KÜRTÇÜLÜK VE TARİHSEL GELİŞİMİ 1
KÜRTLER VE TÜRKLÜK – ALİ RIZA ÖZDEMİR
2009 / Kripto Yayıncılık
Kürt kimdir ve Kürtlerin etnik kimliği nedir?
Bütün devletleşememiş sınır toplumlarında olduğu gibi Kürtlerde de bu sorunun cevabını vermek zordur. Bu zorluğun bir kaç boyutu vardır. Bu zorluklardan birisi, sınır toplumlarında diğer etnik gruplarla karışma ve örtüşmenin etnik kimliğin sınırlarını belirsiz hale getirmesidir. İkinci zorluk, devletsiz toplumların kimlik tespit etmede sıkıntı çekmeleridir. Kürtlerin etnik kimliğinin belirlenmesinde bir üçüncü zorluk daha vardır. Kürtlerin tarihi ve etnik kimliği sosyal bilimlerin konusu olmaktan çok uluslararası çıkar çatışmalarının ve ideolojilerin konusu olmuştur.
Kürtleri, kendi millî çıkarları doğrultusunda istismar etmeyi hedefleyen devletler ve çıkar odakları, Kürt kimliğine bilimsel ölçütler içinde yaklaşmaya çalışan araştırmalara karşı çok sert ve etkili bir psikolojik savaş yürütmüşlerdir. Böylece, Kürt kimliğinin bilimsel araştırmasının önünü keserken, kendi konjonktürel tezlerinin etkinlik kazanmasını sağlamışlardır. Örneğin, Encyclopedia Britannica’nın 1875 ile 1911 yılları arasındaki bütün baskılarında Kürtler, Turanî bir toplulukken 1911 yılından sonraki baskılarında birdenbire Mezopotamyalı bir kavme dönüşmüşlerdir.
Elinizdeki kitap, sosyal bilimlerde “Kürt” meselesi kadar siyasallaşmış bir konuda yazılabilecek en objektif çalışmalardan birisidir. Çalışmayı objektif yapan husus Kürtleri bir şey yapmaya çalışmamasından ve sadece durumu tespit etme gayreti içinde olmasından kaynaklanmaktadır. Okuması kolay, anlaşılır ve akıcı günlük bir dille yazılmış olması da çalışmanın bir diğer üstünlüğüdür.
PKK Terörü Neden Bitmedi, Nasıl Biter? –
Prof. Dr. ÜMİT ÖZDAĞ
2008 / Kripto Yayıncılık
1984’ten bu yana devam eden PKK terörüne karşı sürdürülen mücadelenin uzun ve zor bir mücadele olacağı Türkiye’de yaşayan herkesin aklına bir şekilde kazındı. Fakat, gelinen noktada, bu durumdan fazlasıyla mağdur olan Türk milleti, artık şu soruyu ülkeyi yönetenlere çok şiddetli bir şekilde sormaya başladığı görülüyor; “Bunca mücadeleye rağmen, PKK NEDEN BİTMİYOR?”
Uzun soluklu ve zor mücadelenin bugün geldiği noktanın konuşulması, tartışılması çok tehlikeli ve akıl almaz çözüm önerilerinin gazete manşetlerine kadar taşınması, çözümün olmadığına dair düşünce ifade edenlerin ise sayılarının her geçen gün artması, milletin sorduğu bu sorunun şiddetini giderek daha da artıyor. Durum böyle iken, PKK TERÖRÜ NASIL BİTECEK?
Türkiye’de güvenlik alanında yaptığı çalışmalarla otorite olan, Prof. Dr. Ümit Özdağ’ın yıllar içinde uzun soluklu bir çalışma neticesinde hazırladığı rapor tarzındaki bu kitap, sadece öneride kalmamakta, daha önce bahsedilmemiş ve de denenmemiş çözümün stratejisini de ortaya koymaktadır.
Sonuç olarak, bu çalışma, güvenlik, istihbarat ve terör konularına meraklı olan uzmanların yanı sıra, ülkemizin sorunlarına duyarsız kalamayan bütün okuyucularında ilgisini çekecek çok iddialı bir eser olarak kamuoyuna sunulmuştur.
• PKK terörü Türkiye’de mağdur çoğunluğu ilgilendiren bir ‘TÜRK SORUNU’ yarattı mı?
• Türkiye etnik bir cehenneme doğru mu gidiyor?
• PKK ve DTP’nin Üst düzey yöneticilerinin etnik kimlikleri neden açıklanmalı?
• Mozaik nedir, neden bilimsel değildir?
• Türkiye, PKK’ya karşı Irak sınırına tampon bölgeyi ABD, Irak ve Peşmergelerle pazarlık yapmadan nasıl kurabilir?
• Genelkurmay’ın internet sitesinden PKK’yla yapılan mücadeleyle ilgili haberler neden kaldırılmalı?
• Türkiye tarafından Kuzey Irak askeri müdahale durumunun nedenleri, hedefleri ve sonuçları ne olmalı?
• Teröre karşı, askeri, hukuki, istihbarati önlemlerin yanı sıra, siyasi, ekonomik, psikolojik ve kültürel önlemler nasıl alınmalıdır?
• PKK NASIL BİTER?
