Birçok Avrupa ülkesi, Türkiye hükümet üyelerinin 16 Nisan Referandumu için toplantı yapmasına izin vermiyor.
Bu ülkelere, Avrupa Konseyi’nin; “Türkiye’de demokratik sistemin dramatik bir biçimde gerilediği ve ülkenin otokratik, tek adam rejimi yolunda olduğu,üstelik
Türkiye’nin şu anda otoriter bir rejimi engelleyecek tüm gerekli mekanizmalardan da yoksun olduğu saptaması öncülük ediyor…
*
Bir alt başlıkta Hollanda, Fransa ve Almanya’daki seçimlerin Avrupa için 2017’yi kritik bir yıl olarak öne çıkarmasıdır.
Aşırı sağ popülist partilerin seçim başarısı, AB’nin Brexit sonrası çözülme sürecine girip girmeyeceğine ışık tutacaktır.
Irkçı ve İslamofobik aşırı sağ partilerin iktidara gelmesi AB’nin geleceğini tehlikeye sokacağı gibi orada yaşayan Türklere de sıkıntı yaratacaktır…
*
Türklerin bazen efendi, bazen memlûk, bazen birbirlerinin amansız düşmanı olarak bozkırdan batıya hareketinin binlerce yıllık ihtilâfları ve ittifâklarının sentezinde;
İlk defa II.Mahmut’la başlayıp Tanzimat’la yükselen çağdaşlaşma ivmesi;
Abdülhamit döneminin temel özelliği olan gelenekçilik: Batı’ya karşı olmak: İslamcılık ve şeriatçılık akımları ile bastırılmıştı…
*
Namık Kemal, çağdaş Batı medeniyetinin temeli olan doğal haklar fikrine ulaşmış,
Anayasal hareketin öncülüğünü üstlenmiş, Batı’ya karşı ortak vatan bilincinin doğuşunu hazırlamıştı.
O günlerde Batı’nın siyasi kavramlarıyla İslami düşüncenin kavramları arasındaki semantik uçurum iyice belirlenmemişti.
Bu yüzden Namık Kemal, halk iradesiyle Tanrı Şeriatının zorunlu bir birliktelik olduğuna inanıyordu…
*
Ama II. Abdülhamit, “Şarklılık” ve “Ortaçağ İslam uygarlığı”nı ideal bir model haline getirdi.
Karşı karşıya gelinen ikilik: İslam-Hıristiyanlık değil Doğu-Batı ikiliğiydi.
Batıcılar ve İslamcılar arasında tartışmalar yaşanıyordu ki;
*
Ziya Gökalp’in fikri liderliğinde üçüncü bir yaklaşım olarak “Ulusçu görüş” gelişti…
Gökalp, İttihat ve Terakki’de; Devleti, dinin elinden kurtarma teşebbüsünde: Din ile devlet/ Ahlâk ile hukuk ayrımında öncü rol oynadı.
O’nun gayretiyle laiklik bağlamında önemli yasal düzenlemelere gidildi.
Mesela Şeriat Mahkemeleri Şeyhülislamlıktan Adalet Bakanlığına; medreseler Maarif Bakanlığı’na bağlandı.
Hukuk-u Aile yasası ile kadına boşanma hakkı tanındı.
*
Bu uzun yolcuğun varmak zorunda olduğu nihai ve tabii durak Cumhuriyet dönemiydi…
Nitekim Tanzimat’ın yol açtığı ikilik: Buna ait tereddütler: Tutarsızlıklar ve arayışlar, Mustafa Kemal’in önderlik ettiği reformlar süreci ile sona erdi.
Atatürk, Ziya Gökalp’in yolunu hazırladığı fikirleri sürdürmekle birlikte esaslı bir noktada farklı düşünüyordu.
Bu “kültür” ve “uygarlık” ayrımının yanlış olduğu düşüncesiydi.
Doğrusu, kültür ve uygarlık bütün insanlık için birdi, bu da Batı Avrupa’nın bugünkü uygarlığıydı.
Kemalist reformlar tek cümleyle “din devleti görüşüne karşı ulus devlet görüşünün zaferi” oldu…
*
Türkiye, birleşik kültür ve uygarlığı temsil eden Avrupa Birliği’ne, 1963’te Ankara Anlaşması ile ilk adımını attı.
