AGİT Demokratik Kurumlar ve İnsan Hakları Birimi;
16 Nisan Referandumu’nda tarafların eşit olmayan koşullarda yarıştığına:
Oy sayım prosedüründe yapılan değişikliklerin önemli bir güvenceyi ortadan kaldırdığına:
YSK’nın mühürsüz pusulalar hakkındaki kararının yasa dışı olduğuna yönelik ön raporunu açıkladı.
*
Türkiye’nin kurucularından olduğu Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT);
Katılımcı Devletlerin demokratikleşme, hukukun üstünlüğü ve insan haklarına saygı alanlarındaki çabalarına destek ve yardım işlevi de görüyor…
*
Ama Cumhurbaşkanı Erdoğan, referandumun eşit olmayan koşullarda yapıldığına yönelik AGİT raporunu eleştiriyor.
“AGİT diye bir örgüt var Avrupa’da. Şimdi bunlar kendilerine göre bir rapor hazırlıyor. Türkiye’deki seçimler şöyle oldu böyle oldu. Önce haddinizi bilin haddinizi” diyerek bir güzel kalaylıyor…
*
CHP Genel Başkanı K.Kılıçdaroğlu ise “Anayasada öngörülen kurallara göre bir halk oylaması yapılmadı.
Bu anayasa değişikliğinin oluşturduğu bütün anayasa, toplumsal uzlaşma belgesi olma niteliğini yitirmiştir.
16 Nisan referandumu sonuçlarını tanımıyoruz, tanımayacağız” diyor…
*
Referandum sonuçlarına tepki gösteren yurttaşlar ülkenin pek çok yerinde sokaktadır.
Hayır kampanyasının ortaya çıkardığı, bir rüşeym halindeki hareketin sokaklardan çekilmemesi çağrıları yapılıyor.
Pek çok ülke 16 Nisan referandumunu sorguluyor…
Mesela New York Times, referandum sonucuyla Avrupa ile İslam dünyası arasında kritik bir köprü vazifesi gören bir ülkenin,
Demokratik yapılara ve değerlere bu kadar az saygı duyan bir kişinin yönetimi altında istikrarlı ve müreffeh bir geleceğe sahip olamayacağını yazıyor…
*
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şahsında geniş bir itibarsızlaştırma ya da meşruiyet sorgulanması kampanyası açılmış gibidir…
*
Aslında herşey; ABD Başkanı D.Trump’ın toplu harekette bulunamayan BM Güvenlik Konseyi’nin uluslararası barış ve güvenliğin öncüsü olan varlığının yeniden teyit edilmesi çabasından başlıyor…
*
Bugün garantili bir küresel güç dengesinin, gerçek dünyadaki durumun mevcut özelliklerine dayanması zorunludur.
Artık ABD’nin Rusya’yı ve Çin’i ezmeye kalkışmak yerine onlarla ortaklığa gitmesi gerekiyor.
Rusya Dışişleri Bakanı S.Lavrov “Dünya kademeli olarak Batı sonrası döneme girmiştir. Ülkeler dünyada yaşanan gelişmelerde kolektif sorumluluğu paylaşmaya hazırlanmalıdır” diyor…
*
İşte, lider ülke ABD bazı esaslar uygulanabilirse Rusya ve Çin’in;
Orta Doğu’dan başlayarak terörizmi sona erdirmekte, küresel istikrarı sağlamakta ve BM’nin yeniden organize edilmesinde başarılı olanabileceğini öngörüyor.
