Politikacılar referandum sebebiyle nedense “15 Temmuz silahlı kalkışması karşısında kim daha cesurdu” yarışına girdiler. Meydanlarda herkes birbirini suçluyor. Şu halde ben kestirmeden söyleyeyim; hepiniz silme korkak çıktınız efendiler! Millet sizden çok daha cesurdu o gece! Millet, meydanlarda dişini tırnağına takmış bu alçak kalkışmaya engel olmaya çalışırken sizden eser yoktu ortalıkta! Milletin silahlı kalkışmaya karşı koyması, tamamıyla milli bir refleksti ve sizlerin çağrısından çok daha önce başlamıştı.
Aslına bakılırsa, silahlı kalkışmanın tarihi ve saati itibarıyla, halk zaten sokaklarda, meydanlarda ve parklarda idi. Çünkü tarih yılın en sıcak ayı olan Temmuz’un 15. günü, saat 21.00 idi. O saatlerde bütün yurtta sadece resmi iş yerleri kapanmıştı ve bütün özel işyerleri zaten açıktı; millet işinde gücünde, alışverişinde idi. Yani halk evinden çıkıp gelmemişti meydanlara, henüz evine gitmemişti ki. Ben bile o saatlerde bahçeden yeni dönüyordum eve.
Politikacıların, meclise gelmeleri ve meclisin ışıklarını yakmaları milletin sokağa çıkmasından sonradır. Üstelik milletin sokaklarda bombalara karşı “Allah belanızı versin” diyerek darbecilerle mücadele ettiği saatlerde, politikacılarımız meclisin sığınıklarında kendilerine münasip yer bulmak için mücadele veriyorlardı. Cesaret yarışına giren politikacılar, lütfen söyleyin; hanginizin evi veya bürosu basıldı, hanginiz tutuklandınız o gece? Bir avuç cuntacı ve çete mensubu çıktı ortaya, kendi silah arkadaşlarını tutukladılar ve vurdular sadece! Elbette bir de kendilerine engel olmaya çalışan kahraman halkı!
Siz bakmayın belediye başkanlarının belediye araçlarıyla, iş makineleriyle ve çöp kamyonlarıyla askeri garnizonların ve kışlaların önünü kapattıklarına; bunların hepsi darbenin mahiyeti ve güçsüzlüğü anlaşıldıktan sonra yapılmıştır. Üstelik darbe girişiminin yapıldığı günü izleyen günlerde, darbe girişimi savuşturulduktan, tehlike geçtikten sonra, şov amacıyla ve ordumuzu halkın gözünde madara etmek amacıyla yapıldı bütün bunlar. Eğer bu darbe girişimi, FETÖ mensuplarının değil de TSK’nin ortak kararı olsaydı şimdi içeride olacaklar herhalde en başta politikacılar olacaklardı.
Dolayısıyla; 15 Temmuz’un en cesurları, politikacılar değil; sağcısıyla, solcusuyla milletin ta kendisiydi o gece. Bu sebeple lütfen rahat bırakın artık bu milleti. Düşün milletin yakasından!
Tank Meselesi!
15 Temmuz silahlı kalkışmasında 248 vatan evladı şehit oldu; Allah cümlesine bir kez daha rahmet eylesin. 15 Temmuz ile ilgili olarak ileri sürülen argümanlardan birisi de “Millet kendisini tankların önüne atarak ve üstüne çıkarak darbeyi önledi” argümanıdır. Peki bu 248 vatandaşımızdan kaçı acaba tankların paletleri altında kalarak can verdi? Sanırım hiç yok; varsa da ben duymadım! Bildiğim kadarıyla ölenlerin hemen hepsi, FETÖ diniyle afyonlanmış bir grup çılgın ve çete mensubunun açmış olduğu ateş sonucu şehit düşmüşlerdir. Bu sebeple lütfen şu tank muhabbetini de bırakın efendiler. Çünkü hiç inandırıcı değilsiniz. II. Boris Yeltsin olma şansını çoktan yitirdiniz siz…
Örümcek Ağı, Güvercin Yuvası ve 15 Temmuz Silahlı Kalkışması