Bu ve benzer soruların cevaplarını, Prof. Dr. Ümit Özdağ’ın ilginç tespit ve çözüm önerilerini “PKK NEDEN BİTMEDİ? NASIL BİTER?” isimli bu kitapta bulacaksınız…
101 SORUDA KÜRTLER – ALİ RIZA ÖZDEMİR
2009 / Kripto
"Kürt” kelimesinin anlamını; Kürtlerin etnik kökenlerini, tarihini, coğrafyasını, dilini, kültürünü ve dinini belgelere göre anlatan bilimsel bir çalışma…
Kimimizin az bildiği, kimimizin hiç bilmediği, kimilerinin de çok bildiğini sanıp aslında hiçbir şey bilmediği “Kürt”, “Kurmanç” ve “Kürtçülük” konularına ışık tutan bir yapıt…
Tarih boyunca Türklük dışında başka bir kimlikle ifade edilmeyen Kürtlerden, son birkaç yüzyılda ayrı bir ulus inşa etmek için yapılan sistemli çalışmalara izah getiren tamamlayıcı bir kitap…
Açık, akıcı ve kolay anlaşılır bir üslûp, akılda kalan etkili bir anlatım, soru ve cevaplarla okuru yormayan net cevaplar…
KÜRTÇÜLÜK I – BİLAL ŞİMŞİR
Bilgi Yayınevi
Osmanlı Devleti, yakın çağlara bunalımlar içinde girmişti. Kürtler bu bunalımlar sırasında Avrupa tarafından "keşfedildi" ve Kürtçülük , bu bunalımlı yıllarda uç verdi. 1787’den Cumhuriyet dönemine kadar araştırma
Kitap Önsöz ve Giriş’ten sonra şu dört ana bölümden oluşmaktadır:
I-Kürtçülüğün tarihsel kökenleri. Avrupa Kürtleri ve "Kürdistan"ı keşfediyor (1787-1826),
II-Tanzimat sürecinde Kürtçülük: Avrupa, Kürtçülüğün teorik altyapısını oluşturuyor (1827-1877),
III-Sevr sürecinde Kürtçülük: Rumeli tamamdır; Avrupa, Anadolu’ya odaklanıyor,
IV-Mondros’tan Lozan’a Kürtçülük: Avrupa’nın Anadolu’da "Kürdistan" operasyonu (1918-1923),
Ekler, 1787-1923 dönemini kapsayan kronoloji,
Kaynaklar ve Dizin.(2. basım Ağustos 2007).
(Not: Bu kitap, 2007’de Sosyal Bilimler dalında yılın kitabı seçilmiş ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ‘nin Sedat Simavi Ödülünü kazanmıştır).
KÜRTÇÜLÜK II. BİLAL ŞİMŞİR
Bigi yayınevi
1924 ile 1999 arasını kapsıyor.
Kitap şu dört ana bölümden oluşmaktadır:
I-Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı Avrupa ve ABD’de bölücülük hareketleri: Cumhuriyete dışarıdan düşmanca saldırılar (1924-1999);
II-Cumhuriyetin ilk çeyreğinde Türkiye’de ayrılıkçı-bölücü hareketler: Cumhuriyete İçeriden dış destekli saldırılar ve karşı önlemler (1924-1950);
III–Cumhuriyetin ikinci çeyreğinde Türkiye’de ayrılıkçı-bölücü hareketler: Cumhuriyete içeriden dış destekli saldırılar ve bunlara karşı alınan önlemler (1950-1975);
IV-Cumhuriyetin üçüncü çeyreğinde Türkiye’ye karşı dış destekli bölücü terör: ASALA ve PKK’nın Eş Zamanlı Olarak Sahneye Çıkışı (1975-2000).
ZAZALAR VE TÜRKLÜK – ALİ RIZA ÖZDEMİR
KRİPTO YAYINLARI
“101 Soruda Kürtler” ve onun ardından yayımlanan “Zazalar ve Türklük” kitaplarımda “Alevî Kürtler” ve “Alevî Zazalar” kavramları etrafında bazı açıklamalarda bulunmuş, ardından bugün Zazaca ve Kurmançca konuşan aşiretlerin, bu dilleri sonradan öğrendiklerini ve köken olarak Türkmen oldukları kanaatine vardığımı ifade etmiştim.
Bu kanaatime delil olarak da başta Şeref Han ile Evliya Çelebi’nin eserleri olmak üzere diğer Osmanlı kayıtlarını göstermiştim.
Okuyanların anımsayacağı üzere, Kürtlerin tarihini en küçük detaylarına kadar yazan Bitlisli Şeref Han, 1592 yılında bitirdiği kitabında, (16. yüzyıl) Yezidî olan küçük bir kısmı hariç, Kürtlerin tamamının Şafi mezhebinden olduğunu ifade etmişti.
Bundan yaklaşık bir asır sonra (17. yüzyıl) bölgeyi gezip çok detaylı bilgiler veren Evliya Çelebi de, Kürtlerin Şafi mezhebine mensup olduğunu kayıt altına almıştı. Yani bölgede 16. ile 17. yüzyıla kadar Kürtçe konuşan bir tek Alevî (ve Hanefî) aşireti bile yoktu.