*
Öncelikle bu üçlünün, ortak bir stratejik kavramda uzlaşması:
İzleme ve tahkim mekanizmaları oluşturmaları:
Bölgesel sermayeleri hareketlendirmek için ekonomik kalkınma projeleri sunmaları:
Kuralları çiğneyen müdahalecilerin, teröristlere sponsor olan ve konvansiyonel tahrikte bulunanların hukuki yaptırımlara uğratılması gibi hususları sağlaması gerekiyor…
*
O yüzden Başkan Trump, BM finansmanında indirime gidiyor:
Barış gücü misyonları yerine etkili siyasi süreçleri öngörüyor:
Güvenilir sonuçlar verebilecek etkili politik taahhütler istiyor:
Bunları sağlamak üzere ABD’yi, BM Güvenlik Konseyinde Rusya ve Çin ile karşı karşıya getiren anlaşmazlıkta,
Öncelikle Suriye’ye karşı yürütülen savaşın sorumluluğunu yükleyebileceği günah keçileri arıyor…
*
Çünkü ABD; başı dik bir şekilde yükümlülükten kurtulmak için işlediği suçların sorumluluğunu müttefiklerinden birine yüklemek zorundadır…
*
2013’te ABD, daha önce destek verdiği Tunus ve Mısır’da diktatör deviren protestocuların özgür akıl ve özgür iradeyi kısıtlayan,
O yüzden ifade ve düşünce özgürlüklerinin daha çok kısılmasını amaçlayan otoriter rejimleri öngören İslamcı örgütlerin;
Batı’nın bir hükümdarın keyfi yönetiminden demokratik hukuk devletine giden zahmetli yoldan geçerken edindiği yaşam kültüründen ve demokratik geleneklerden yoksun olduklarını görmüştü.
*
Mısır’da, Mursi ve Müslüman Kardeşlerin Mısırlı gençlerin Tahrir meydanında başlattığı ve tüm Ortadoğu ülkelerine Arap Baharı olarak yansıyan devrimi çaldığını anlamıştı.
İslamcı karşı devrim henüz Mısır’da köklenmeden, hiçbir siyasi partinin din esasına bağlı olamayacağı öngörüsüyle Müslüman Kardeşler ve benzerlerinin siyaset yapmasının önüne geçti.
Mısır’da İslamcı bir gündem ile devlet idaresi arasına engel koydu…
Mısır’daki darbe, Suriye’deki iç savaşın Ortadoğu’nun parçalanmasına neden olacağının anlaşıldığı bir sırada,
Kısmen bölgeyi bir arada tutma, hoşgörü, özgürlük ve demokratik istikrar temelinde yeniden inşa etmek fırsatını verecekti…
*
Bu paralelde, birlikte olmalarının daha ilk başında ABD ve İsrail’in “İslam’ın siyasal sistem dışına itilmiş olması halinin yalnızca Türkiye’de değil, birçok İslam ülkesinde de toplumsal istikrarı sağlamadığı, ülke dinamiklerini tükettiği” öngörüsüne işbirlikçi kesilen,
Bu uğurda; ABD/CIA ve İsrail/MOSSAD’ın desteğiyle Emniyet ve İstihbarat’ta örgütlenmeyle ekonomik, siyasal ve toplumsal güç kazanarak yargıda, merkezi, yerel ve özerk idarelerde, sivil-askeri bürokrasi, üniversite, medya, siyasi partilerde tüm sistemi kontrol altına alan ve mütemadiyen anayasal suç işleyen;
Tayyip Erdoğan ve Fethullah Gülen’in aşırılığı teşvik eden dini ve siyasi İslamcılık vizyonlarının da sırayla tasfiye edilmesi düğmesine basılmıştı.
*
Bir taraftan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın meşruiyeti üzerinde tahribat oluşturmak için;
Suriye’de ve Irak’ta radikal örgütleri silahlandırıp yönlendirmek ve savaşa salmak:
Diğer bir devletin iç işlerine müdahale etmek:
Başka bir devlet sınırları içinde iç savaş çıkarmak:
İnsan hakları saygılı olmamak:
Barışı tehdit edici davranışlardan uzak durmamak:
Hukuku ihlal edenlerle yardımlaşmak:
Suriye’de yaşanmakta olan insani durumu ahlâksız bir ticarete dönüştürmekle ilgili bir yığın suç dosyası hazırlanıyordu.
*
Ama Türkiye’deki bu siyasi ve dini organizasyon, Mısır’dakine oranla devlette ve toplumda muazzam bir taban oluşturmuştu.