Cumhurbaşkanı, ATV, A-Haber ortak yayınında 15 Temmuz günü Dalaman havalimanından ayrılışını anlatırken şunları söylemiş: “Damadım, eşim, kızım torunlarım hep beraber oradan çıktık ve Dalaman’a ulaştık, bizden önce meğerse Dalaman’a gelmişler, bizim uçağı incelemişler. Fakat çok ilginç şeyler oluyor ve uçağa girmişler, bakmışlar çıkmışlar. Bizim bunlardan haberimiz yok. Biz indik, hemen uçağa geçtik daha sonra öğreniyoruz. Ki bunların gelip gitmesi hani Nur Mağarası’ndaydı değil mi? Hani geliyorlar sevgili peygamberimiz, Ebubekir Sıddık ile orada ama mağaranın kapısını örümcek örüyor ve gelip bakıyorlar ki örümcek ağ örmüş, ‘Burada örümcek ağ ördüğüne göre herhalde buraya kimse girip çıkmış değildir’ diyorlar ve kapıdan müşrikler dönüp gidiyor. Şimdi bunlar da gelip bakıyorlar filan kimseyi görmeyince uçağın içinde dönüp gidiyorlar onların arkasından biz biniyoruz ve uçağımıza binip, üç ayrı noktada tabii o gece bizim uçak var çünkü hedef saptıracağız. Dalaman’daki uçakla beraber hareket ediyoruz.”(1)
Muhalifleri tarafından, Cumhurbaşkanı’nın, “kendisini Hz. Peygamberle kıyaslıyor ve dini siyasete alet ediyor” şeklinde yorumlanabilecek şekilde aktarmış olduğu yukarıdaki rivayette eksiklikler ve yanlışlıklar vardır. Üstelik bahsetmiş olduğu hadise, tamamen uydurma bir rivayettir. Yani indirilmiş İslam ile uzaktan yakından alakası olmayan bir söylentidir.
Açıklayalım:
En başta Mekke’de veya Medine’de “Nur Mağarası” diye bir mağara bulunmamaktadır. Sadece Mekke yakınlarında “Nur Dağı” ve “Sevr Dağı” adıyla bilinen ve ülkemizdeki dağlarla kıyaslandığında tepecik denilebilecek yükseltiler vardır. Mesela yerinde gördüğüm Sevr Dağı, oldukça dik, sarp ve yalçın kayalıklardan oluşan bir tepeden ibarettir. Zeminden yüksekliği belki birkaç yüz metredir.
Bu iki dağdan Nur Dağı’nda bulunan mağaraya “Hira Mağarası” denir ki; Kur’an’ın ilk ayetleri bu mağarada gelmeye başlamıştır Hz. Peygamber’e. Bu anlamda Merhum Alparslan Türkeş’in “Tanrı Dağı kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslüman’ız” sözü de, en az Sayın Erdoğan’ın “Nur Mağarası” söylemi kadar yanlıştır.
Sevr Dağı’ndaki mağaranın adı ise bulunduğu dağ ile aynı adı taşımaktadır; “Sevr Mağarası”. Cumhurbaşkanı’nın bahsetmiş olduğu (uydurulmuş) hadise işte bu Sevr Mağarası’nda geçmiştir. Erdoğan’ın eksik olarak aktarmış olduğu hadise kısaca ve elbette rivayete göre şöyledir:
Hz. Peygamber, Müşriklerin baskılarını iyice arttırmaları ve işi kendisini öldürmeye kadar vardırmaları üzerine Medine’ye hicret etmeye karar verdi. Hicret sırasında yatağına çocuk yaştaki kuzeni (sonra damadı) olan Hz. Ali’yi yatırdıktan sonra, alaca karanlıkta evinden çıktı ve kendisini öldürmek için evini kuşatmış olan müşriklerin arasından, onların üzerine toprak serperek ve Kur’an’dan ayetler okuyarak sıyrılıp çıktı. Ancak müşrikler kendisini fark edemediler.
Sabah olunca Müşrikler kendisini öldürmek için evine daldıklarında yatakta Hz. Ali’nin yatmakta olduğunu ve Hz. Muhammed’in evden, hatta Mekke’den ayrıldığını anladılar. Bunun üzerine iyi bir iz sürücü olan Süraka isimli Kureyşli askere oldukça yüklü hediyeler vaat ederek bir grupla birlikte onu, Hz. Peygamber’i ve Ebu Bekir’i yakalamak için peşlerine saldılar.
Hz. Peygamber ve arkadaşı Hz. Ebu Bekir, arkalarından gelen müşriklerden kurtulmak için yukarıda tasvir ettiğimiz Sevr Dağı’na tırmanıp, oradaki mağaraya saklandılar. Allah, hemen mucizesini gösterdi; örümceğe mağaranın ağzına bir ağ örmesini emretti, güvercine de orada yuva kurup yumurtlamasını ve yavrulamasını buyurdu. Bunlar anında yerine geldi. Süraka ve arkadaşları mağaranın ağzına kadar geldiklerinde örümcek ağını ve kuluçkaya yatmış güvercini gördüler, bunun üzerine “buraya uzun süre insan gelmemiş, eğer gelseydi örümcek ağı bozulur, güvercin de uçar giderdi” diye düşündüler ve mağaranın içini kontrol etmeden geri dönüp gittiler. Hz. Peygamber ve Hz. Ebu Bekir, üç gün süreyle o mağarada kaldılar.
