Ülkelerarası ilişkilerde belirleyici en önemli faktör ekonomik güçtür. Ekonomik bağımsızlık yoksa siyasi bağımsızlıktan söz edilemez. Hollanda ile gerginleşen ilişkileri bu kapsamda değerlendirmek gerekir. Hollanda Türkiye ilişkileri, 400 yıllık geçmişe dayanır. İlişkiler ilk elçinin Osmanlıya gönderildiği 1612 yılına kadar geriye gitmektedir. İki ülke de Avrupa Konseyi ile NATO’ya üyedir. Hollanda’da yabancılar arasında Türkler 397.600 kişiyle ilk sıradadır. Daha sonra 386.100 kişiyle Faslılar gelmektedir.
Hollanda ve Türkiye, siyasi gerginliğe feda edilemeyecek iki önemli ekonomik ortaktır. Geçen yıl Hollanda’ya ihracatımız 3.6 milyar dolar olmuştur. Toplam ihracatımız içindeki payı yüzde 2.5 olup sıralamada 11’ncidir. İthalatta Hollanda 3 milyar dolar ile 17’ncidir ve dış ticaretimizin fazla verdiği ender AB ülkelerinden biridir.
Türkiye’ye gelen doğrudan yabancı sermaye içinde Hollandalı firmaların payı yüzde 15,8’dir. Son 14 yılda bu ülkeden 22 milyar dolarlık yatırım gelmiştir. İkinci sırada 11.2 milyar dolarla ABD gelmektedir. Avusturya 9.8 milyar dolarla 3’üncüdür. İngiltere dördüncü, (9.5) Lüksemburg beşinci (8.9), Almanya 8.7 milyar dolarla 6’ncıdır. Türkiye’de 2500 civarında Hollanda firması vardır. Hollanda’da ise 23 bin Türk girişimci faaliyet göstermektedir
Geçen yıl Hollandalı firmalar Türkiye’ye 956 milyon dolar yatırım yapmıştır. Bu kapsamda Petrol Ofisi, Hollanda enerji şirketi Vitol tarafından satın alınmıştır ama satış işlemler henüz tamamlanmamıştır. Petrol Ofisi’nin satışının gerçekleşmesi için EPDK ve Rekabet Kurumu’nun onayı gerekmektedir. Vitol şirketinin temsilcileri, 1 milyar 368 milyon Euro’luk bir anlaşmanın söz konusu olduğunu belirterek alıcı ile satıcının anlaştığını açıklamışlardır.
Hollanda, Türkiye’ye en çok turist yollayan 6’ncı ülkedir. Hollanda’dan ortalama yılda 1 milyon turist gelmektedir. Geçen yıl gelen turist sayısı 915 bindir. Hollanda’nın yabancı turist pazarındaki payı yüzde 3.6’dır.
Hollanda, borçlu olduğumuz ülkeler arasında 16.7 milyar dolarla ilk, kısa vadeli borçlarda ise 2,25 milyar dolarla ikinci sıradadır. Türk özel sektörünün toplam borcunun Ekim 2016’da 207 milyar doları uzun, 17 milyar doları kısa dönemli olmak üzere 224 milyar dolar olduğu düşünülürse, Hollanda’nın önemi ortaya çıkar.
Türkiye ile Hollanda arasındaki ekonomik ilişkiler karşılıklı bağımlılık gösterirken, bu ülkeye ekonomik yaptırım uygulanamaz. Eğer siyasi kriz ekonomik yaptırımlara dönüşecek olursa, bundan Hollanda’dan çok Türkiye zarar görür ve Türkiye için bir talihsizlik olur.
Bu konuda 1982 yılında Turgut Özal’ın direktifi ile DPT AET Dairesini (AB Genel Müdürlüğü) kuran bir öğretim üyesi olarak bir anımı paylaşmak istiyorum. Fransa, o dönemde sözde Ermeni soykırımını devamlı gündeme getirdiği için Başbakan Bülent Ulusu Fransa’ya ekonomik yaptırım uygulamamız konusunda DPT Müsteşarı Yıldırım Aktürk’e talimat vermiş, Yıldırım Bey de bizim Daireyi görevlendirmiştir.
Biz Daire olarak bir inceleme yaptık. İki önemli kurumumuz (Renault ve Tülomsaş) Fransa’dan ithalat yapıyordu. Eğer ithalatı azaltırsak bindiğimiz dalı kesecektik. Fransa’dan ithalatı kesmek, bir yaptırım olmayacaktı. Çünkü Fransa’nın toplam ihracatı içinde Türkiye’nin payı çok azdı. Bunun üzerine AB’den demir çelik ürünlerine yüzde 15 fon getirildi. Bu da gümrük birliğine aykırı olduğu için daha sonra kaldırıldı. Ayrıca fon uygulandığından ithal demir çelik ürünleri pahalılaşmış, buda Türkiye’nin uluslararası piyasada rekabet şansını azaltmıştır. Özetle, ekonomik yaptırım bir işe yaramamış, bir süre sonra da kaldırılmıştır.