Öyle ki, “evetçi” kesim Erdoğan’ın uluslararası hukuka aykırı fiilerini hiç bir şekilde iplemiyordu…
*
Öte taraftan Erdoğan, Mısır’daki gelişmelerin ardından Fethullah Gülen’in ardından tasfiye sırasının kendisine geleceğini biliyordu.
ABD’nin Mısır’dan sonra Türkiye’de kendisi ve benzeri siyasi misyonu olanlara çizdiği çerçeveyi gördü.
F.Gülen’i “inlerine inmekle” tehdit ederken, hep bu işten bir şekilde sıyırmayı öngörüyordu.
Nitekim 15 Temmuz’da, ABD/NATO’nun “başarısız olması plânlı darbe girişimi” ile F.Gülen cemaati Türkiye’de kök saldığı her alandan sökülüp atılmaya başlandı…
*
Erdoğan her türlü hukuksuzluğu Gülen Dosyasına iliştiriyordu.
Bir süre sonra Erdoğan ve demokratik olarak seçilen Türk hükümetinin,
“Bir günah keçisi ” arayan ABD ve müttefiki Batı’yı,Fethullah Gülen cemaatinin bir darbe girişiminde bulunduğuna ikna edemediği anlaşıldı.
İslamcı Erdoğan ve hükümeti NATO ve AB ülkelerine karşı 15 Temmuz Darbe Girişiminin üstündeki belirsizlikleri kaldıramıyordu.
Batı; Darbe girişimiyle ilgili kanıt yükünün kaybolduğunu ve Türkiye’deki bağımsız yargının geçmişe ait bir hale geldiğini savunuyordu.
*
Batı’ya göre Meclis Soruşturma Komisyonu darbenin arkasındaki gerçekleri ortaya çıkarmak için değil, darbenin kontrollü bir darbe olduğunun üstünü kapatma görevi yapmıştı.
Yoksa darbe bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından mı sahnelenmişti?
Doğrusu Erdoğan’ın kuşkulu geçmişi bu çıkarıma katkıda bulunuyordu.
Neden, deliller eksikti ya da Savcılık iddianameleri birbirlerini tamlamıyordu?
Hükümetin OHAL ilanıyla demokrasi, hukukun üstünlüğü, kişisel özgürlükler ve konuşma özgürlüğü ile ilgili ihlalleri endişe ile izleniyordu…
*
Erdoğan bu endişeleri iyi anlamıştı ama çaresizdi.
Bunlara karşı etkin bir şekilde cephe alırken, İslamcı otokratik idealleri ile Batılı liberal değerler arasındaki uyumsuzluğu giderek açığa çıkıyordu.
Darbenin planlayıcıları olarak özellikle NATO, ABD ve Almanya’yı etiketliyor,ülkenin eksenini Batı’dan Doğu’ya kaydırmaya çabalıyordu…
Batı başkentlerini mülteci anlaşmasının ve feshinin iptal edilmesiyle tehdit ediyordu ki;
*
Alman Federal İstihbarat Bürosu (BND) Genel Başkanı Bruno Kahl,
Temmuz 2016 darbesi girişiminde Fethullah Gülen’in katılımını kanıtlayan zayıf kanıt tabanı hakkında konuştu..
Ankara’nın Berlin’i darbe girişiminde Gülen’in rolüne ikna edemediğini söyledi…
*
Şimdi Batı 16 Nisan referandumunu tartışırken, CHP sonuçları reddeder, sokaklar dolup taşarken müthiş bir kampanya başlamaktadır…
Eğer o hiçbir şeyi iplemeyen “Evet”çi kesimin önüne 15 Temmuz şehit ve gazilerinin Erdoğan’a bindirilen kan bedeli,
“Hayır” kesiminin önüne de Türkiye’nin AB üyeliğinin askıya alınması getirilirse şaşılmamalıdır…
*
Evet ve Hayırcılar bir düzleme getirilebilirse;
Ortadoğu’da işlenen suçların ve uygulanacak cezaların kategorileştirilmesi;
Ardından yeni bir Savaş Hukuku ve yeni bir Uluslararası Hukuka dayanan bir BM teşkilatı, ancak güven verebilir…
20.4.2017
Bir yanıt yazın