ABD’nin Ortadoğu’da yerel güç dengesini dengeleyici rolü herhangi bir misillemenin sigortasıydı.
Ama yapılan hatalarla güç dengesi, genişleyen İran’ın stratejisi lehinde tehlikeli ve istikrarlı bir şekilde değişti.
Bu durum, ABD’yi yeni taktikler denemeye teşvik etti ama bugünün krizine de yol açtı…
*
Nitekim Ortadoğu’da sürdürülebilir istikrarlı bir statükonun oluşturulmasında İran ve Suudi Arabistan’da siyasi alanda yaşananlar;
Sünni Araplar ile Şii İran arasında bölgesel bir anlaşmaya varmanın çok uzağında olunduğunu gösteriyor…
Bu noktada, ABD Ortadoğu’da sürdürülebilir istikrarlı bir statüko oluşturmak üzere yeni bir adım daha atmıştır.
ABD Şanghay İşbirliği Örgütü ile çalışmayı reddetmiş ve İran Yaptırımlar Yasasını 10 yıl daha uzatmıştır.
Bu durum ABD’nin dünyayı kendisinin belirlemiş olduğu esaslar üzerinde;
Bir tarafta kendisinin yönettiği tek kutuplu bir dünya, diğer tarafta İran’ın ve Çin’in çevresiyle kendi aralarında işbirliği yapan devletlerin dünyası olarak üçe ayırması anlamına geliyor…
*
Böylece ABD, şimdi belli bir coğrafyada birbirleriyle ortak noktalar ve bütünleyici unsurlar ile ilişiklendirdiği ülkeleri kümeleştiriyor.
Onları küresel sistemin merkez çekim ve merkezkaç kuvvetleriyle sarsmayı:
Sarsılan ülkenin üzerinde ABD’nin istisnaî gücünü hissettirmeyi:
Böylece bu ülkelerin üzerinde küresel gücün yeniden oluşmasını öngörüyor…
*
Bu sırada Başkan D.Trump, ABD’nin çıkarlarını destekleyen bir sistem oluşturmak üzere belirgin bir karmaşa yaşayan bilhassa federal kurumlarının denetim altına alınmasına yönelik kapsamlı bir reformu geliştiriyor.
Obama döneminin tersine, askeri tüm stratejik ve taktik konular Savunma Bakanı James Mattis’e ve Pentagon’a bırakılmıştır.
Beyaz Saray hedefleri ve siyasal imkânları belirleyecek, Savunma Bakanlığı komuta zincirinde gerekli düzenlemeleriyle birlikte uygulamada açık karta sahip olacaktır…
*
Nitekim 28 Şubat’ta Başkan D.Trump, Savunma Bakanı J.Mattis’ten dünyanın dört bir yanında İslamcı terör ideolojisini ve İŞİD terör örgütünü yenmek üzere;
“IŞİD’i yenmenin ne anlama geldiğinin tanımlandığı ve örgütün hızlı bir yenilgiye nasıl uğratılacağını” öngören yeni bir plan,
Teröre karşı beraber savaşacakları yeni koalisyon ortaklarının belirlenmesini istemiş,
Rusya’nın da bu listenin başında olmasını beklediğini açıkça belirtmiştir…
*
Şimdi dikkatler, 22 Mart’ta Başkan’ın açıklayacağı Pentagon’un hazırladığı yeni plandadır.
Plan; IŞİD’in Musul ve Rakka’daki muhtemel yenilgisinden sonra yeni stratejik gerçekleri ortaya çıkaracak,
Ancak bunların hiçbiri ABD’nin bu güne kadar izlediği bölgesel stratejisine uygun olmayacaktır…
*
Bölgede sürdürülebilir güvenli ve istikrarlı durum nasıl oluşacaktır?
ABD, bölgenin güvenliğine uzun vadeli bir taahhütte bulunabilecek midir?
ABD içeri girdikten sonra tekrar çıkacağını peşinen sağlama alabilecek midir?
İŞİD’in muhtemel bir geri dönüşü nasıl engellenecektir?
İran’ın ve vekillerinin o bölgede kalmasının önüne nasıl geçilecektir?
Türkler ve Kürtler arasındaki çizgiler nasıl istikrarlı hale getirilecektir?
*
Kuzey Suriye topraklarını Esad’a, Hizbullah’a ve İran’a bağlı Kudüs Gücüne vermek, düşman bölgesel güçler tarafından alınan bir karşı önlem olarak İSİD’in yeniden dirilmesine neden olabilir ki; bu durumla mücadele edecek yerel bir Suriye gücü bulunmuyor.