Bu durumda iki seçenekle karşı karşıya kaldığımızı ifade etmiş; ya Kurmanç ve Zaza aşiretlerinden bazılarının Alevî olduğunu yahut da bazı Alevî aşiretlerinin, Kurmançca ve Zazaca konuşmaya başladıklarını ifade etmiştim. Bu ihtimallerden hangisinin gerçekleştiğini çözebilmek için, Zazaca ve Kurmançca konuşan Alevî aşiretlerin, kendi soy kütüklerini nasıl ifade ettiklerine bakmamız gerektiğini söylemiştim. Çünkü tarihi kayıtlardan, bölgede sayısız Türkmen aşireti olduğunu biliyorduk. Ayrıca toplumların ekâbir takımının soy kütükleri hakkında, atalarından duyup sonraki nesle aktardığı bilgiler, tarih araştırmalarında kullanılan kaynaklar arasındaydı. İlginç şekilde, Zazaca ve Kurmançca konuşan Alevî aşiretlerin ileri gelenleri de, Zazacayı ya da Kurmançcayı sonradan öğrendiklerini ve ‘Öz Türk’ olduklarını atalarından gelen bir bilgi olarak ifade ediyorlardı. Hala da bu tezi savunmakta, bilhassa ‘Horasan’dan gelen Türkler’ olduklarını iddia etmektedirler.
Bu köken iddiası, inkâr edilemez ve reddedilemez şekilde, neredeyse tamamına yakın bütün kaynaklar tarafından ifade edilmiştir. Halen de söz konusu edilen toplum içinde diri şekilde yaşamaktadır. Güneydoğu Anadolu’nun tarihi seyrini dikkate aldığımızda, bölgede (ve genel olarak bütün toplumlarda) din/mezhep değiştirmenin, dil değiştirmeden daha zor olduğu gerçeğini ve Kurmançcanın pazar dili oluşunu da ayrıca dikkate almak gerekiyor.
Zaten “Zazalar ve Türklük” kitabımızda da söz konusu aşiretlerden birçoğunun Osmanlı kayıtlarında “Türkmen” olarak geçtiklerini ve bunların dip kültürünün Türk kültürü ile aynı olduğunu delilleri ile ortaya koymuştuk.
Kaynak: haberiniz.com
KÜRTÇÜLÜK VE TARİHSEL GELİŞİMİ 2
RIZA ZELYUT – DERSİM İSYANLARI ve SEYİT RIZA GERÇEĞİ
Dünyanın hızla yeni bir savaşa sürüklendiği ,Hatay’da çatışmaların başladığı 1937’de; Tunceli (Dersim) bölgesinde başlatılan ama kökü 1920’deki Koçkırı ayaklanmasına kadar uzanan isyanın sebebi neydi? O projenin arkasında hangi Kürtçü/Kürdistancı örgütler vardı? Seyit Rıza kimdi; isyanların Alevilikle ilgisi bulunuyor muydu? Tunceli’nin kültürel kimliği neydi? Dersim ayaklanmalarını; bu ayaklanmayı çıkartanların ve yürütenlerin belgelerini temel alarak ve Tunceli bölgesini de inceleyerek yazdık.
“Dersimliler, beni dinleyin; başınızda bir felaketin dolaştığını görüyorum.” 1916- Hacı Bektaş postnişini, Çelebi Cemalettin Efendi
"Tunceli’de Alevilik eğitimi de veren okullar açalım.” , 1926 – Mustafa Kemal ATATÜRK
“İngiltere Hükümeti’ne, Türk hükümeti; Dersim bölgesine girmeye kalkışmıştır. (…) Kürtler, bu olay karşısında silaha sarıldılar. Ben ve yurttaşlarım Türk ordusunu başarısızlığa uğrattık.”
1937- Dersim Generali Seyit Rıza
“Ben Türk ordusuna tek kurşun atmadım” , Seyit Rıza (Yakalandıktan sonra)
“İntikam!.. Kürdistan denilen yıkık anayurdun kurtarılması için. İntikam!… Kürt diyarında uluyan sırtlan ve çakallar ırkının (Türk’ün) pis vücutlarından Kürt vatanını temizlemek için.” Dersimli Baytar Nuri (Seyit Rıza’nın akıl hocası)
“Ankara hükümeti, Dersim bölgesindeki Kürt aşiretlerinin yeni bir gerici ayaklanmasını bastırmakla uğraşıyor. Bugün Kemalist hükümetin enerjik reformları yüzünden, kendi iktidarlarını tehdit altında hisseden feodal unsurların ümitsiz bir direnişi ile karşı karşıya bulunuyoruz.” 29 Temmuz 1937 tarihli Komüntern’in yayın organı Rundschau.
Rıza Zelyut, “Dersim İsyanları ve Seyit Rıza Gerçeği” adlı eserinde bölgedeki aşiret reisleri ve ağalarının o dönemde yaptıkları PROPAGANDALARDAN bazılarını şöyle ifade eder:
“- Dersim’deki kadınlar gündüz kocalarının, gece askerin olacak,
– Elazığ halkevinde yaptıkları gibi, kadınlarla erkekleri birlikte toplayacaklar; sonra da mumları söndürecekler,
– Evlerin bir giriş bir de çıkış kapısı olacak, iki kapıda da polis bekleyecek; sizlerin bütün kazandıklarınız elinizden alınacak.
– Ekmek, odun, hatta keçilere toplayacağınız meşe yaprakları bile izin kağıdına (vesika) bağlanacak, bunların vergisini vereceksiniz ” .
