK bir sonraki krizin nedeni olacaktır…
*
Bu noktada Rusya’ya Türkiye’den bir fırsat penceresi açılıyor…
Rusya, eski SSCB değildir.
Batı; Rusya ile başarılı olacak küresel bir mod’a ulaşmaları halinde;
Rusya’nın Batı ile ilişkilerinin bağımsız değişken olması ve Batı-Türkiye ilişkisi dinamiklerin birçok bölgesel ve küresel boyuta sahip olması bileşkesinde;
Rusya’nın Batı-Türkiye ilişkilerini tanımlamasının önemli olmayacağını düşünüyor…
*
Rusya ise Batı’daki yolu üzerinde kontrol noktası olması bakımından Türkiye’ye önem veriyor.
Fakat stratejisini yürütürken öncelikle Batı’nın nereye ve ne zaman hareket edeceğini beklemek ve görmekten yanadır.
Eğer Rusya, Batı ile arasında Suriye konusunda ortak bir anlayışı sağlayabilirse mevcut ittifakların sürdürülmesini,
Aksi halde Türkiye’nin Avrasya vizyonuna çekilmesini öngörüyor…
*
Bu Batı ve Rusya arasında mesela Ortadoğu’da;
İslamcılık ideolojisi ve uzantısı İslamcı Cihad örgütlerinin tasfiye edilmesinde başarılı bir küresel mod’a ulaşılması,
O sırada İslamcı otokratik idealler ile Batılı liberal değerleri arasındaki uyumun sağlanması demektir.
*
Böylece Suriye’den Ortadoğu’da Sünni-Şii dengeleme bölgeleri projesi harekete geçirilebilir,
Türkiye bu bölgeyi korumak için yerel bir güç olabilir, sınırları içinde ya da dışındaki PKK güçlerini etkisizleştirmek üzere kendisine dost güçler bulabilir.
Batı hem Ortadoğu’nun hem Türkiye’nin geleceğini planlayacak hem de küresel lider kalabilecektir…
*
Ancak çok fazla açık edilmeyen çok önemli bir sorun daha bulunuyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Müslüman Kardeşler örgütü çıkışlıdır.
Bugün illegal İslamcı Ümmetin ya da İslamcılık İdeolojisinin siyasi lideri sayılıyor.
Mısır’da M.Mursi ve Müslüman Kardeşlerin,Türkiye’de Fethullah Gülen örgütünün tasfiye edilmiş olmasından sonra sıranın kendine gelmekte olduğunun da farkındadır.
*
Bu farkındalık, Erdoğan’ın yeni Türkiye’sinin Avrupa Birliği ile olan ilişkilerini ön plana çıkarıyor.
AB, yeni Türkiye’nin jeopolitik ve ekonomik anlamda kendisine olan bağımlılıklarına işaret ediyor.
Erdoğan, AB’ye sözlü saldırılarda bulunuyor.
*
AB bastırıyor, çünkü İslamcı Erdoğan’ın yönetiminde Türkiye ekonomisi ve siyaseti;
Kredi derecelendirme kuruluşlarının not indirimi: Fethullah Gülen: OHAL: Şiddetli iç savaş: Öngörülebilirliğin azalması: Güven ve güvenlikte olağanüstü sıkıntılar: Ekonomik büyümenin ciddi boyutlarda yavaşlaması ve işsizliğin uzun zamandır hiç olmadığı kadar yükseldiği bir durum arz ediyor.
Referandum sonucu ile bunların hiçbirinin çözülmeyeceği daha başından beri bilinmektedir fakat bir türlü anlatılamıyor…
Memleket o kadar güvensiz, adalet sistemi o kadar kötü durumdadır ki, yatırım yapmak kimsenin içinden gelmiyor…
Bu saatte Erdoğan, kendi güvencesi için “Siyasi İstikrar Ekonomik İstikrara – Ekonomik İstikrar Siyasi İstikrara Bağlıdır” kuramını gerçekleştirmek zorundadır.
*
Bu noktada, referandumda insanların yarısının şiddetle reddettiği Erdoğan’ın önünde iki yolu bulunuyor.
Ya Türkiye ekonomisinin bir darboğazda olduğunu kabul ederek ona göre politikalar üretecektir,
Ya da mevcut durumu geçici kabul edip 2019’da yapılacak Cumhurbaşkanı ve Milletvekili seçimlerini düşünerek politikalar uygulayacaktır.
*
Birincisinde dış finansman sıkıntısının önüne geçilmesi için mali disiplinin sağlanması,
Ardından ciddi anlamda yapısal reformlar yapılması,
Ama bunun için AB ile ilişkilerin süratle toparlanması gerekiyor.
Bu yolda Erdoğan’ın ekonominin ne kadar düzelebileceğini bilmeden 2019 seçimlerine girmeyi göze alması gerekiyor.
AB ise bu noktada Türkiye’nin adaylığını askıya almak üzeredir.
*
Erdoğan’ın ikinci yolu ise AB ile ilişkilerin iyileştirilmesine çaba göstermeden,
Büyümeyi yükseltmek üzere vergileri indirmek ve ekonomik gevşeme politikası uygulamasıdır.
Bu durumda seçimler belki kazanılır ama ülke ekonomisinin çökeceği çok açıktır.
Uluslararası ve ulusal sermayenin de buna izin vermesi “Tek Adamlığa” rağmen söz konusu bile değildir.
*
Zaten, bu noktada Avrupa ekonomi çevrelerinden,
Türkiye referandumun sonucundan endişe edildiği,
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, ülkesinin ekonomik çıkarları için Avrupalı partnerlerinin güven temelini daha fazla sarsmamasının sağlanması talebi yükseliyor…
22.4.2017