Alaeddin Yalçınkaya
Halep yakınlarında Cina köyünde, 16 Mart’ta yaklaşık 300 kişinin yatsı namazı kıldığı esnada cami bombalandı ve 70’i aşkın Müslüman hayatını kaybetti. Başta bombalamanın Ruslar tarafından yapıldığı haberleri yayıldı. Daha sonra ABD yetkilileri bu saldırıyı kendi uçaklarının yaptıklarını deklare ettiler. Camide teröristlerin toplanmış olduğu, saldırının teröre karşı yapılmış olduğu söylendiyse de cemaatin terörle ilgisi olmadığı, hatta köy halkının radikal hareketlere karşı özellikleriyle bilindiği ortaya çıktı. Anlaşıldığı kadarıyla cemaatin Türkiye ile işbirliği yapan ÖSO ile de irtibatı yoktu. Belki de bu yüzden en azından diplomatik ilgi görülmedi. ABD yetkilileri durumu soruşturuyoruz demekle yetindiler ve yeni katliam haberleriyle camiye saldırı unutuldu.
Olaydan bir gün önce Şam’da düzenlenen intihar saldırısında en az 25 kişinin öldüğünü hemen bütün bültenler duyurdu. Yani Şam’daki saldırının karşılığı olarak insanların vurulduğu bilinçaltına yerleştirilmeye çalışıldı, yani hesap kapandı.
İlginç olan ise Müslümanlara yönelik katliam, bombalama gibi savaş suçu eylemlerinin, insan haklarıyla ilgili düzenlemeleri ihlal eden fiillerin sıradan haberler haline gelmesidir. Müslüman devletler ve uluslararası örgütler için dahi bu cinayetlerin sıradanlaşmasıdır. Bu olaydan bir hafta sonra Londra’daki terör saldırısında dört kişi ölmüş, bültenler günlerce ölü ve yaralıların hazin hikayelerini anlatmış, mağdurların bakımı, tedavisi, tazminatları ile ilgili bilgiler aktarılmıştır.
Londra saldırısının İngiltere doğumlu bir terörist tarafından düzenlendiği kesinleşti. Halep’teki saldırı ise Suriye’nin her zerresinde istihbarat elemanları, taşeron örgütleri bulunan, hedefe nokta atışı yapabilen ABD savaş uçağınca düzenlendi. Londra saldırganı bir terörist iken Halep bombacısı ABD!
Saldırı sonrasında başbakan yardımcısı ile Diyanet İşleri Başkanı’nın kişisel mesajları yayınlandı. Buna karşın saldırgan ülkenin bu zavallıların mağduriyetini gidermesi için diplomatik girişim veya uyarı duyulmadı. Benzer kınama mesela İran’dan da geldi, ancak arkası görülmedi. Halbuki Ermeniler ve Süryanilerin felaket bölgesinden kurtarılıp rahat ve huzur içinde ikametleri için sadece Hıristiyan dünyası değil, ülkemizde de bakan seviyesinde yöneticiler gelişmelere müdahil oldular.
Caminin içindeki cemaatle vurulması, Suriye’deki binlerce katliam gibi unutulmak üzere iken bir sivil toplum kuruluşu olan Amerika-İslam İlişkiler Konseyi (CAIR), olayın şeffaf bir şekilde soruşturulması ve sonucun açıklanması çağrısında bulundu. Bu çağrıda dahi mağdurların yaralarının sarılması, caminin yeniden inşası talebi görülmedi. Buna karşın CAIR’in olayın peşini bırakmayacağını ümit ediyoruz. Bombalamayı yapan, emri veren, ihmali olanın bir an önce soruşturulması, sonuçların açıklanması gerek. Ancak bundan çok daha önemlisi ise yıkılan caminin yeniden inşası, yararlıların tedavisi ve mağdurların zararlarının tazminidir. Bu konuda herhangi bir diplomatik talep veya girişimin olmaması son derece vahim.
Yaşanan süreçte mağdur Müslümanları savunmanın gereksiz olduğu bilinçaltına kazınmaktadır. Bombalamadan sonra Halep ve civarındaki insanların evlerini boşaltması, sonu belli olmayan bir yolculuğa çıkması için sıra sıra otobüslerin onları beklediği görüntüleri sevis edildi. Yani camiye atılan bombanın, bölge halkından vatanını terketmeyenlerin de zorunlu sürgününe ilave bir gerekçe olduğu gösterildi. Ellerinde bir kaç tencere, çuvallarda birkaç parça giyecek ile balçıklı yollarda yalın ayak kendilerini bekleyen otobüslere yürüyen kadın, çocuk ve yaşlı görüntüleri yürekleri parçaladı ancak bunlar sıradan haberler haline geldi.
Savaşlarda kültürel varlıklar, mabedler, sivil toplum mensupları, yaşlılar ve çocukların korunması, bunlara yönelik saldırıların suç sayılması gibi konularda birçok düzenleme bulunmaktadır. Bu çerçevede başta BM bünyesindeki kuruluşlar olmak üzere birçok örgütlenmelere gidilmiştir. Bunların ötesinde Mescid-i Aksa’nın kundaklanma teşebbüsünden sonra kuruluş süreci başlayan ve bugün 57 İslam ülkesinin üye olduğu İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) bulunmaktadır. ABD uçağının camiyi harabeye çevirmesinden sonra bu teşkilatın tepkisine ulaşmaya çalıştım. İlginçtir ki mezhep çatışması görüntüsü altında terörist grupların camilere saldırısı üzerine bu teşkilat hemen tepki göstermiş, kınama beyanları yayınlanmış. Hatta bundan hareketle misyoner kuruluşlarından aktarılan mezhep düşmanlığı üzerinden daha fazla Müslümanı birbirine kırdırma senaryoları ortaya konmuştur. Ancak sözkonusu saldırgan ABD olunca İİT’nın gündemine alınmamıştır.
Trump’ın özel izniyle 15-25 Mart arasında Halep-Musul coğrafyasında bombalamalarla katledilen Müslüman sayısı 200’ü geçti. Esasen Irak’a 2003 müdahalesinden beri yapılan katliam ve tahribat hedefe yönelmiş program dahilinde yürüyor. Başkanların değişmesi hedef doğrultusundaki eylemleri değiştirmiyor. Ancak mevcut diplomatik imkanları kullanması gereken ülke ve örgütlerin bu konuda sessiz kalmaması gerek. Hiç değilse “sessiz diplomasi” yöntemiyle girişimlerde bulunmak, yürürlükteki düzenlemelere göre mağdurların haklarını istemek, bir aşama sonra uluslararası kamuoyu yanında saldırgan ülkelerin de kamuoyunu arkasına almak gerekmektedir. Belirtmek gerekir ki bu zulmü iç politika malzemesi yapmak, toplumlar arasında nefret ve düşmanlığı artırmak katliamın devamına yol açacaktır.
Başta İİT olmak üzere BM’nin ilgili kuruluşları ile devletler, cami bombalanması olayına odaklanarak ABD’nin sivillere yönelik katliamının durdurulması, mağdurların zararlarının telafisi yönünde her türlü diplomasi ve propaganda yolunu kullanmalıdır. Bu süreçte İslamofobiye yeni fırsatlar verme hatasına düşülmemelidir. Katliamları öfkeyle izleyen Müslümanların “gazını alma”, bu öfkeyi kendi çıkarları doğrultusunda kullanma yerine onların hakları istikametinde netice alma stratejisi izlenmelidir.
Öncevatan, 27.03.2017
Bir yanıt yazın