İngiliz Devlet Arşivlerinden Gizli Belgelerle Kanıtlıyoruz: Dersim’de Zehirli Gaz Kullanılmadı :
Türkiye’ye yöneltilen suçlama; özetle şöyledir:
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, 1937 yılında, "Seyit Rıza" nın başını çektiği Dersim isyanını kanla bastırmış; yöre halkını kundaktaki bebeklerine, hamile ka dınlarına, yaşlılarına varıncaya dek meydan lara toplayıp üzerlerine ağır makinalı tüfeklerle kurşun yağdırarak ve de zehirli gaz kullanarak soykırıma uğratmış; bir bölümünü de maden ocakları vs. çalış tırmak amacıyla sağ bırakıp çalışma alanlarına sürmüş, buralardan ayrılmalarını yasaklamıştır. Bu işgal, ilhak ve soykırım; 1937-1938 yıllarında Cumhurbaşkanı Atatürk’ün, Başbakan İnö nünün, Başbakan Ce lalBayar’ın, Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak’ın, General Abdullah Alpdoğan’ın buyruklarıyla, şun yağdırarak Türk Ordusu tarafından gerçekleş tirilmiştir…………İhsan Sabri Çağlayangil
(Cumhurbaşkanı Yardımcısı), Muhsin Batur (Genelkurmay Başkanı) gibi Türkiye Cumhuriyeti devlet adamları, uygulanan soykırımın tanıkları olup, yıllar sonra yayınlanan anılarında "Dersim’de zehirli gaz kullanılarak 7’den 70’e soykırım yapıldığı"nı ikrar ve itiraf etmişlerdir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, soykırım suçundan dolayı uluslararası yargı organlarınca yargılanmalı; o tarihteki devlet yöneticileri soykırım suçlusu olarak damgalanmalı, adı "Tunceli’ye dönüştürülen beldenin "Dersim" olan önceki adı geri verilmeli; geçmişte yapılan bu soykırım için özür dilenmeli, topraklar kendilerine geri verilip tazminat ödenmeli; "Halkların Kendi Kaderini Tayin Hakkı" (özerklik, bağımsızlık, vs.) tanınmalı, "Dersim"in 1937-1938 öncesi özgür, bağımsız, demokratik yönetim yapısına yeniden kavuşmalıdır…
Bu suçlamaların gerçeğe aykırılığını, Bütün Dünya dergisinin, Ocak 2010, Ocak 2012 ve Şubat 2012 sayılarında yayımlanan "Dersim Dersi" başlıklı yazılarımla kanıtlayarak göstermiştim.
İngiliz Devlet Arşivlerinin gizli belgelerinden, gizliliği kaldırılarak internet üzerinden araştırmaya ve telif hakkı ödenerek yayınlanmaya açılan belgelerde yaptığım araştırmada; "Dersim’de Zihirli Gaz Kullanıldı" suçlamasının gerçeğe aykırı ve iftiradan ibaret olduğunu kanıtlayan belgelere ulaştım; bunların telif ücretini ödeyerek satın aldım; ve işte şimdi yayımlıyorum:
BELGE 1: (adresten bakınız)
24 Mayıs 1938 – Türkiye, İngiltere’ den zehirli gaz savaşı konusunda uzman istiyor.
BELGE 2: (adresten bakınız)
9-11 Ocak 1939 – İngiltere, Türkiye’ nin 24 Mayıs 1938’de istediği Zehirli Gaz Savaşı uzmanını, en erken 1939 Nisan ayından sonra Türkiye’ye gönderebileceğini bildiriyor
Dünyada ve Türkiye’de ilk kez şimdi yayımladığımız bu belgeler, 1937-1938 yıllarında Türkiye’de, zehirli gaz ve de zehirli gazın silah olarak nasıl kullanılacağı konusunda uzman kimsenin bulunmadığını; Türkiye’nin ilk kez 1938 yılı ortalarında İngiltere’ye başvurararak zehirli gaz savaşı konusunda İngiliz uzman isteminde bulunduğunu; İngiltere’nin Türkiye’yi 1939 yılı ortalarına dek oyaladıktan sonra, bu istemi 1939 yılı ortalarında kabul ettiğini göstermektedir.
Sonuç:
"Dersim’de zehirli gaz kullanılarak soykırım yapıldığı" ileri sürülen 1937-938 yıllarında, Türkiye’nin elinde zehirli gaz olmadığı gibi, zehirli gazın silah olarak nasıl kullanılacağını bilen uzman da yoktur. "Dersim Harekâtı"nda zehirli gaz kullanıldığı suçlaması; uydurmadır.
Bu belgelerden sonra bir daha Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni, Atatürk’ü, İsmet İnönü’yü, Celal Bayar’ı, Fevzi Çakmak’ı, Abdullah Alpdoğan’ı, "Dersim"de zehirli gaz kullanmakla suçlayacak olanlar; iftira suçunu işlemiş olacaklardır.
Atatürk, kendisini suçlayanlara Abraham Lincoln’e atfedilen şu sözle yanıt vermiştir:
"Herkesi bir defa, bazılarını her zaman aldatabilirsiniz. Ama herkesi her zaman aldatamazsınız."
(You can fool all the people some of the time and some of the people all the time but you cannot fool all the people all the time.)
Bir de atasözümüz vardır: "Yalancının mumu, yatsıya kadar yanar."