Bu bölgeyi PKK ve YPG’ye vermek ise Ankara’nın yardım ettiği bir başka Nusra çetesi oluşturabilir.
Bölgeyi Türkiye’ye vermek Kürtlere karşı bir katliam demektir.
Bölgeyi Ruslara sunmak ise bölgenin kim tarafından kontrol edilmesi konusunda Moskova’nın inisyatif kullanmasına yol açabilir,
Ya da Rusya, Suriye ve Irak’tan hareketle 60’lı yıllarda olduğu gibi Mısır,Libya, Cezayir, Yemen bölgesinde ABD varlığını zayıflatma çabasına girebilir.
Sonuçta Kuzey Suriye’de ılımlı ve güçlü bir Suriyeli Arap ve Kürt kuvvetiyle birleşik bir Suriye’nin oluşturulmasının en doğru çözüm olduğu anlaşılıyor ama bu nasıl sağlanacaktır,bilinmiyor…
*
Diğer taraftan İslamcı Cihad ideolojisini ve bağlı İŞİD terör örgütünün işini bitirmek;
ABD ve Birleşik Krallığın genişletilmiş Ortadoğu Projesini yeniden şekillendirmesine yol açacaktır.
Öncelikle Müslüman Kardeşler Örgütü’nün bulunduğu bütün iktidarlardan uzaklaştırılmasına yol verilecektir.
*
Bu durumda Birleşik Krallık, 1916 Arap İsyanı’ndan bu yana sürdürdüğü Ortadoğu hayallerine son verecek,
Bu uğurda Suudi Arabistan’da desteklediği cihatçıların eşgüdümünü sağlayan, dünyada şeriat adına yapılan ne varsa ona maddi ve politik destek vermek misyonundaki Dünya İslam Birliği – Rabıtat-al-allam-al-İslami’nin dağıtılmasına göz yumacak mıdır?
Ya da Fransa, Suriye üzerinde yeni bir manda kurmaktan ve Türkiye’nin sahada kendisine bağlı çeteleri desteklemesinden vazgeçecek midir?
*
Bir diğer husus Başkan D.Trump’ın, Stratejik Saldırı Silahlarının Azaltılması Anlaşması’nın kötü bir anlaşma olduğu, ABD’nin tek taraflı olarak bu yükümlülükten uzaklaşacağına ilişkin verdiği sinyal üzerinden gelişiyor.
Bu durum nükleer bir güç olan İsrail’i aklamaktadır ama 400 nükleer başlık ve bomba ile donatılmış İsrail’i, bölge ülkelerinin varlığını tehdit eden terörist bir ülke olarak tanımlayan İran’ın;
Rusya’nın desteğinin sürdüğü şu sırada ya da bir mücbir sebep durumunda;
Birkaç hafta içinde nükleer bombalar üretebileceği ve birkaç kısa yılda ölümcül bir nükleer dünya gücü haline gelebileceğine ilişkin İsrail iddiası ne olacaktır?
*
Bunlar ve daha fazlası, Ortadoğu’da başta ABD ve Birleşik Krallığın yayılımcı siyasetlerinin uluslararası ilişkilerde yarattığı sayısız sonuçlara işaret ediyor.
O yüzden şimdi bütün dikkatler, 22 Mart’ta Başkan Trump’ın açıklayacağı, ABD’nin ” Ortadoğu Gelecek Senaryosu”na çevrilidir.
*
Başkan D.Trump’ın 22 Mart’ta açıklayacağı planı;
Eski Başkan B.Obama’nın, Ortadoğu’da çok taraflılığa dayalı bir girdinin varolan bölge dengesinin muhafaza edilmesine yardımcı olabileceği düşüncesiyle,
Medeniyetler İttifakı konseptinde bir İslamcı ülke saydığı ve barışı koruma misyonu verdiği Türkiye hükümeti de bekliyor.
*
Ne ki, Türkiye’nin İslamcı hükümeti Ortadoğu’da barışı koruma misyonunda başarılı olmamıştır.
Aksine Müslüman Kardeşler Örgütünden aldığı İslamcı Cihad bayrağıyla,
Türkiye’yi çağdaş ülkeler için nefret edilen bir merkez, İslamcılar için bir cazibe odağı haline getirmiştir.
Bu durumun 16 Nisan “Tek Adam, Ümmet, Bayrak ve Vatan” referandumunu doğrudan etkilemesi kaçınılmazdır…
*
O yüzden “Hayır’da hayır vardır.”
17.3.2017