1995’te Gümrük Birliğine girdi, 1999’da tam üyelik adaylığını kesinleştirdi ve 2000’de tam üyelik müzakerelerine başlarken,
Avrupa’nın binlerce yıldan bugüne taşıdığı birleşik kültür ve uygarlığın;
Yani demokrasi, hukuk düzeni, insan kaynaklarına saygı ve azınlıkların korunmasını garanti altına alan kurumların istikrarını sağlamanın,
Birlik içindeki rekabet baskısına ve pazar güçlerine uyum sağlayabilecek işleyen bir pazar ekonomisinin bulunmasını,
Siyasi, ekonomik ve parasal birliğe katılım gibi üyeliğin gerektirdiği zorlukları yerine getirebilme kabiliyetine sahip olmayı taahhüt etti…
*
Tam da üyelik müzakerelerin başladığı sıralarda;
Türkiye’de; Recep Tayyip Erdoğan ve Fethullah Gülen’in aydınlanma sürecini tersleyen yöntemlerle vatandaşlık yerine din, eşitlikler yerine din birliği, adalet yerine insan olmak benzeri uygulamalarla,
Dinamik bir toplumsal yapının inşa edilmesine olanak tanımayan ekonomik ve siyasal yönetim anlayışının oluşturduğu, II.Abdülhamit dönemi mirası bir fikir hayatı doğdu.
Buna devletin partileştirilmesi, ülkenin her yanından bir telefonla parti devlete kontrgerilla oluşturulması sürecinin geliştirilmesi eşlik etti…
*
Batı, Arap Baharı sürecinden de elde ettiği sonuçlarla;
Türkiye’de ve Arap ülkelerinde İslamcı dini ve siyasi liderler, siyasetçiler, İslamcı özgürlük savaşçıları ve aktivist kuruluşlarla oluşturmak istenen ve Dinin demokrasiye aykırı olmadığı düşüncesinden geliştirilen,
İslam Birliği düşüncesinin akla ve bilime, vicdan ve düşünce özgürlüğüne değil taassuba dayalı toplumlar oluşturduğunu yaşayarak kavradı…
*
İslam ile İslamcılığın ayırdına varıldı.
1-İslam tüm insanları ümmetin birer üyesi olarak kabul ediyor: İslamcılar sadece islamın davetine icabet edenleri ümmet sayıyordu
2-İslam, toplumsal düzenlemeler konusunda insanlara evrensel kurallar sunarken; İslamcı din milliyetçiliğine, kabileciliğe ve bencilliğe sesleniyordu.
3-İslam inananlara iyilik yolunda öncü olmalarını, buna engel olmayanlarla barış içinde olmalarını, karşı çıkıp fiili müdahalede bulunanlarla ise sonuna kadar mücadele etmelerini istiyor: İslamcılar ise kâfirle savaşın amaç olduğuna inanıyordu.
4-İslam’ın üst kimliği insan: İslamcılığın ise Müslümanlıktı.
5-İslam herkesin bir amaçla yola çıktığını, kendi amacının ve davasının doğru olabileceğini öngörüyordu: İslamcı kendi anlayışının tek doğru görüş olduğu iddia ediyordu.
6-İslama göre dileyen inanır dileyen inanmazdı, hukuki yollarla tebliğ yapma emri mevcuttu ama karşı taraf fiili müdahale etmediği sürece güç kullanılamazdı: İslamcı ise totaliterdi, başkalarına hayat hakkı tanımıyordu.
7-İslamda bir dini hüküm içselleştirilmeden uygulanamazdı: İslamcı ise fiile gücü oluştuğunda İslam devleti kurmak ve bunu ülkeye zorla, silah gücüyle kabul ettirmek hedefindeydi.
8-İslamda kişi kendi inancını yaşayıp, diğer bireylere karışmayı, yaptırım uygulamayı aklından bile geçirmezken: İslamcı, herşeyin kendi tanrısı tarafından zaten düzenlenmiş olduğunu düşünür, tüm diğer bireylerin de kendi tanrısının kurallarına uymasını isterdi.
9-İslam bir evrensel hayat bütünüyken:İslamcılık bir sınırla yetinilen gelenekler bütünüydü,.. vs,vs…
*
Bu bileşkede Batı; İslamcılığın demokrasi ile ilgisinin olmadığını, İslamcılıkla ülke ekonomilerinin rekabetçi baskılara dayanabilecek bir ekonomi varlığı içinde tutmanın olası olmadığını keşfetti.