Cengiz Özakıncı/Bütün Dünya 2012/6 belgeler-PDF
Dersim’i Hıristiyanlaştırmak üzere çalışmalar yürüten ve bu doğrultuda 1911 yılında "Dersim Kürtlerinin Dini" başlıklı bir rapor yayınlayan Henry H. Riggs, Amerika’lı misyoner bir ailenin çocuğu olarak 1875 yılında Sivas’ta doğdu. Dedesi, Türkiye’ye gelen ilk misyonerlerdendir.
Henry H. Riggs’in, aşağıda tam metnini okuyacağınız “Dersim Kürtlerinin Dini” başlıklı raporunda, bir takım ırkçı, etnik ayırımcı yargılar bulunduğu görülüyor. Yazar, Ermenilerle Kürtlerin ırkdaş olduklarını savunuyor.
Rapor, Dersimlilerin 1908 Devrimi’nden sonra İttihad ve Terakki yönetimine bağlılık gösterdiklerini ortaya koyması bakımından ilginç olduğu gibi, Dersim’deki yaşama ilişkin doğrudan gözlemler içermesi bakımından da önemlidir. Riggs’in kimi yanlış saptamalarını irdelemeyi yazının sonuna bıraktım.
İşte raporun tam metni: (adreste : )
Henry H. Riggs’in Ocak 1911’de yayınlanan Dersim raporunu yukarıda aktardım. Burada özetin özeti olarak şunları söyleyebilirim:
Riggs, kendilerini "Zaza" olarak tanımlayan Dersim’lileri Ermenilerin ırkdaşı "Kürt" ler olarak gösteriyor ve Türklere karşı ırksal ve dinsel nefret aşılıyor. 1908 Devrimi konusunda "bütün ırklara yeni bir gün doğuyor" sözleriyle, Osmanlının ırksal, dinsel, etnik ayrışmayla parçalanmasını istediğini açığa vuruyor. "Hıristiyan atalar" nitelemesiyle, soy ve din harmanı yaparak, bin yıl önce dedesi ninesi Hıristiyan olanın yeniden Hıristiyanlığa döndürülmesi gerektiğine inandığını gösteriyor. Dersim’de koyun, koç biçimli mezar taşlarını, İsa’nın lakabının "Kuzu" (İng. The Lamb)olmasıyla bağlantı kurarak, halkın geçmişte Hıristiyan olduğuna kanıt gösteriyor.
Oysa, Orta Asya’da, İsa’nın doğumundan önce yapılmış koyun, koç biçiminde mezar taşları vardır; bunun eski Türk gömü geleneğinde yeri olduğunu, Akkoyunlular ve Karakoyunlular ile Dersim bölgesine getirildiğini bilmiyor.
İsa’nın doğum yeri olan Nasıra’nın, M.Ö. 600’lerden başlayarak bir İskit Türk yerleşim bölgesi olduğunu; İsa’nın ve annesi Meryem’in Sami olmayıp, İskitlerden olduğunu; İsa’nın "Son Yemek"te; "bu şarabı içiniz o benim kanımdır, şu lokmayı yiyiniz o benim etimdir" sözlerinin, tamı tamına İskit kan kardeşliği andından ibaret olduğunu; bozulmadan önceki ilk Hıristiyanlığın, İskit Türk damgalı gelenek ve görenekler içerdiğini bilmiyor. Bildiği tek şey, Ermeni ve Kürtleri, Türklere düşman etmek ve Osmanlı topraklarını parçalamak. Misyoner Henry H. Riggs’in 1911 Dersim Raporu, bu bakımdan önemli ve anlamlı…
CENGİZ ÖZAKINCI – DERSİM RAPORU 3 /pdf
BÜTÜN DÜNYA, 2012/2
CENGİZ ÖZAKINCI – DERSİM DERSİ I ve II :
Dersim Mebusu Hasan Hayri Bey, 3 Ekim 1921 günü Büyük Millet Meclisi gizli oturumunda yaptığı konuşmada, Koçgiri Ayaklanması’nı kışkırtanların Dersim aşiretlerine giydirmeye çalıştıkları etnik kimliği reddederek, bu aşiretlerin çoğunun yüzyıllar önce Horasan’dan gelmiş, süreç içerisinde çeşitli nedenlerle komşu aşiretlerin etkisinde kalarak Kürtçe konuşmaya başlayan Alevi-Kızılbaş Türkmenler olduğunu söylemişti.
Dersim aşiretlerinden Hasan Hayri Bey’in 1921 yılında Meclis’ te yaptığı bu açıklama, Atatürk karşıtlarının sıkça dile getirdikleri: "Kemalistler, 1924’ten sonra, Kürtleri asimile etmek için ‘Kürtlerin bir Türk boyu olduğu’ yalanını uydurdular" savını geçersiz kılıyordu; çünkü ayrılıkçıların "Te-Ce’ nin resmi tarih tezi" diyerek yalan saydıkları bu tarihsel olgu; 1924’te değil, 1921’de; Atatürk tarafından değil, bir Dersim aşiret reisince dile getirilmişti.