Rivayete biraz daha dram katmak isteyenler devamla şunları da söylerler: Mağarada kaldıkları sırada delikten bir yılan, başını uzattı. Amacı peygambere zarar vermekti. Ebu Bekir bunu görünce yılanın peygambere zarar vermesinden korkarak ayak topuğu ile deliği kapattı. Yılan da Hz. Ebu Bekir’in ayağını soktu. Hz. Ebu Bekir, bu dayanılmaz acıya rağmen sırf dizinde yatmakta olan Hz. Muhammed uyanmasın diye sesini çıkarmadı. Hz. Peygamber, uyandıktan sonra Ebu Bekir’in çekmiş olduğu acıdan durumu anladı ve yılanın soktuğu yere mübarek tükürüğünü sürerek arkadaşını tedavi etti!
Rivayet özetle böyle! Gelin görün ki; bu rivayetin büyük bölümü uydurmadır. Belki Hz. Peygamber ve Ebu Bekir o mağarada saklamış olabilirler ama örümcek ağı, güvercin yuvası ve yılan sokması tamamıyla uydurmadır. Zira bu rivayetin hemen hemen aynısı Hz. Davut için de anlatılmaktadır. Hem de Diyanet’in yayınlarında anlatılmaktadır.
Mesela bir Diyanet yayınında Abdullah Aydemir isimli ilahiyatçı, Taberi, Beğavi ve Zemahşeri gibi müfessirlerin tefsirlerini kaynak göstermek suretiyle şu bilgileri aktarmaktadır: “Davud bir şeyden korktuğu zaman, onun arkasından kimse yetişemezdi. Talut onu takip etmek üzere atını koşturdu. Davud, yetişir korkusu ile daha süratli koşmağa başladı; bir mağaraya sığındı. Allah örümceğe, mağaranın ağzında kendisi için bir yuva kurmasını ilham etti. Mağaranın ağzına gelen Talut, kurulan örümcek ağını ve yuvasını görünce: ‘Duvud buraya girmiş olsaydı örümceğin ağını bozmuş olurdu’ diyerek çekip gitti…”(2).
Anlaşılacağı üzere; ilk dönem İslam alimleri, pek çok konuda olduğu gibi, Yahudi kaynaklarında Hz. Davut için uydurulmuş bu hikayeyi de olduğu gibi alıp Hz. Peygamber’e yamamışlardır!
Öte yandan ben Sevr Dağı’nı Sevr Mağarası’nı bizzat yerinde gördüm ve içine girdim. Bu mağara, sandığınız gibi, içinde insanların rahatça saklanabileceği ya da gezinebileceği türden, mesela bizim Karain, İnsiyu, Astım Mağaraları gibi ya da Kapadokya’daki yer altı şehirleri gibi bir mağara değildir. İçine birkaç kişinin ancak çömelerek sığabileceği türden birkaç büyükçe kayanın birbirine dayanması sonucu oluşmuş ve bakınca içi rahatlıkla görülebilecek küçük bir kovuktur. Ayrıca, eğer mağaranın bulunduğu dağın şeklinde veya yapısında o günden bu güne kadar herhangi bir değişiklik olmadıysa, tepenin zirvesindeki mağaraya at ve deve ile çıkmak da mümkün değildir. Çünkü dağın yamacı oldukça dik ve sırf yalçın kayalardan oluşmaktadır. Bu tepeye çıksa çıksa, keçilerden dağlara tırmanmayı öğrenmiş olan benim gibi keçi çobanları veya cennete gitmeyi garantilemek isteyen hacılar çıkabilirler. Mağaraya çıkan keçi yolu, uzak doğudan ve Afrika içlerinden gelmiş dilencilerle doludur.
Özetle; Sayın Cumhurbaşkanı’nın aktarmış olduğu hikaye, tamamıyla uydurmadır, akla, mantığa ve bilime aykırıdır. Hz. Peygamber, uydurulmuş rivayetlerde aktarıldığı üzere sadece Allah’ın yardım ve inayetiyle değil, aklını ve mantığını çalıştırmak suretiyle Mekke’den ayrılıp Medine’ye ulaşmıştır. Mesela yatağına Hz. Ali’yi yatırarak, müşrikleri bir anlamda tongaya düşürmüş, böylece kendisine zaman kazandırmıştır. Gündüzleri saklanmışlar, geceleri yolculuk yapmışlardır. Mekke’den direk kuzey yönünde Medine’ye gitmek yerine, önce batıya, yani Kızıldeniz istikametine gitmişler, sonra kuzeye dönmek suretiyle Müşrikleri yanıltmışlardır. Muhtemelen yanlarında iz kapatan görevliler de vardı veya bu işi kendileri yaptılar.
