Selçuk Şirin “Ülkenin bekasını dert ediyorsanız, bu 7 öneriyi dikkate alın!” başlığı ile yazdığı yazıda şu an okullarda olan 20 milyon öğrenciye iyi bir eğitim veremez ise Türkiye’nin bu yüzyılı da kaçırmış olacağını söylüyor ve 7 çözüm önerisi veriyor:
Reformları verilerle yapalım!
Hayat değişiyor. Eğitim de buna göre ayak uydurmalı ama nasıl? O nedenle eğitim deyince akla reformun gelmesi gayet doğal. Ama soru şu: Reformları neye göre yapacağız? Bir sabah kalkıp aklına eseni reform diye toplumun önüne mi koyacağız, yoksa bu değişiklikleri sistematik bir şekilde verilerden yola çıkarak mı yapacağız? Bu önemli soruyu nasıl yanıtladığımız eğitim alanında yaptığımız her şeyi belirliyor. O nedenle eğitim alanında yapılması gereken ilk reform bundan sonra eğitimdeki tüm değişikliklerin verilere dayandırılarak yapılması olmalıdır. Bu, şu demek: Önce sorunları bilimsel olarak tespit edeceğiz, sorunların muhatabı olan her kesimden veri toplayacağız. Sonra bu sorunlara çözüm yolları bulmak için ortak aklı harekete geçireceğiz. Yani bizim şura geleneğini. O açık platformda herkes çözüm yollarını masaya yatıracak. Ortaya çıkan paketi pilot uygulamalarla sınayacağız ve başarı gösteren uygulamaları tüm Türkiye’ye yayacağız. Evet biraz meşakkatli bir süreç bu. Ama ya bu yoldan gideceğiz ya da aklına esenin reform yaptığı yap-boza dönmüş ucube bir sistemle çocuklarımızın geleceğini heba edeceğiz. Tercih sizin.
Her ile üniversite yerine, her mahalleye iyi bir okul öncesi eğitim kurumu!
Eğitimde geri dönüşü en yüksek yatırım okul öncesi dönemindedir. Hatta oranı da belli: Bu döneme yapılan her 1 liralık yatırım 8 lira olarak geri dönüyor. Ve Türkiye okul öncesi eğitime katılımda kendi klasmanımız olan ülkelerin içinde açık arayla en son sırada yer almakta. O nedenle hiç pilot uygulamaya gerek olmadan ilk elden hemen yapılması gereken reform her mahalleye kaliteli bir okulöncesi eğitim kurumu açmaktır. Bunun için özel sektör-devlet işbirliği ile bir ulusal kampanya ilan edilmeli ve hatta gerekirse her ile üniversite için ayrılan parayı oradan alıp doğrudan okulöncesine vermeli. Evet her ile bir üniversite yerine her mahalleye iyi bir kreş ülke kalkınması için daha kıymetli bir yatırım olacaktır.
Teknolojiye ve binaya değil öğretmene yatırım!
Asya ülkeleri ve Finlandiya’nın eğitim mucizelerinin sırrı öğretmene verilen değerde yatmakta. Bu sistemlerde öğretmenlik profesyonel bir meslek olarak tanımlanmış, öğretmen seçimi, eğitimi ve sosyoekonomik statüsü (yani maaşı ve prestiji) buna göre organize edilmiştir. O nedenle eğitime aktaracağımız yatırımların merkezinde teknoloji ve binadan önce öğretmen olmalıdır. İyi bir öğretmen olmadıktan sonra istediğiniz binayı yapın, istediğiniz ‘akıllı’ teknolojiyi okullara sokun, sonuçta her şey o öğretmenin elinden geçerek öğrenciye ulaşacak.
Merkezi idarede esneklik şart!
Ankara’da oturan bir kişi, 19 milyon öğrencinin ve bir milyonu aşkın eğitimcinin kaderini belirliyor. Oysa başarılı sistemlerde okul yöneticileri ve öğretmenler hizmet ettiği çocukların ihtiyaçlarına göre kendi yaratıcılıklarını mesleki bir zorunluluk olarak devreye sokabilmektedir. Yani iyi çalışan sistemlerde merkezi idarenin elinde olan yetkiler il, ilçe ve okul yönetimlerine devredilmiş durumdadır. Aslında cümleyi yanlış kurdum. Bizde yerelde olması gereken yetkiler, merkezi iradeye devredilmiş durumda. Bu yönetim denklemini değiştirmedikçe hiçbir sorunu yerinde çözemeyeceğiz. Eğitimi de.
Milli STEAM seferberliği!
Uluslararası sınavların sonuçlarına baktığımızda bizi en fazla endişelendirmesi gereken istatistiklerden biri ileri seviye fen ve matematik becerisine sahip öğrencilerimizin neredeyse hiç olmadığı gerçeğidir. Yeni ekonominin lokomotifi olan bu alanlarda elimizi çabuk tutmazsak korkarım ki bir sonraki kalkınma trenini de beceriksizliğimiz yüzünden kaçırmış olacağız. O nedenle acil olarak milli bir STEAM seferberliği (fen, teknoloji, matematik, sanat, mühendislik eğitimi) başlatarak katma değeri yüksek üretimin esas olduğu yeni ekonominin ihtiyaç duyduğu alanlarda yüksek becerili bireylerin yetişmesini sağlamalıyız. Bunun nasıl yapılacağını Türkiye’deki pek çok iyi modelden biliyoruz. Her ilçeye en az bir fen ya da fen ve teknoloji lisesi açmakla işe başlayabiliriz.
Bu sınavlarla mümkün değil!
Şu an var olan okullar arası geçişi belirleyen tüm sınavlarda biz öğrencilerin hafızalarını ölçüyoruz! Ezberi güçlü olan, Google’da bir aramada bulunabilecek verileri artarda sıralayan çocuklara başarılı diyoruz. Bu sınavlar eğitimde bir mıknatıs görevi görüyor, o nedenle yukarıda sıraladığım tüm adımların başarıya ulaşması için uyguladığımız tüm sınavları yeni bir anlayışla gözden geçirmemiz gerekiyor. Öğrencilerin ezber becerisini ölçen sınavlardan vazgeçip, öğrencilerin bildiğini uygulama becerisini ölçen bir sınav sistemi kurmalıyız. Açık uçlu sorularla muhakeme, eleştirel düşünce gibi üst beceri seviyelerini ödüllendiren sınavlara geçmeliyiz. Ezberci eğitimden şikayet edip çocukları ezbere göre ölçmek sistemdeki en temel çelişkidir. Bu çelişkiye son vermeliyiz.
Eğitimde reform eğitimle sınırlı kalamaz!
Son olarak eğitim sisteminde yapılacak tüm bu reformlar tek başına bizi şu an bulunduğumuz ekonomik ve beşeri kalkınma seviyesinden alıp daha ileri bir kalkınma seviyesine getirmeyecektir. Gerçek manada ekonomik ve beşeri kalkınma için bu reformlara ek olarak çocuklarımızın bilgiye özgürce ulaşmasını ve onların adil bir rekabet ortamında yarışmasını da güvence altına almamız gerekmektedir.
Ülkenin bekasını dert ediyorsanız, eğitimi dert edin!
Yazıları posta kutunda oku