16 Nisan referandumuyla AKP iktidarının önerdiği ve MHP’nin desteklediği değişiklikler onandı.
Referandum; ülkenin yarısının taptığı, diğer yarısının nefret ettiği İslamcı Cumhurbaşkanı Erdoğan’a adı konmamış bir diktatörlük getirdi.
CHP ve TSK’nın emanetinde Kemalist ideolojide lâik Türkiye Cumhuriyeti çok ağır ihanete uğradı.
Şimdi Türkiye, Erdoğan’ın Müslüman Kardeşler Örgütünden aldığı İslamcı Cihad bayrağıyla, çağdaş ülkeler için nefret edilen bir merkez, İslamcılar için bir cazibe odağı haline gelmiştir…
*
Cumhurbaşkanı; yürütme, yasama ve yargının kontrolünü ele geçirmiş,
Kanun hükmünde kararnameler yayınlamak, bütçeyi hazırlamak, yargı üyelerini atamak, parlamentoyu feshedebilmek ve iktidar partisinin milletvekili adaylarını belirleme gücüne ulaşmıştır.
Meclis, cumhurbaşkanının uysal onaylayıcısı haline gelmiştir.
*
Bu sırada ABD Başkanı D.Trump, milliyetçi ve militarist “Önce Amerika” gündemini sürüklemekte,
Avrupa, buna Britanya’nın Avrupa Birliği’nden ayrılma referandumunu izleyen büyük varoluşsal krizinin ortasında;
İçeride baskı, dışarıda savaş yönündeki hazırlıklarını hızlandırarak karşılık vermektedir…
*
Bu perspektifte 16 Nisan referandumu da, Türkiye gündemine uluslararası öneme sahip konuları getirmiş bulunuyor.
Erdoğan’ın kendisini bir diktatör olarak kabul ettirme girişimi;
İçindeki şeytan ateşinin canını cayır cayır yakan ve gözlerinde deliliğine yansıyan kişisel eğilimleri yanında,
Türkiye’deki kapitalist düzenin ağır krizinin bir sonucudur.
*
Erdoğan, bu karakterini ABD’nin Mısır devrimine yanıtı olan savaş yöneliminde ivmelemişti.
Türkiye kapitalistleri de NATO’dan gelen baskıyla, önce El Kaide güçlerinin vekiller olarak kullanıldığı Libya’daki ve Suriye’deki rejim değişikliği amaçlı emperyalist savaşları desteklemişlerdi.
Birlikte CIA destekli terörist gruplar ağının Suriye sınırı boyunca desteklenmesi biçimindeki canice politikayı benimsediler.
Çünkü savaşın İslamcı AKP hükümetini baskın bir bölgesel güç haline getireceğini umdular…
*
Ama ABD ve müttefikleri sonradan Cumhurbaşkanı M.Mursi’nin İslamcı hükümetine yönelik halk muhalefetini manipüle ederek iktidara gelen askeri darbeyi destekledi.
Ardından Washington İslamcı vekillerine yardım etmek üzere Suriye’ye savaş açma planlarını erteledi.
Kısa sürede Türkiye kapitalistlerinin umutları suya düştü.
Türkiye, dünya savaşına dönüşme tehdidi oluşturan bir emperyalist girdabın içine çekildi…
*
2014’te, IŞİD Suriye’den Irak’a doğru ABD kukla yönetimini tehdit eden bir istilayı başlattı.
ABD ve Avrupalı müttefikleri, en sonunda IŞİD’e karşı, Türkiye destekli Özgür Suriye Ordusu’nun yerine, PKK çizgisindeki Suriyeli ve Iraklı Kürt milliyetçi grupları kullanma yönünde bir stratejide uzlaştılar.
Erdoğan, bu politikayı Türkiye’nin toprak bütünlüğüne yönelik bir tehdit olarak gördü.
Bu kez Erdoğan’ın hesapları altüst oldu…
Suriye’de rejim değişikliği amaçlı emperyalist savaş, ülke genelinde İslamcı terör saldırılarını tetikleyen bir bölgesel savaşa doğru yayıldı.
Türkiye’nin Kürt bölgelerinde bir iç savaşa yol açtı…
*
Şimdi Türkiye’nin dış politikasında ABD ve Rusya dengesi:
İsrail-Filistin barışını beklemede tutan ilişkiler:
Avrupa Birliği ve NATO ile ilgili büyüyen sorunlar:
Kıbrıs ve Ege Denizi Sorunları: Ermenistan iddiaları: Balkanlar, Kafkasya ve Orta Asya’ya İslamcılık ihracı ve daha birçoğu sorgulanır olmuştur.