Hollanda ile gerginleşen ilişkiler, Avrupa Birliği ile ilişkilerimize olumsuz yönde yansımaktadır.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu geçen hafta 24 TV’de katıldığı programda Türkiye’ye vize serbestisi sağlanmadığına işaret ederek, AB ile imzalanan mülteci anlaşmasının iptal edilebileceğini açıklamıştır. Strasbourg’da temaslarda bulunan AB Bakanı Ömer Çelik de yaptığı açıklamada mülteci anlaşmasının devam etmesi için bir neden olmadığını söylemiştir.
Maliye Bakanı Naci Ağbal Konya’da katıldığı bir toplantıda “Gelişmeler, misliyle karşılık vermemiz gelişmeler. Hükümet olarak da bu konuda son derece kararlıyız’’ demiştir ama sanırım ekonomik yaptırımı kastetmemiştir. Buna karşılık Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, Hollanda’ya ekonomik yaptırımlar uygulanabileceğini dile getirmiştir: “Siyasi yaptırımlarla başladık arkasından ekonomik alanda başka yaptırımlar da gelebilir.”
Başbakan Yarımcısı Nurettin Canikli ise şu açıklamayı yapmıştır: “Avrupa rüyası artık bitmiştir, Avrupa’da çöküş başlamıştır…Avrupa dağılma sürecine girmiştir.” Buna karşılık Maliye Bakanı Ağbal AB ile ekonomik ilişkilerin artarak devam edeceğini açıklamıştır: ”Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki ekonomik ilişkiler önümüzdeki dönemde daha artacak ve gelişecek.”
TÜSİAD Genel Sekreteri Bahadır Kaleağası, Avrupa Birliği ile ciddi bir kriz olasılığı var görüşünü şöyle dile getirmiştir: “Avrupa’yı bize düşman olarak görmek, birtakım olaylardan dolayı Avrupa’nın bize düşman olduğunu düşünmemek gerektiğini düşünüyorum.” Bir dönem Yönetim Kurulu üyeliğinde bulunduğum İKV Başkanı Ayhan Zeytinoğlu siyasi ve ekonomik bakımdan önemli birer müttefik olan Hollanda ve Türkiye arasındaki ilişkilerin en yakın zamanda düzeltilmesinin iki tarafın da yararına olacağını söylemiştir.
AB’nin ve bazı AB hükümetlerinin kriz sürecinde Hollanda tarafında yer alması, AB ile Türkiye arasındaki ilişkilere olumsuz yönde yansımıştır. Bunda, Avrupa Birliği’nin istenen ilerlemenin sağlanamadığı alanlarda Türkiye’ye tam üyelik müzakereleri çerçevesinde verilen mali yardımları durdurması da etkili olmuştur.
AB Komisyonu’nun Komşuluk Politikası ve Genişlemeden Sorumlu Üyesi Johannes Hahn, hukuk devleti gibi ilerleme sağlanamayan alanlarda yardımın durdurulduğunu açıklamıştır. 2014-2020 yılları arasında Türkiye’ye verilecek yardımın 4 milyar 450 milyon Euro olarak planlandığını, ancak bunun sadece 167 milyon 300 bin Euro’sunun ödendiğini açıklamış, “Türkiye şu sıralarda ne yazık ki Avrupa yolunda ilerlemiyor, tam aksine Avrupa’dan uzaklaşıyor” demiş, müzakerelerin fiilen durma noktasında geldiğini belirtmiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Nazi uygulamaları benzetmesini de eleştirmiştir: “Türkiye’nin yaptığı Nazi benzetmeleri kesinlikle kabul edilemez ve absürt.”
Gerilen ilişkiler karşısında Avrupa Komisyonu Eski Başkan Yardımcısı Günter Verheugen ise, “Avrupa Birliği taahhütlerine sadık kalmalı ve Türkiye’ye yeniden güvenilir bir üyelik perspektifi sunmalı. Buna karşın Türkiye ise, kendi iç sorunlarını, hukuk devleti ve demokratik olarak, sağlıklı bir şekilde çözmeli” demiştir.
Sonuç olarak, AB üyesi ülkeler kriz sürecinde Hollanda’nın arkasında durmuş olsalar da pireye kızıp yorganı yakmamak gerekir.
Lahey Büyükelçisi Sadık Arslan Eskişehirlidir
Hollanda ile gerginleşen ilişkilerden sonra Türkiye’nin Lahey Büyükelçisi Sadık Arslan’ın Ankara’da olduğu ve Beştepe Külliyesi’nde görev yaptığı açıklanmıştır. Arslan, 15 Aralık 2013 tarihinde bu göreve atanmıştır. Türkiye’nin Lahey Büyükelçiliği’nin internet sitesinde büyükelçi olarak Aslan görünmektedir. Aslan’ın geçen yıl Kasım ayında Ankara’da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başdanışmanlığı görevine getirilmiştir.