DERSİM DERSİ I : PDF
Bütün Dünya, 2010/1
…1938 Harekatında çok sayıda yurttaşımızı yitirdiğimiz doğrudur. Fakat bunların çoğu, düzenli birliklerce değil, aralarında kan davaları bulunduğu için askerle birleşip isyancı aşiretlerle kurşun sıkan Dersim aşiretlerince öldürülmüşlerdir. Sözü edilen toplu intiharlar, kadınların, çocukların öldürülmesi; düzenli birliklerin değil, ilkel “kan hukuku”na uygun davranan aşiretlerin eylemleridir. Kan Hukuku, suçlu sayılan aşiretlerin, diğer aşiretlerce kadın çocuk ayırmaksızın toptan katledilmelerini buyurduğu gibi; kuşatılan bir aşirette erkekler önce kendi kadınlarını ve çocuklarını öldürüp sonra düşmanla savaşa tutuşmakta; yenileceğini anlayan aşiret üyeleri,topluca intihara yönelmektedir…
KÜRTÇÜLÜK VE TARİHSEL GELİŞİMİ 3
DERSİM YALANLARI VE GERÇEKLER – SİNAN MEYDAN
En kanıksanmış Cumhuriyet tarihi yalanlarından biri “Atatürk’ün ve İsmet İnönü’nün liderliğindeki genç Cumhuriyetin, 1937-1938 yıllar›nda Dersim’de Kürtleri katlettiği !” biçimindedir. Ülkemizde bugün, tarihçisinden gazetecisine, eğitimcisinden siyasetçisine kadar neredeyse herkes, Türkiye Cumhuriyeti’nin Dersim’de bir kıyım ve katliam yaptığını peşinen kabul etmiş gibidir.
Örneğin, İsmail Beşikçi’nin bir kitabının adı, Tunceli Kanunu (1935) ve Dersim Jenosidi’ dir. Hasan Cemal’in bir yazısının adı da, Dersim Katliamını Mazur Göstermeye Çalışmanın Ahmaklığı Üzerine’dir.
“Dersim yalanı” Türkiye’de son zamanlarda sıkça siyasete alet edilmeye de başlanmıştır. Örneğin, Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, Meclis kürsüsünden defalarca “Tek Parti döneminde Dersim’de katliam yapıldı!” demiştir.
“Dersim’de katliam yapıldı !” iddiaları, bugün bazı iç ve dış Cumhuriyet düşmanlarınca, Türkiye’yi soykırımla suçlamak için kullanılmak istenmektedir. Örneğin, 13 Kasım 2008’de Avrupa Parlamentosu himayesinde Dersim Soykırımı Konferansı düzenlenmiştir. Düzenleyenler, bu konferansın amacını, Ermeni, Süryani, Pontus Rumlarına karşı soykırım suçu işleyen Türkiye’nin suçlar listesine yeni bir insanlık suçu daha ekleniyor: “Dersim soykırımı” biçiminde açıklanmıştır. Prof. Dr. Ronald Mönch, Dersim’de yaşananların insanlık suçu olduğunu savunarak Atatürk ve dönemin Bakanlar Kurulu üyeleri ile üst düzey askeri yetkililer için, “Yaşasalardı savaş suçlusu olarak yargılanmaları gerekirdi!” demiştir.
19 Kasım 2009’da Dersim Soykırımı Konferansı’nın ikincisi yine Brüksel’de yapılmıştır. Bu toplantılardan sonra, Dersim harekatının ’soykırım’ olarak tanımlanmasını isteyen bir heyet, bu olayları Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne götürmek için harekete geçmiştir. Aralarında ABD’li avukat Prof. Dr. Barry Fisher ile Dink davası avukatı Erdal Doğan’ın da bulunduğu heyet, 12 Nisan 2011’de Tunceli’de incelemelerde bulunmuştur.
Dersim yalanı, kartopu misali büyüdükçe büyümüş ve sonunda 1937-1938 Dersim isyanını bastıran CHP içinden bazıları bile bugün “Evet! Dersim’de katliam yapıldı !” deme noktasına gelmiştir. Peki ama gerçekte Dersim’de ne olmuştur?
Bütün dünya dergisinden pdf olarak indirebilirsiniz.
1. DERSİM 1
2. DERSİM 2
3. DERSİM 3
4. DERSİM 4
5. DERSİM 5
· ATATÜRK ÖZERKLİK VERDİ YALANINA CEVAP I :
· ATATÜRK ÖZERKLİK VERDİ YALANINA CEVAP II :
· ATATÜRK ÖZERKLİK VERDİ YALANINA CEVAP III :
Uğur Mumcu’nun yazılarında Dersim
AZINLIK ŞOVENİZMİ!..
İngiliz gizli belgeleri üzerinde yapılan araştırma, Kurtuluş Savaşı günlerinde İngilizlerin Ermeni ve Kürt azınlıkları kışkırtmak için yoğun çalışmalar yaptıklarını kanıtlamaktadır. Bu belgelerden iki tanesini aktaralım: Amiral Sir F. Derobeck’ten Lord Curzon’a gönderilen rapor (Sayfa no:108, belge 103, tarih: 28 Temmuz 1920):
– Kürt meselesi hakkında sizin fikrinizi bilmiyorum, daha kesin bir karara varmanız için bunu yazıyorum. Damat Ferit bana geldi, sulh anlaşmasına göre Kürtler ayrı bir devlet olacaklar. Kürt liderleri Mustafa Kemal’i sevmezler, çünkü o bolşevikliği getirmek istiyor. Siz Mustafa Kemal’den nefret ediyorsunuz. Çünkü o sizin yaptığınız anlaşmayı kabul etmiyor. O halde Kürtleri Mustafa Kemal’e karşı birlikte kullanalım, dedi… (İngiliz Belgelerinde Türkiye, Erol Ulubelen, Çağdaş Yay. s:264)
Aynı İngiliz Amiralinden Lord Curzon’a gönderilen bir başka raporda “Kürdistan, Türkiye’den tamamen ayrılıp özerk olmalıdır. Ermenilerle Kürtlerin çıkarlarını bağdaştırabiliriz. İstanbul’daki Kürt Kulübü Başkanı Said Abdülkadir ve Paris’teki Kürt delegesi Şerif Paşa emrimizdedir…” denilmektedir. (Sayfa no:49, belge no:33, tarih 26 Mart 1920)
Ermeni ve Kürtleri Ankara hükümetine karşı ayaklandırma çabalarının arkasında, o zaman, ABD ve İngiliz hükümetlerinin olduğu bugün artık belgelerle kanıtlamıştır. Bu konuda bugün için hiçbir kuşku yoktur.