Aslında bunların hepsi, hatta savaşlar ve Britanya ile Fransa’nın yüzyıl önce çizdiği sınırlarla bölünmüş halklar arasında etnik ve mezhepsel gerilimlerin alevlenmesi,
Yalnızca ulusal birlik ve bütünlük seferberliği yoluyla durdurulabilirdi…
Ama Erdoğan, sorgulanma korkusuyla bütün bu konularda iç siyasi muhalefete tahammül edemiyordu…
*
Erdoğan yönetiminde Türkiye ekonomisi ve siyaseti de;
Kredi derecelendirme kuruluşlarının not indirimi: Fethullah Gülen: OHAL: Şiddetli iç savaş: Öngörülebilirliğin azalması: Güven ve güvenlikte olağanüstü sıkıntılar: Ekonomik büyümenin ciddi boyutlarda yavaşlaması ve İşsizliğin uzun zamandır hiç olmadığı kadar yükseldiği bir durum arz ediyordu.
Halbuki öngörülebilirlik artırılmadan, hükümetin ekonomik yavaşlamaya karşı aldığı önlem paketlerinin uzun vadeli yapısal sonuçlar üretmesi mümkün değildi.
*
Üstelik ABD’de Başkan D.Trump, arz yönlü ekonomi destekli genişletici maliye politikası uyguluyordu.
Bu gelişme yolundaki ülkelere yönelik kaynak akımlarında ciddi gerilemelerin ortaya çıkacağı,
Türkiye’nin dış kaynak akışındaki gerilemeden fazlasıyla etkileneceği anlamına geliyordu.
Bu durumda borçlanmayı artırarak ve eldeki malları satarak büyümeyi sürekli kılmak da mümkün değildi.
Elde- avuçtaki malların satışında sona yaklaşılmıştı ki;
Erdoğan’ın, kurduğu varlık fonuyla eldeki değerli varlıkları teminat göstererek borçlanmaya devam edebilmesi dahi zordu.
*
Bütün bunlar, Türkiye’nin çok açık fakat adı konmayan “İflas”ını gösteriyordu.
İflasla başedebilmenin yolu ise siyasal, sosyal ve ekonomik yapısal reformları yapmaktan geçiyor,
Ama bir yapısal reformu yapabilmek için gerek görülen yapı bozukluğunun nereden kaynaklandığı ve nasıl düzeltilebileceği konusunda hem ulusal hem de uluslararası düzeyde görüş birliğinin sağlanması gerekiyordu…
Erdoğan bu konularda da iç siyasi muhalefete tahammül edemiyordu…
*
Erdoğan, ağırlıklı olarak İslam din ve gelenekleri ile uyumlu bir ekonomik ve siyasi düzenin teşvikinden yanadır.
O yüzden, eğitimden enerjiye, demokrasiden lâikliğe, kamu harcamalarından bankacılık sistemine bir çok konuda anlayış farklılığı, yapısal reformların yapılmasına engel oluyordu.
Sonuçta İslamcılıkla sağlanabilecek ekonomide iyi ama demokraside geri,
Ya da kamu borç yükü düşük ama çağdaş eğitimden uzak,
Ya da bütçesi tutarlı ama insan hakları karnesi bozuk bir ülke tablosu ortaya çıkmıştı.
Halbuki bu siyaset anlayışı ile çağdaş medeniyetler seviyesine çıkmak mümkün değildi…
Zaten, zor günlerden geçen AB çevrelerinde de siyasi, ekonomik ve sosyal bakımdan iflas noktasında olan Türkiye’nin üyeliğini askıya alınması ve bir tecride uğratılması fikri gelişiyordu…
*
Bu gelişmelerin yanısıra ABD ve Rusya liderliğinde İslamcı örgütlerle mücadele koalisyonu,
Erdoğan ve temsil ettiği İslamcılık ideolojisinin tasfiye edilmesi savaşımındadır.
Şimdi Türkiye, yüzde 50-50; sevgi ve nefret: kabul ve red: ilerici ve gerici:inançlı ve inançsız: yeterli ve yetersiz bileşkesinde bu savaşta yer alıyor…
*
Erdoğan, kendisini Saddam Hüseyin’in, Muammer Kaddafi’nin ve Beşar Esad’ın yer aldığı devlet başkanları listesine koymuştur.
Artık Erdoğan, Türkiye’deki göstermelik demokrasisiyle bile bağdaşamıyor.
Ülkeyi tam anlamıyla bölmüş, Türkiye’ye inanılmaz zararlar vermiştir.
Şimdi “Tek Adam”dır.
2019’a kadar dünyanın ve Türkiye’nin beklentilerini tek tek ve mutlaka yerine getirmelidir…
2019 başka bir hesaptır…
18.4.2017
Bir yanıt yazın