Sadık Arslan’ın Lahey Büyükelçiliğindeki özgeçmişi şöyledir: Sivrihisar 1 Ocak 1968 doğmludur. Öğrenim: Lisans, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi,1988; Yüksek Lisans Anadolu Üniversitesi İktisadi Gelişme ve Uluslararası İktisat, 1990; Yüksek Lisans (Siyaset Bilimi), Marquette Üniversitesi, Wisconsin/ABD, 1995; Oxford Üniversitesi (Diplomatik Etütler), Foreign, Service Programme, St. Edmund Hall, İngiltere, 2006; Doktora (İktisat), Sosyal Bilimler Enstitüsü, Anadolu Üniversitesi, 2007.
Sadık Arslan SBF mezunudur ama aynı zamanda Anadolu Üniversitesi mensubudur.
Kendisi Anadolu Üniversitesi’nde iken, İktisadi Gelişme ve Uluslararası İktisat Anabilim Dalı Başkanı olarak bana Dışişleri Bakanlığı meslek sınavını kazandığını, bir tercih yapması gerektiğini sormuştur. Ben de, Dışişleri Bakanlığı sınavını kazandığı için bu fırsatı değerlendirmesi gerektiğini söyledim. Sadık Arslan da tercihini bu yönde yapmış ve Lahey Büyükelçiliğine kadar yükselerek başarılı bir kariyere ulaşmıştır. Cumhurbaşkanlığında görev yaptığını yakın bir zamanda Ankara’da bir arkadaşımdan öğrendim ve yıllar sonra kendisiyle telefonda görüştüm.
Almanya’nın Çifte Standardı: PKK Şovuna İzin Verildi
Almanya, Demokratik Kürt Toplum Merkezi tarafından Frankfurt’ta düzenlenen Nevruz etkinliklerinde terör örgütü PKK’nın şov yapmasına izin vererek bir çifte standarda daha imza atmıştır. Türkiye karşıtı etkinlikte PKK yandaşları yasak olmasına rağmen PKK flamalarıyla Alman polisinin gözü önünde ve korumasında gösteri yapmıştır.
Almanya, Türkiye’ye yıllardır çifte standart uygulamaktadır.
Geçen yıl Köln kentinde Kürt Festivali adı altında düzenlenen miting, terör örgütü PKK’nın şovuna dönüşmüş, 31 Temmuz’daki Demokrasi Mitingi’ne Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın video konferansla bağlanması Anayasa Mahkemesi’nin kararıyla engellenmişti. Almanya, terör örgütü PKK’nın mitinginde Cemil Bayık’ın görüntülü mesajının yayınlanmasına izin vererek bir skandala yol açmıştır. PKK, Almanya’da 22 Kasım 1993 tarihinden bu yana terör örgütü olarak kabul edilmektedir.
PKK bayraklarının ön planda olduğu, Öcalan lehine sloganların atıldığı mitinge, Avrupa turunda olan terör örgütü PYD/YPG’nin Eşbaşkanı Salih Müslim ve HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş da katılmıştır. Almanya böylece Demokrasi Mitingi’nden 5 hafta sonra terör örgütü olarak kabul ettiği PKK’nın lider kadrosu ve yandaşlarına mesaj izni vermiştir. Mitingde, terör örgütü üyelerinin Öcalan resimlerinin yanı sıra PKK ve YPG bayrakları da yer almıştır.
Almanya, son gelişmeler üzerine 10 gün önce terörist başı Abdullah Öcalan’ın fotoğrafları ile YPG’nin de dahil olduğu terör örgütü PKK’ya yakın grupların bayrak ve flamalarını yasakladığını açıklamıştır.
Türkiye’nin tüm ikazlarına rağmen Almanya’nın bu tutumunu Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın şöyle eleştirmiştir: “Türk milletinin seçilmiş temsilcilerinin vatandaşlarımızla buluşmasının tehlikeli olduğunu iddia edip, teröristlere meşru aktör muamelesi yapmanın izahı mümkün değildir. Yapılanlar açıkça teröre destek olmaktır.”
Sevgili Okurlar,
100 bin Türkün yaşadığı Köln Büyükşehir Belediye Meclisi 14 Mart’ta Lehmbacher Weg Mezarlığı’na bir Ermeni soykırım anıtı dikilmesine izin vermiştir. Başkan Henriette Reker, kararın oybirliğiyle alınmasını olumlu karşıladığını açıklamıştır. Bu konuyu ayrı bir yazımda ayrıntılı olarak ele alacağım.
Çanakkale zaferimizin 102’nci yıldönümünde 18 Mart Şehitleri Anma Günü ve Çanakkale Deniz Zaferini kutlar, başta Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları olmak üzere ebediyete intikal etmiş tüm kahraman şehitlerimizi rahmetle anarım.
“Milli benliğini yitirmiş uluslar, başka milletlerin avıdır.”
M. Kemal Atatürk