Cumhuriyetin kurulmasından hemen kısa bir süre sonra Doğu’da başlatılan “Kürt İsyanı” da yine İngiliz desteği ile sahneleniyordu. “Şeyh Sait ayaklanması” olarak bilinen bu ayaklanma, 1925 yılının şubat ayında dinsel görüntülerle ortaya çıkmış, daha sonra “Bağımsız Kürt Devleti” kurmaya yönelmişti. (İngiliz Belgeleriyle Türkiye’de “Kürt Sorunu” (1924-1938) Şeyh Sait, Ağrı ve Dersim Ayaklanmaları, Dışişleri Bakanlığı Yay. Evi., s:21, Türk-İngiliz İlişkileri. 1919-1926, Doç. Dr. Ömer Kürkçüoğlu, SBF Yay., s.309)
İngilizlerin, Kurtuluş Savaşı döneminde Ermenilere nasıl destek oldukları. Prof. Gotthard Jaeschke’nin, Tarih Kurumu tarafından basılan “Kurtuluş Savaşı İle İlgili İngiliz Belgeleri” adlı kitabında da yeterince anlatılmıştır. (s:40-47)
Bugün, 1925 yılında sahnelenen dinsel görüntülü bir bölücü ayaklanmaya bakarken, Şeyh Sait’in İngiliz silah fabrikalarına silah siparişi verdiği, İngiliz silah fabrikalarının da o tarihte İngiliz “Intelligence Service” ile iç içe çalışan silah tüccarı Vasil Zaharoff ile eşgüdüm halinde olduklarını bilmek gerekir. Muğlalı bir Rum olan Zaharoff’un İngiliz Başbakan, Lloyd George’un yakın dostu olduğunu ve İngiliz hükümetince silah ticaretindeki başarılarından ötürü “sir” unvanı ile ödüllendirildiğini anımsarsak, Şeyh Sait ile İngiliz silah fabrikaları arasında kurulan köprülerin siyasetten arınmış “masum bir ticaret” olmadığı sonucuna ulaşırız.
Kaldı ki o günlerde genç Türkiye ile İngiltere arasında henüz çözüme bağlanmamış “Musul sorunu” bulunmaktaydı. Lozan anlaşmasında kesin bir çözüme bağlanmayan Musul sorunu, 1923 yılında İngilizlerin başvurusu ile yeniden gündeme gelmiş ve sorunun çözümü için 1924 yılında İstanbul’da “Haliç Konferansı” düzenlenmişti. Haliç konferansında İngilizler, Musul dışında ayrıca, “Nasturi Hıristiyanları” için Hakkari ilini de istemişlerdi. Sorunun bir çözüme bağlanamaması üzerine konu İngiliz hükümetince “Milletler Cemiyeti”ne götürülmüştü.
Milletler Cemiyeti, sorunun çözümü için biri Macar, biri Belçikalı biri de İsviçreli olan üç kişilik bir komisyon görevlendirmişti. Musul’daki Türk egemenliğini kaldıran komisyon kararı, Türkiye tarafından reddedildi. Bunun üzerine sorun Milletlerarası Daimi Adalet Divanına götürüldü.
Türkiye Divana temsilci göndermedi. Milletler Cemiyeti, 16 Aralık 1925 tarihinde, Musul’daki Türk egemenliğini kaldıran kararı benimsedi. Musul üzerinde Türk-İngiliz diplomasi savaşı yapılırken, Şeyh Sait isyanı da başlatılmış ve Türkiye, Kurtuluş Savaşı günlerinde İngiliz istihbarat servislerinin kışkırttığı etnik kökenli ayaklanma ile uğraşmak zorunda kalmıştı. İsyan bastırıldı. Ancak Türkiye 5 Haziran 1926 tarihinde İngilizlerle anlaşarak, Musul üzerindeki haklarından vazgeçmiş oldu. İsyanın doğurduğu sonuçlardan biri buydu.
Musul sorunu ile Şeyh Sait ayaklanmasının aynı günlere rastlaması herhalde “kaderin bir cilvesi” değildi: Bu rastlantının temelinde bir kısmı kanıtlanan bir kısmı da henüz yeterince kanıtlanmamış dış ilişkiler yatmaktaydı.