İslam’ın, Hz. Peygamber’in davranışlarına da yansıyan, akla ve mantığa uygun böyle güzel yanları varken, Müslümanlar neden hâlâ uydurma rivayetleri kendilerine örnek alırlar doğrusu hayret ediyorum ben.
Millete Ne Kılıçdaroğlu’ndan?
Evet kampanyası yürütenler, işi iyiden iyiye Kılıçdaroğlu-Erdoğan tercihine indirgemiş bulunuyorlar. Oysa millete ne Kılıçdaroğlu’ndan ve Erdoğan’dan! Bu sebeple tankın üzerine çıksalar kime ne, tankın önünden kaçsalar kime ne? Zira 16 Nisan’da Erdoğan ve Kılıçdaroğlu değil, laik demokratik parlamenter cumhuriyetimiz oylanacaktır. Efendim, “Kılıçdaroğlu 15 Temmuz gecesi Atatürk Havalimanı’ndan kaçmış imiş!” Oysa Kılıçdaroğlu diyor ki; “O gün Saat 22 Uçağıyla Ankara’dan İstanbul’a gittik, 23’te İstanbul’a indik. Uçakta Hayati Yazıcı da vardı, yan yana oturuyorduk. Uçakta darbe girişiminden haberdar olduk. Ve darbeye karşı olduğumuzu hemen açıkladık. Tekrar Ankara’ya dönmek istedik. Ancak uçakların kalkmadığı söylendi. Biz de Bakırköy Belediye Başkanı’nın evine gitmeyi uygun bulduk. Ne yapacaktık; havalimanında mı bekleyecektik? Sonra darbeye karşı olduğumuza ilişkin bir metin kaleme alıp medyaya gönderdik. Telefonla grup başkanlarına talimat verdim hemen meclise gitmelerini söyledim”(3).
Hayati Yazıcı da aşağı yukarı aynı şeyleri söylüyor. Uçak yolculuğu konusunda Kılıçdaroğlu’nun anlattıklarının aynısını anlattıktan sonra, “Ankara’ya dönme imkanı bulamayınca il başkanlığımıza gittim” diyor o da(4). Yani Hayati bey de beklememiş havalimanında. Peki şimdi Hayati Bey’e de “Kaçtı” mı diyeceğiz? Öyle ya, eğer Kılıçdaroğlu için o tabiri kullanıyorsanız, Hayati Bey için de kullanmanız gerekmez mi? Üstelik bu insanlar neden beklesinler havalimanında? Zira o sırada Sayın Cumhurbaşkanı’nın nerede olduğundan ve uçağının nereye ineceğinden henüz haber alınmış değildir. Cumhurbaşkanı’nın ortaya çıktığı an CNN-TÜRK’e bağlandığı andır ve o sırada yanlış bilmiyorsam saat gece yarısı 00.25’i gösteriyordu.
Peki, Başbakan da o gün İstanbul’da idi ve o da İstanbul’u terk etmek durumunda kalmıştı. Üstelik, Ankara’ya değil, Ilgaz Dağı taraflarına gitmişti Sayın başbakan. Demek ki; devlet aklı bunu gerektirmektedir. Madem Hz. Peygamber’i örnek alıyoruz, demek ki; yapılan şey doğrudur ve O’nun sünnetine uygundur. O, Sevr Dağı’na tırmanıp Sevr Mağarası’nda saklanmışsa, Binali Bey de haklı olarak Ilgaz Dağı’na gidip bir tünel şantiyesinde geçirmiştir o geceyi. Sünnete uygun olan da budur zaten. Dolayısıyla; ne Kılıçdaroğlu’nun, ne de Başbakan Binali Yıldırım’ın o geceki davranışları konusunda tenkit edilecek bir yan yoktur bize göre…
___________
1-
2- Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, TDV. Yayınları, Ankara, 1992, s, 180.
3- CNN-TÜRK-Kanal D Ortak Yayını, “Kemal Kılıçdaroğlu Özel” programı/12.04.2017.
4- Haber-Türk TV, “Türkiye’nin Referandumu” programı, 12.04.2017.
Bir yanıt yazın