Hata yapılmıştı, yaşanan İslamcılık krizinin kolayca komşu ülkelere, bölgeye, hatta dünyaya yayılma olasılığından hareketle,
17 Haziran 2013’te Kuzey İrlanda/Enniskillen G8 Zirvesi’nde; Suriye sorununu çözümlemek başlığı altında;
BM merkezli uluslararası hukukun üstünlüğünde devletlere etki eden İslamcı radikalizmin ideolojisinin ve yapılarının tasfiye edilmesi kararını verdiler…
*
O günden beri Batı dünyasında, İslamcılığa dayalı çarpık düşüncenin Tunus’ta, Libya, Mısır, Suriye,Türkiye gibi ülkelerde kitleleri çağdaş düzeyi sorgulama, yakalama ve aşma anlayışından, insan hakları, düşünce, inanç ve girişim özgürlüklerinden, laik hukuk devleti, katılımcı demokrasi, liberal ekonominin benimsendiği bir toplumsal düzenin oluşmasından alıkoyduğuna ve bizzat radikalizmi üretmekten başka bir şeye yaramadığına inanılıyor.
Radikalizmi üreten düşüncenin ve taraftarlarının BM İnsan Hakları kapsamında olamayacağına inançla tasfiye operasyonlarına devam ediliyor.
*
3 Temmuz 2013’te Mısır Cumhurbaşkanı M. Mursi’nin sonra Türkiye’de dini lider Fethullah Gülen’in tasfiyesi bu düşünce ve kararın sonucudur.
Şimdi sıra İslamcı ideolojisi pratiklerini;
Suriye ve Irak’taki yangına durmaksızın benzin dökerek uygulayan,
Avrupa’da ise kamusal alandan parlamentolara yayılmak isteyen; İslami radikalizmin lideri R.T.Erdoğan’dadır.
*
Erdoğan, uygarlığın kesin kararı karşısında Türkiye’nin aydınlığını, AB sürecini, NATO ile ilişkileri,ekonomik kayıpları, Avrupa’da yaşayan vatandaşların geleceğini umursamıyor.
Zaten sosyal yapı parçalanmıştır, ekonomi çökmüş, her tarafta savaş yaşanıyor ama o davası için belki kıvırırım hayaliyle dünyayı tehdite devam ediyor…
*
Ya Büyük Atatürk’ün makamının işgalcisi, Aydınlama Devrimi’ne karşı darbe yapan İslamcılığı bir kez ağzına dahi almayan Kemal Kılıçdaroğlu?
O’nun zekâ, muhakeme, idrak, dikkat, hafıza ve bunları düzenleme gücü sıradandır ama o derecede de uyanıklığı fazla bir kişidir.
Kılıçdaroğlu, Hollanda Başbakanı Mark Rutte’nin “Terbiyeli, kültürlü ve uygar uluslarda istenilmeyen yerde durulmaz. Bakanın gitmesi gerekiyordu” dediği gibi
“Misafir umduğunu değil bulduğunu yer” demesi gerekirdir.
Ne Gam!” Lütfen, Hollanda ile bütün ilişkilerimizi keselim” fetvası veriyor.
İslamcılığa maşalık yapıyor…
*
[”Nihayet Yecüc ve Me’cüc’ün sedleri açılıp her tepeden dünyaya akın etmeye başlarlar.”
“Ve doğru vaad vaktinin yaklaştığı sıra, işte o zaman, kâfirlerin gözleri birden donakalır.
‘Eyvah, bizlere! Biz bundan tam bir gaflet içinde idik, daha doğrusu kendimize zulmettik!’
diyecekler.]”Enbiya Suresi 96/97
*
[“Bin yıl tamamlanınca Şeytan atıldığı zindandan serbest bırakılacak.
“Yeryüzünün dört bucağındaki ulusları -Gog’la Magog’u (Yecüc’le Mecüc’ü)- saptırmak, savaş için bir araya toplamak üzere zindandan çıkacak.
Toplananların sayısı deniz kumu kadar çoktur.”
“Yeryüzünün dört bir yanından gelerek kutsalların ordugâhını ve sevilen kenti kuşattılar.
Ama gökten ateş yağdı, onları yakıp yok etti.”] Vahiy 7-8-9
*
Ya gün doğacak ya da kıyamet kopacaktır…
O halde şöyle ağız dolusu;”Hayır Efendiler, Hayır!”
13.3.2017