31 Mart gerici ayaklanmasında da İngiltere’nin parmak izleri yok muydu? Araştırmacılar, bu kuşkuyu dile getirmişlerdir. İngiltere’nin o günlerdeki İstanbul Büyükelçisi’nin İttihatçılara karşı takındığı soğuk tavır, buna karşılık muhalefetteki “Ahrar Fırkası” ile kurulan ilişkiler ve ayaklanmadan sonra isyancılara sağladıkları destekler, şeriatçılar ile İngiliz “Intelligence Service” ile dirsek teması içinde oldukları kuşkusunu vermekteydi. (İttihat ve Terakki, 1908-1914, Feruz Ahmet, Sander Yay., s: 66; 31 Mart Olayı, Sina Akşin, SBF Yay., s: 261 v.d.; 31 Mart’ta Yabancı Parmağı, Doğan Avcıoğlu, Bilgi Yay., s: 61 v.d.)
Bugün yine birtakım ayrımcı güçlerin doğu yörelerimizde terörist eylemlerine tanık olunmaktadır. Yakın tarihimizden verdiğimiz bu örneklerden sonra “bu olayları da İngilizler kışkırtıyor” gibi bir yargı sahibi değiliz. Anlatmak istediğimiz, yakın tarihimizde “azınlık şovenizmi”nin ardında yabancı devletlerin bulunduğudur.
Kurtuluş Savaşı öncesi ve sonrasında İngilizlerin Türkiye’deki ayrımcı güçleri kışkırtmalarının nedeni Ortadoğu’daki İngiliz çıkarlarıydı. Hiç kuşkusuz bugün de bu bölücü ayrımcı azınlık şovenizminden kaynaklanan terörist eylemlerin arkasında tıpkı dün olduğu gibi bugün de yabancı parmakları bulunmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti, bütün sorunlarını “ulusal bütünlük, demokratikleşme ve çağdaşlaşma” yoluyla çözecektir. 1975 yılından bu yana Kıbrıs sorununun yarattığı gerilim süreci içinde başta Ermeni terörü olmak üzere ulusça uğradığımız terör saldırısının temelinde, Ortadoğu’daki yeni dengelerin kurulma planları var mıdır? Bugün için sorulacak soru budur.
Türkiye’ye bunca silahı gönderenler kimlerdi? Kimlerdi bunların destekçileri olan yabancı devletler ve istihbarat servisleri? Bu gibi konuları, bugünden “mahkeme kanıtı” niteliğinde belgelerle ortaya koymak belki olanaksızdır. Fakat zaman geçtikçe, olaylar üzerindeki sis bulutları dağılır ve ortaya çıkan İngiliz belgelerinde olduğu gibi, “azınlık şovenizmi”nin hangi oyunların ve tuzakların aracı olduğu elbette gün gelir anlaşılır.
(Cumhuriyet, 2 Eylül 1984)
UĞUR MUMCU
KÜRT İSLAM AYAKLANMASI 1919-1925
[Bu yazı dizisi 2-22 Haziran 1991 günleri arasında Cumhuriyet Gazetesi’nde
«Öncesi ve Sonrası ile Şeyh Sait Ayaklanması» adıyla yayınlanmıştır.]
Irak savaşı kaybedince, durumu fırsat bilen Irak’lı Kürt ve Şii gruplarının ayaklanması neticesinde Irak kuvvetleri tekrar toparlanarak ayaklanmayı bastırmak için saldırıya geçer. Bu saldırıdan kaçan binlerce sığınmacı Türkiye ve İran sınırlarına yığıldı. Türkiye sınırına 450.000 Iraklı (TBMM , 2007) sığınmacının yığılması o dönemde hem ekonomik hem de siyasi yönde sıkıntı yaşayan Türkiye için büyük bir sorun teşkil eder. Dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın yoğun diplomasisi sonucu Türkiye sınırında yığılan ve yaşam mücadelesi veren binlerce sığınmacının barındırılması ve güvenliği Türkiye tarafından sağlanmıştır. Irak’ın bu bölgedeki Kürtlere saldırılarının önlenmesi maksadıyla Türkiye’nin de girişimleri sonucu Çekiç Güç oluşturulmuştur. O gün içinTürkiye açısından olumlu kabul edilen Çekiç Güç ilerleyen zamanlarda Türkiye için büyük sorun teşkil etmiştir.
Bu sığınmacıların bir çoğu TC vatandaşlığına geçmiş ve Türkiye topraklarına yerleşmiştir. Güneydoğuya devlet elinin geç gitmesi, ağalık sisteminin devam etmesi, Atatürk’ün toprak reformunun rafa kaldırılması, ekonomik zorluklar ve tabii ki pkk nın saldırıları yüzünden Batıya göçler başlamış ve güneydoğu boşaltılmıştır. Tıpkı Kurtuluş Savaşı öncesi gibi ; çoğunlukta olan Türkmenler, Türkler Doğudan göç etmek durumunda kalmış ve bölge, emperyalistlerin arzuları doğrultusunda, Ermeniler ile Kürtlere yaşam yeri olmuştur.
Bugün (Ekim 2012) yaşadığımız sorunda aynıdır. Suriye’den kaçıp gelen "sözde göçmenler" kamplarda kaldıkları halde , yavaş yavaş Türkiye sınırları içerisinde yerleşik düzeye geçmektedir. Ayrıca üniversitelere belgesiz,sınavsız kaydını yaptıran Suriyeli "sözde göçmen gençler"i basın yoluyla da öğrenmiş bulunuyoruz. Bu arada oradaki karmaşayı yaşamak istemeyen vatandaşlarımız da başka bölgelere göç ederek, sınır boyunca Güneydoğuyu boşaltmaktadır.
Plan nasıl işliyor ama ?
SB.
Yazıları posta kutunda oku